Tek gerçeğin doğa olduğunu anlıyorum. Bu gerçek içinde, yarının da bugünkü kadar özgür ve güzel olacağını bilmek, insana sevinç ve rahatlık veriyor.”
Paul Gauguin


Tanaka Isson Japonya’nın Paul Gauguin’i olarak bilinir. Gerçekten hem eserleri hem hayatı post ekspresyonist Fransız ressam ile paralellik gösterir. Sanki ikisinin de yüreğinden geçeni Baudelaire şöyle dile getirmiştir:
“Ama gerçek yolcular gitmek için giderler;
Yürekleri balonlar gibidir, hafifçecik,
Ve, niçin olduğunu bilmeden, ‘Gitsek!’ derler,
Yazgıları önünde boyunları hep eğik.”



Heykeltıraşın dahi oğlu
Tanaka Isson (1908-1977) bir heykeltıraşın oğlu olarak Tochigi’de doğmuştu, gerçek adı Tanaka Takashi idi. Henüz yedi yaşında yaptığı bir suluboya resmi ile aldığı birincilik ona harika çocuk ünvanını kazandırmıştı. İlk eğitimini babasından Çin resmi “nihonga”ya ilişkin almış, Tokyo Sanat Üniversitesi’ne girmiş ancak babasını kaybedince ekonomik zorluklardan dolayı okulu terk etmek zorunda kalmıştı. Üniversitede olduğu senelerde sınıf arkadaşları arasında savaş sonrasının aydın ressamları Kaii Higashiyama ve Meiji Hashimoto vardı.
Bu yaratıcı arkadaşlar ile birlikte çalıştı, Wu Changshuo (1844-1927) gibi Şangay Okulu ressamlardan etkilendi. Çin şiiri ve hat sanatı hakkındaki bilgisini derinleştirdi, özgürleştirdi.
Dahi ressam olarak sanat çevrelerinde adından bahsediliyordu, bu sırada sanatıyla hayatını kazanmak güç olduğu için pek çok tuhaf işte çalışmak zorunda kalıyordu.

Ana sanat çevreleriyle çatışma
1947’de Seiryu-sha sergisinde birincilik ödülü alarak ününü pekiştirmesine rağmen, dönemin ünlü ressamı Kawabata Ryūshi ile arasında çıkan anlaşmazlığın ardından bir nevi küskünlük dönemine girmiş, sanat çevrelerinden uzaklaşmıştı. Artık eserlerinin çok azı satılıyor veya sergiye kabul ediliyordu.
Böylece ana akım muhafazakâr sanat çevrelerinin ekseninden ayrıldı ve bu kopuş ile de camiadan dışlandı. Sanatında bir çıkmaza girdiğini hisseden sanatçıyı bu zorluklar bir karar vermeye itecekti. Bu kararın tohumlarının ne zaman ekildiği belli olmasa da , uygulaması çok kısa sürede gerçekleşecekti.


Tanaka Isson, Amami adasında yaşadığı atölye - ev

Radikal bir karar
Sanatçı Tokyo’da yaşamaktan vazgeçmişti. Tıpkı bildiği her şeyi geride bırakıp, “Çılgınca bir kaçışın duygularını hissediyordum” diyerek 43 yaşında Tahiti’ye giden Paul Gauguin gibi, 1958 senesinde, tam 50 yaşında iken, onlarca eskiz defterini yaktı, evini sattı ve güneye Amami Oshima Adası’na yerleşmek üzere yola çıktı. Kendine bir sürgün hayatını, inzivayı seçmişti. O da Gauguin gibi sanatını yeniden temellendireceği efsanevi bir cennetin, bozulmamış bir kültürün peşindeydi.
İlhamını adanın florasında bulacaktı. Burada, bir kulübede, kirasını ödemek için adada dokunan geleneksel kimono kumaşı yapan bir ipek fabrikasında, Güney Rinpa olarak bilinen parlak renkli bir resim stili geliştirip, kumaşları boyayacak ve yoksulluk içinde yaşayacaktı. Tanaka Isson, 1977’de 69 yaşında kalp krizinden öldü. Yalnızdı ve unutulmuştu. O da kendinden önceki ve sonraki çok dahi sanatçı gibi ölümünün ardından keşfedilecekti.


Tanaka Memoial Art Museum

Ölümünden sonra keşfedilen sanatçı
Isson, yaşamının ilk senelerinden sonra Japonya’da fazlaca takdir görmemesine rağmen günümüzde dünyaya mal olmuş bir isim. Çok yeni, henüz 2018 senesinde eserleri Japonya tarafından dünyaya tanıtılan sanatçının, özellikle Amami manzarası resimleri büyük beğeni topluyor. Hakkında hazırlanan belgeseller, yazılan makalelerde Tanaka Isson’un hayatı ve eserleri Paul Gauguin ile karşılaştırılıyor.
Pek çok mecrada Japonya’nın Gauguin ve Rousseau’su olarak adlandırılıyor. Gauguin’in Tahiti’si gibi Isson’un da, en büyük çalışmalarını, izole bir güney adasına taşındıktan sonra yaptığı ve subtropikal çevrenin parlak renkli manzaralarını resmettiğini görüyoruz. Rousseau’nunki gibi, bu manzaraların çoğu, dev palmiye yaprakları ve diğer orman benzeri motiflerin merkezde yer aldığı egzotik flora ve faunaya sahip. Isson’u romantize edersek her iki batılı sanatçı ile daha fazla benzerlik bulmaya devam edebiliriz belki ama bence temel benzerlikler bu noktada bitiyor. Henri Rousseau’nun aksine Isson, köklü bir geleneksel eğitim almış, Nihonga tekniklerinde iyi eğitilmiş, sanatçılığı yanında bir zanaat ustasıydı. Amami Adası’nda sanatsal zirvesine ulaşmadan çok önce, onlarca yılını geleneksel Çin tarzı dağ manzaralarına ve dekoratif kuş ve çiçek çalışmalarına uygulayarak geçirmişti. Öte yandan, Gauguin’in aksine, insan figürü ile büyük bir aşk içinde değildi. Adadaki köylü arkadaşlarının birkaç tasviri onun mükemmel bir figürcü olduğunu kanıtlasa da, Isson’un en büyük aşkı bitkiler, kuşlar ve balıklardı. Manzaralarındaki insanlar, bir başka çok sevdiğim ressam olan Hiroshige’nin baskılarında gördüğümüz gibi stilize küçük figürler olarak kalma eğilimindeydi.



Japon resminde bir ilk
Isson’dan önce Japonya’da hiç kimse ağaçları ve çiçekleri, sanatçının adada yaptığı resimlerde gördüğümüz tutku ve keskinlikle resmetmişti. Kompozisyonlarına bakacak olursak palmiye türleri, çam ağaçları, datura çiçekleri, muz ve papaya ağaçlarının etraflarındaki rengârenk kuş ve kelebek çeşitlerinin arka planını, sevgiyle işlenmiş dağ ve okyanus manzaralarının oluşturduğunu görürüz. Isson bitkileri ve hayvanları, eğitimli bir botanik sanatçısının hassas dokunuşuyla tasvir etmiş, adanın vahşi yaşamını, ihtişamını neredeyse fotorealist bir şekilde titizlikle kaydetmiş, Nihonga pigmentleriyle ipek veya kâğıt üzerine yapılmış, şaşırtıcı derecede ilham verici bir dizi büyük resim üretmişti.
Resimleri arasında dolaştığımızda, kullandığı yeşillerin ve baş döndürücü sıcak renklerin bize egzotik yolculuklar vadeden sihirli dünyalar var ettiğini görüyoruz.
Sanatçının pek çoğu ipek üzerine ve yetenek, bilgi, gözlem, enerji ile harmanmış büyüleyici resimlerini on dokuz sene yaşadığı adada adına yapılan Tanaka Isson Anıt Sanat Müzesi’nde görmek mümkün. Günümüzde, dünyanın dört tarafından ve pek çoğu sanatçılardan oluşan ziyaretçi vaktiyle burada resim yapmak için inzivaya çekilmiş Tanaka’nın eserlerini görmeye ve adada onun ayak izlerini takip ederek ilham bulmaya geliyor.



Tek yöne bilet alanların sayısı artacak
İnanıyorum ki, şu hızla kirlenen şehir hayatından kaçıp, tıpkı Gauguin ve Isson gibi saf kültürlerde ilham bulmaya giden sanatçı sayısı ileriki zamanlarda artacak. Onlar da “uygar kişiliğimden, çok ötelerde kalmış ilkel kişiliğime dönüyorum, özlediğim bir şeydi bu…” diyecekler. Bize içinde gezmemiz, hayran olmamamız için sığınak olacak eserler yaratacaklar. Belki bizler de, bu arzu ile oralarda gitmek isteyeceğiz. Ben, bu yazıyı hazırlarken, sanatçıların ateşli arzusunu kalbimde hissettim. Kalkıp gidemesem bile medeniyetin can yakmadığı yerlere sığındığımı düşündüm. Isson’un kuşlarıyla dertleşip, çiçeklerini kokladım, palmiyelerinden kendime şemsiyeler yaptım. Tüm bunları yaparken de iyi ki sanat var diye düşünüp bir daha şükrettim: İyi ki sanat var! İyi ki sanatçılar var!