Haber resmi: Yahuda’nın Öpücüğü, Giotto di Bondone (1306)

Yalnız doğarız, yalnız yaşarız. Yalnız sevgimiz ve arkadaşlığımız sayesinde, bir an için yalnız olmadığımızın hayalini kurarız.” Orson Welles

Aşkı ölümsüzleştirmenin en güzel yolu sanattır. Geçenlerde bir müzenin dükkânında elime “100 Öpücük” başlıklı bir kitap geçti. Usta fırçaların tuvallerine, çekiç ve tokmaklarla taşlara, şiir olup kelimelere ruh vererek, eserlerine aktardıkları ölümsüz aşkların hikâyeleri vardı bu kitapta. Gelin, onca usta sanatçıya ilham olmuş bu aşklara ve tarihe geçmiş öpücüklere bir göz atalım…

Yahuda’nın Öpücüğü, Giotto di Bondone (1306)
Bu tabloda İtalyan Rönesansı’nın öncü ressamlarından Giotto, İsa’nın 12 havarilerinden biri olan Yahuda’nın ihanetini resmetmiştir. Yahuda, İsa’yı yakalatmak için Romalı askerlerle birlikte bir ihanet planı yapmıştır. Ancak askerler İsa’nın yüzünü bilmedikleri için, havarilerin birlikte yedikleri son akşam yemeğinden sonra, Yahuda İsa’ya yaklaşarak ona ölümcül öpücüğünü vermiştir. Yahuda bunu yaptığı anda ne kadar pişman olsa da iş işten geçmiş, askerler İsa’yı çoktan yakalamıştır.
İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi. Onikiler’den biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. İsa’yı öpmek üzere yaklaşınca İsa, ‘Yahuda’ dedi, ‘İnsanoğlu’na bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?’ (Luka 22 48)


Leda ve Kuğu, Paolo Veronese (1585)
Leda, Zeus’un kuğu kılığındayken baştan çıkardığı bilinen Yunan figürüdür. Sparta Kraliçesi ve Truva Savaşı’nı başlatan güzel Helen ve Dioscuri ikizlerinin annesidir. Leda ve kuğu hem Yunan hem de Romalı sanatçılar için popüler bir konu olduğundan Antik heykel, çanak çömlek ve mozaiklerde sıklıkla görülür. Eurotas Nehri kıyısında yaşanan bu birlikteliğin sonucunda güzel Helen ve Polydeuces yumurtadan çıktılar. Hikâyenin doruk noktası, Leda’ya Zeus tarafından ölümsüzlük bahşedilmesi ve tanrıça Nemesis’e dönüştürülmesidir.



Cupid ve Psyche, Antonio Canova (1787)
İtalyan sanatçı Antonio Canova’nın Neoklasik heykel sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilen bu eseri, Romantizm akımının karakteristik özelliklerini taşır. Cupid, aşk, güzellik ve doğurganlık tanrıçası Venüs’ün oğludur. Ölümlü güzel Psyche’yi kıskanan Venüs, Cupid’e, Psyche’yi bir canavara âşık etmesini emreder. Annesinin emirlerini yerine getirmek için Dünya’ya inen Cupid Psyche’ye âşık olur. Bir şartla gizli bir ilişkiye başlarlar: Psyche asla Cupid’in nasıl göründüğüne bakmayacaktır. Böylece Cupid, Psyche’yi sadece geceleri ziyaret eder.
Bir gün Psyche göz ucu ile sevgilisine bakar ve bu ihanetinin sonucunda Cupid onu terk eder. Kaybıyla harap halde Venüs’e onu geri getirmesi için yalvarır. Venüs ise, bir seri zorlu görevi yerine getirmesi karşılığında ona Cupid’i geri vermeyi kabul eder. Son görevi, yeraltından Proserpina’nın güzelliğinden bir doz getirmektir. Neyse ki, bu görevi tamamlamıştır fakat kutunun içine bakmaktan kendini alamamıştır. Bunun cezası ise ölümlü bir uykuya dalmak olmuştur. Cupid, Psyche’yi bularak Antonio Canova’nın zarif mermer heykelinde görüldüğü gibi onu bir öpücükle hayata geri döndürür.



Francesca ile Paolo, Jean Auguste-Dominique Ingres (1819)
13. Yüzyılda İtalya’da yaşayan Francesca ve Paolo, tabloda mutlu görünmelerine rağmen hikâyeleri mutlu sonla bitmedi. Francesca, Ravenna Lordu sakat Gianciotto Malatesta ile evlendirilir. Ancak, kocasının küçük kardeşi Paolo’ya âşık olur ve uzun yıllar gizli bir aşk yaşarlar. Gianciotto bir gün onları birlikte yakalayınca ikisini de öldürür. Dante Alighieri bu hikâyeyi İlahi Komedya’nın ilk kantosunda anlatır.



Opücük, Auguste Rodin (1882)
Francesca ve Paolo’nun aşkı, ünlü heykeltıraş Auguste Rodin’in “Öpücük” adlı eserine de ilham kaynağı olmuş.
Heykelde, iki aşığın Lancelot ve Guinevere’in hikâyesini okuduktan sonra aşklarının alevlendiği sahne betimlenir. Paolo’nun elinde hikâyeyi okudukları kitap görülmektedir. Heykelde, çiftin aslında birbirine kavuşamadığını ifade eder biçimde Paolo ve Francesca’nın dudaklarının buluşamadığı görülür. Ocak 1996’de Paris’teki Orsay Müzesinde, bu heykelin üç kopyasının yan yana sergilendiği sergiyi görme fırsatını bulmuştum. Bunlardan ilki Fransız Devleti tarafından Luxembourg Müzesi için ısmarlanmıştı. Bu sergi için Rodin Müzesinden getirildi. İkincisi ise 1904’te Kopenhag’da Jacobsen ailesinin ısmarladığı kopyadır. Üçüncü heykel aynı yıllarda Amerikalı arkeolog, koleksiyoner Edward Perry Warren tarafından Rodin’e ısmarlanmıştı. Bu kopya Londra’daki Tate Gallery’den getirildi. Doğrusu bu muhteşem üç heykeli bir odada izlemek çok heyecan vericiydi.



Pygmalion ve Galatea, Jean Louis Gerome (1890)
Pygmalion, Kıbrıslı bir heykeltıraştır. Tüm mitler gibi bu mitin de birden fazla versiyonu var elbet. Bu versiyonların bazılarında Pygmalion’ın aynı zamanda bir kral olduğundan bahsedilir. Pygmalion kendi zamanının kadınlarına ilgi duymamaktadır. Onun için öteki kadınlar sıradandır ve o ölene dek yalnız kalma ihtimaline rağmen eşsiz kadını aramaktadır. Bir gün çok itina göstererek fildişinden yaptığı özel heykeline kendisini öyle kaptırır ki, ona körkütük âşık olur. Bu cansız heykel ona o kadar gerçek görünür ki, gerçeğe dönüşmesi için tek çaresinin Afrodit’in festival gününde ona adaklar adamak ve tıpkı fildişi heykeli gibi eşsiz bir kadın dilemek olduğunu düşünür. Evine döndüğünde mucizenin gerçekleştiğini görür. Heykel canlı bir kadına dönüşmüştür. Öptüğü dudakları sıcaktır ve öpüşüne cevap vermektedir. Ovid’in bu hikâyesi birçok sanat yapıtına konu olduğu gibi, Bernard Shaw’nun yazdığı ünlü eseri Pygmalion’a da ilham kaynağı olmuştur.



Öpücük, Gustave Klimt (1908)
Klimt’in altın dönemi olarak adlandırılan bir dönemde ortaya çıkan Öpücük tablosu aşkın en güzel sembollerinden biri olarak görülebilir. Sarı tonları tablonun geneline hâkim olduğu için adeta bir battaniye gibi tek vücuda dönüşmüş çiftin üstünü örtmektedir. Kadın ve erkeğin ayaklarının altında bulunan zeminin yeşil tonlarda olması, adeta tüm yaşamın onlardan gelen sevgi ile canlandığını göstermektedir. Klimt’in tablolarında erkek ve kadın çizimleri ressamın kendisi ve sevgilisi Emilie Flöge’yi içerir. Ressam ve sevgilisinin bu tabloda olması yüksek ihtimaldir. Ressamın tüm eserlerinde görülen Art Nouveau’nun süslemeleri bu tabloda da görülmektedir. Klimt yaşamı boyunca kadınları sevmiş, onlarla sevgili olmuştur. Eserlerindeki kadınlar saf ve uysal kadınlar değil, genel olarak güçlü ve cazibeli kadınlardır.



Hector ve Andromache, Giorgio de Chirico (1917)
Troyalıların lideri olan Hector, Akhilleus’a karşı savaşmaya giderken karısı Andromache ile vedalaşmaktadır bu tabloda. Yunan mitolojisine büyük ilgi duyan Chirico bu dokunaklı vedayı resmetti. Çiftin bu vedası son kucaklaşmaları oldu.



V-J Day Kiss, Alfred Eisenstaedt (1945)
Alman asıllı Alfred Eisenstaedt’in 1945 yılında çektiği bu fotoğrafın amacı, hikâyenin anını yakalamaktı. Times Meydanı’ndaki İkinci Dünya Savaşı sonrası fotoğrafında tam da bunu gerçekleştirdi. Bir asker ve hemşirenin bu ünlü fotoğrafı, 20. yüzyılın en ikonik görüntülerinden biri haline geldi ve yıllarca süren savaşın mutluluk veren sonunu simgeledi. Life dergisi fotoğrafçısı Eisenstaedt’in savaştan dönen ABD’li denizciyle hemşire kızın öpüşmesini ölümsüzleştiren karesi, 65 yıl sonra New York’un ünlü Times Meydanı’nda yüzlerce çift tarafından tekrarlandı.



Hotel de Ville’deki fotoğraf, Robert Doisneau (1950)
1950’de çekilen ve 1986’da poster olarak basıldıktan sonra ünlenen siyah-beyaz fotoğrafta kent merkezinde tutkulu bir şekilde öpüşen genç bir çift yer alıyor. Paris’in Avrupa’nın aşk başkenti olmasında bu fotoğrafın büyük katkısı oldu.
Fotoğraf, ölümsüz karedeki öpüşen kadın; eski sinema sanatçısı ve fotoğrafın kadın kahramanı Françoise Bornet tarafından açık artırmaya çıkarıldı. Aslında bu fotoğraf, habersiz çekilmemişti. Bornet, fotoğrafın meşhur olmasından sonra, 90’ların başında fotoğrafçı Doisneau’ya karşı açtığı tazminat davasında bunu itiraf etmişti. 2005 yılında, ünlü Fransız fotoğrafçı Doisneau’nun Paris simgelerinden biri haline gelen “öpüş” adlı fotoğrafı açık artırmada 202 bin dolara alıcı buldu.

Bu yazıda, kitaptaki “100 Öpücük”ü anlatmak imkânsız olduğundan ancak birkaçına yer verebildim. Sevginin en doğal hali dokunmak, sarılmak, öpmektir. Kimyasal olarak ta, dokunma, oksitosinin “bağlantı” hormonunun salınmasını sağladığı için, insanlar arasında etkili bir iyileşme, duygusal bir rahatlık ve mutluluk sağladığı bilimsel bir gerçektir. Bu hormona bazen “aşk hormonu” adı da veriliyor. Sevgiye sahip olmak, sevgi ile yaşamak muhakkak insanı daha mutlu yapan en önemli faktörlerdendir.

Kalbinizde sevgiyi barındırın
Sevgisiz bir hayat, ölü çiçeklerin bulunduğu
Güneşsiz bir bahçedir.”
Oscar Wilde