Yakup Barokas anılarını kaleme almaya başladığında aslında bunları kitaplaştırmayı düşünmüyordu. Amacı, ağabeyi Rıfat’ın başından geçen komik, ilginç hikâyeleri bloğunda paylaşarak onu anarken okuyucusunu bir nebze gülümsetmek ve artık var olmayan bir döneme tanık etmekti…

Çocukluğumdan tanıdığım, sonrasında Şalom çatısı altında birlikte çalıştığımız Yakup kitabını basmak için beni aradığında, başlığına bakıp “Bir Yahudi’nin yaşamı, hele sıradansa kimi niye ilgilendirsin ki” diye düşünmedim değil. Ancak okudukça, hikâyenin pek de “sıradan” olmadığını, birçok önemli olayın ayrıntılarına değindiğini, Yakup’un yaşam serüveniyle birlikte dönemin Türkiye’si ve İsrail’inden kesitler sunduğunu gördüm. Okudukça kendi çocukluğumu, gençlik yıllarımı hatırladım… Çocuklarına ve torunlarına ithafen yazdığı bu samimi biyografiden keyif aldım.



Sevgili Yakup, başta bloğunda yayınlamayı düşündüğün anılarını bir kitaba dönüştürme fikri nasıl oluştu?
Bugüne kadar Şalom’da ve son yıllarda İYT web sitesinde binden fazla köşe ve başyazım yayınlandı. Mesleğim gereği de sayısız dilekçe ve mütalaalar yazdım. İstanbul Barosu ve Çevko Dergisinde birkaç bilimsel yazım, Aras Yayınevi’nden çıkmış “Yok Hükmünde” adlı kitapta da bir çalışmam yer aldı. Ancak kitap yazmak hiçbir zaman aklımdan geçmedi. Bu, hayatımızın üç yılını alıp götüren Korona’nın bir kazanımıydı diyebilirim. İki yıla üç kitap sığdırdım: “Türkiye Üzerinden Yasadışı Göç”, “Çocukluğumun Büyükadası 1951-1971” ve bu kitabım.
“Çocukluğumun Büyükadası” da aslında bir anı kitabıdır ve şimdi yayınlanan kitabın bir bölümünü oluşturabilirdi. Ancak saygıdeğer dostum Halim Bulutoğlu, ada anılarımı ilginç görüp “Adalı Yayınevi”nde yayınlamayı kabul etti. Büyükada kitabının oldukça ilgi görmesi, bloğumda yer verdiğim ve sonradan oldukça geliştirdiğim farklı dönem anılarımı bir kitaba dönüştürme düşüncemde etken oldu diyebilirim.

Geriye doğru baktığında, yaşamında özellikle etkilendiğin bir dönem oldu mu?
En etkilendiğim dönem, ailemin benden engelli bir abimin mevcudiyetini gizlediklerini öğrenmem ve kayıp olan Holokost Kurtulanı bu abim ile ilk kez yirmili yaşlarımda karşılaşmamdı. Onun başlı başına kitap olabilecek hikâyesini kaleme almakla başladım. Diğer abim de çok komik bir insandı. Yaptıkları arkadaş, akraba, tanıdık arasında yıllar boyu birer anekdot gibi anlatılırdı. Onları da kaleme alayım derken geriye üç kardeşten bir ben kalmıştım. Hadi kendi yaşanmışlıklarımı da yazayım diye başladım.



Bazen, yaşarken kanıksadığımız olayları, üzerinden zaman geçtikten sonra tahlil ettiğimizde pek de öyle sıradan olmadıklarını fark ederiz.
Okur eminim bunu fark edecektir. Benimki öyle nostaljik bir geri bakış değil. Yaşantımın belli dönemlerinde bir yol ayırımına geldiğimde bir seçim yaptım ve bu benim seçimimdi. Farklı bir seçim yapsaydım ne olurdu diye düşünmedim hiçbir zaman. “Millet ne der”i değil kendi doğrularımı yaşamaya çalıştım. Senin de belirttiğin gibi son tahlilde hayat serüvenimin pek sıradan olmadığının bilincindeyim. Bu kitabı kaleme almamdaki sebeplerden biri de bu zaten.

Gerek Türkiye gerekse İsrail’de ikişer kez uzun süreler yaşadın. Adaptasyon sürecinde seni en çok zorlayan ne oldu?
1980-1993 yılları arasında 13 yıl süre ile İsrail’de yaşadım. İsrail olanaklar açısından bugünkünden farklı bir ülkeydi, hele denklik sınavlarını başarıyla geçip avukatlık mesleğini sürdürmek isteyen biri için. O kişi çok genç yaşta Türkiyeliler Birliği’nin başkanı seçiliyor. Tabi ki onu en çok zorlayan lisan oluyor. O dönemde mahkeme zabıtları elle tutuluyor, bilgisayar yok, el yazısının okunması imkânsız.
Kitabın o bölümünde pek çok kişinin adı geçiyor. Adı geçenler, kitabı okuduklarında benimle özdeşleşeceklerdir. Nerdeyse 1980 Aliyası’nın tarihini yazdım. Geri dönüş acılıydı, ama sonuçta doğup büyüdüğüm, örf ve adetlerine aşina olduğum bir ülkeydi Türkiye. Yeniden döndüğüm avukatlık mesleğimle ilgili bir iki çarpıcı olayı aktarıyorum. Ancak benim ve eşim Nelly ile yaşantımızın odak noktasında Şalom var. Ailemden uzak kaldığımdan, Şalom, ailemiz yerine geçti. Şalom’un yetmiş beş yıllık bir tarihinden söz edebilirsek benimle ve benden sonraki dönemde görev alan arkadaşlar, eminim bu dönem anılarını okumaktan zevk alacaklardır.


Yakup Barokas

Samimi, sohbet dilinde yazdığın “hikâyende” dönemin ilginç olaylarına, iş ve sosyal yaşamına ve hatta pişmanlıklarına da yer verdin. Sonuç olarak okuyucuya iletmek istediğin mesaj nedir?
Üniversite yıllarında aynı sınıfta okuduğum Deniz Gezmiş ile askerlik dönemimde aynı tümende, onun idama mahkûm biri benim ise ayaklanma durumunda bunu bastıracak “Hazır Kıta” komutanı olarak bulunmam tabi ki çok acı. Diğer yandan Cumhurbaşkanı Demirel’in İsrail seyahatinde, onu Yahudi toplumu başkanı ile birlikte bir fotoğraf karesinde yakalamaya çalışan muhabirlik deneyimim de kayda değer.
Açıkçası renkli bir hayatım oldu, hayat çok bölünmüş olunca daha çabuk geçiyor gibi geldi bana. Belli bir mesaj vermeyi düşünmedim, tabi her deneyimimden okur belli mesajlar çıkarabilir isterse. Kitapta pişmanlıklarıma da yer verdim. Ancak bunlar seçimlerimin, hayatımın seyrini değiştirecek pişmanlıklar değildi. Yol veya iş kazaları diyelim… Kişi on yıldan fazla bir görevde bulununca olağan sayılabilecek tatsızlıklar.
Sonuç; “Sıradan bir Yahudinin biyografisi” adlı bu kitabımın, yaşamının her döneminde aktif olan bir bireyin gözünden toplumumuzun önemli bir bölümüne tanıklık ettiğine inanıyorum.