Haber fotoğrafı: Merve Dizdar

Bu yazım önümüzdeki sinema sezonunda izleyeceğimiz filmler hakkında aydınlatıcı bilgileri içeriyor…

76. Cannes Film Festivali umut vaat eden zengin programına rağmen beklentilere cevap vermeyen bir festival oldu. Ana yarışmaya katılan 22 film, yarışma dışı gösterilen sayısız film ve yan bölümlerde yarışan filmler arasında, sinema sanatına yenilik getiren bir sürpriz film veya bir başyapıt izleyemedik. Ancak İsveçli Ruben Östlund başkanlığındaki jürinin ödül listesi adil ve dengeli olduğu için eleştiri almadı. Ben kendi hesabıma, 7 ödülden sadece Mizansen Ödülünü kazanan Tran Anh Hugh’un “La Passion de Dodin Bouffant”dan tat alamadım.

ALTIN PALMİYELİ 3. KADIN
Ödül listesinde pek sürpriz yaşanmadı. 2 favori filmden biri, “Bir Düşüşün Anatomisi / Anatomie D’Une Chute” Altın Palmiyeyi, diğeri “İlgi Alanı / The Zone of Interest” 2.’lik ödülü sayılan Grand Prix’yi kazandı. Dengeli ödül listesiyle jüri 22 filmin en iyisini Altın Palmiye ile taçlandırdı. Justine Triet bu başarısıyla Cannes tarihinin 3. Altın Palmiyeli kadın oldu. Yeni Zelandalı Jane Campion 1993’te “The Piano” ile Cannes’ın ilk Altın Palmiyeli kadın yönetmeni olmuştu. 28 yıl aradan sonra bir Fransız, Julia Ducournau “Titane” adlı filmiyle bu ödüle ulaşan 2. kadın sıfatını kazanmıştı. 2 yıl sonra, yine bir Fransız olan Triet ana yarışmadaki 16 erkek yönetmeni arkasında bırakmayı başardı.
Tamamına yakını bir duruşma salonunda geçen “Bir Düşüşün Anatomisi”, edebi ve psikolojik derinlikli senaryosu, temposu hiç düşmeyen özenli mizanseni ve olağanüstü oyuncu kadrosuyla övgüyü hak eden bir film. Triet’nin Arthur Harari ile müştereken yazdığı senaryo bir dağ evinde yaşayan 3 kişilik bir ailenin trajedisine odaklanıyor. Yazar koca Samuel evin 2. katından düşüp ölünce karısı Sandra (Sandra Hüller) polisin gözünde tek şüpheli olur. Zira çocukları Daniel görme engellidir. Bu psikolojik dramada masumiyetini ispat etme durumunda kalan Sandra’nın hayatının en mahrem sırları duruşma salonunda açığa çıkar. Mükemmel diyalogları, karakter tahlilleri, edebi ve psikolojik derinliğiyle öne çıkan özgün senaryosuyla, Triet’nin ustalıklı mizanseniyle film izlenmeyi hak ediyor. Stanley Kramer’in “Nürnberg Mahkemesi” (1961) ve Billy Wilder’in “Beklenmeyen Şahit” (1957) gibi ünlü mahkeme filmlerin seviyesine yaklaşan bu film 2,5 saatlik süresinde polisiye gerilimi içinde anlatılıyor. Ödül törenindeki teşekkür konuşmasında Justine Triet’nin geceye damgasını vuran sert politik eleştirileri Fransa’yı ikiye böldü. Kültür Bakanı Rima Abdul Malak yönetmeni nankörlükle suçladı. Ancak Fransa’ya 10. Altın Palmiyesini kazandırdığı için Triet’yi tebrik etti.


Justine Triet


Grand Prix Ödülü “İlgi Alanı / The Zone of Interest” Holokost’u çağdaş bir bakış açısıyla ele alan çizgi dışı bir film. Martin Amis’in 2014 tarihli romanından yönetmen Jonathan Glazer’in senaryosunu yazdığı film, edebiyatla sinema buluşmasının parlak bir örneği. Film bizleri Auschwitz komutanının, ailesiyle yaşadığı, temerküz kampının bitişiğindeki bahçeli eve götürüyor. İngiliz yönetmen Glazer’in görsel yaklaşımı, hassas, olgun, sert mizanseni, Amis’in romanının özünü ve yoğunluğunu yakalıyor. Bu kan dondurucu film izleyiciyi insanlığından utanma noktasına götürüyor. Kâbus üzerine inşa edilmiş, kamp komutanı Rudolf Höss’ün karısı ve 5 çocuğuyla yaşadığı evin duvarları üzerinden, 1 milyon kişinin can verdiği Auschwitz’in gaz odalarının bacalarından çıkan dumanlar izlenebiliyor. Glazer son derece ürkütücü, dramatik, cüretli ve kışkırtıcı filmiyle kötülüğün bayağılığı ve sıradanlığını resmederek özgün ve tüyler ürpertici bir soykırım dramasına imzasını atıyor. Bu “hesaplanmış kötülük filmi”, László Nemes’in 2015 tarihli Saul’un Oğlu” başyapıtını akla getiriyor.

CANNES’IN İLK ÖDÜLLÜ TÜRK KADINI
Altın Palmiyede olduğu gibi En İyi Kadın Oyuncu dalının da 2 favorisi vardı. Birincisi ana yarışmanın en iyi 2 filminde rol alan, müthiş performansıyla kendisini festival izleyicilerine hayran bırakan 45 yaşındaki Alman aktris Sandra Hüller. Yer aldığı 2 film de ödül listesine girince, festival kurallarına göre aynı filme 2 ödül verilemeyeceğine göre, Hüller’in rakibinin önü açılmıştı. İkinci favori, “Kuru Otlar Üstüne” filminin kadın oyuncusu Merve Dizdar idi. Adı ilan edilince Merve büyük bir şaşkınlık, adeta bir şok yaşadı. Ben hiç şaşırmadım. Bunu, ödülü elinde basın toplantısından çıkarken kendisine anlattım. Festival kurallarını bilmeyen Merve, Hüller’i devirmenin şokunu yaşamıştı. Ertesi sabah Nice Havaalanında rastladığım Merve’ye, Nice-Matin’in 2. sayfasında çıkan güzel fotoğrafını gösterdim ve gazeteyi hatıra olarak saklaması için kendisine verdim. Zira kendisi Cannes tarihinde ödül kazanan ilk Türk kadınıydı. Aldığı ödülle Cannes’ın gözde yönetmenleri arasında yer alan, bu festivalde alınabilecek ödüllerin tamamına yakınına sahip olan, Türk sinemasının yetiştirdiği en büyük yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan’ın önünü kestiğini Merve’ye söyleyince üzüldü. Filmde, Merve Dizdar, bir Doğu Anadolu kasabasında öğretmenlik yapan, ideallerine ulaşamadığı için düş kırıklığı yaşayan bekar bir öğretmeni canlandırıyor.



“Kuru Otlar Üstüne”
İstanbul’a atanmayı umarken hizmetinin dördüncü yılını bitiren bir ilkokul köy öğretmeninin hikâyesini konu alıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın, eşi Ebru ve Akın Aksu ile senaryosunu müştereken yazdığı filmi “umut etmenin yorgunluğunu taşıyan öğretmenlerin” öyküsü olarak özetlemek mümkün. Aileyi, aşkı, ilişkileri merkezine alan film, yabancılaşma ve kenarlarda var olma gibi duygularla da izleyicilere içsel bir yolculuk yaptırmayı hedefliyor. Ebru ve Nuri Bilge Ceylan’ın objektifinden tablo güzelliğindeki görkemli fotoğrafların serpilmiş olduğu film, köy öğretmenlerinin çaresizlik ve çıkışsızlığını ustalıkla gözlere seriyor. Film 29 Eylül’de vizyona girecek.
76. Cannes Festivalinin tek komedi filmi, Aki Kaurismäki’nin “Düşen Yapraklar”ı, festival takipçilerinin yüreğini ısıtan film oldu. Sosyo politik yorumlarıyla ünlü Finli ustanın, bu kez romantik bir aşk öyküsünü anlattığı filmi hemen herkes beğendi. İki yalnız insanın yıldırım aşkını anlatan bu çizgi dışı filmin Jüri Ödülü almasına kimse karşı çıkmadı. Kendine özgü mizahıyla kara komedileri, minimalist filmleriyle ünlenen, insan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşmaktan hoşlanan Kaurismäki Cannes’da gönülleri fethetti. Sımsıcak hümanizmasıyla, sevgiye, dostluğa, yardımlaşmaya adanmış, hayata dair çok ince ayrıntılar sunan filmiyle, Helsinki’den bir traji-komedi izledik. Film tesadüfen karşılaşan, ilk ve son aşklarını bulmaya çalışan, sevgiye aç iki yalnız insanın, iki yalnız ruhun şiirli öyküsünü anlatıyor. Film adını Joseph Kosma’nın, sözleri Jacques Prévert’e ait ölümsüz şarkısından alıyor. Hem güldüren hem hüzünlendiren, hem de düşündüren bir film “Düşen Yapraklar”.
Evvelce Altın Palmiye kazanmış 5 yönetmenin (Ken Loach, Nanni Moretti, Nuri Bilge Ceylan, Wim Wenders, Kore-Eda Hirokazu) katıldığı 76. Cannes Festivalinde ödül listesine sadece N. B. Ceylan ve Wim Wenders girebildi. İkisi de filmleriyle değil, oyuncularıyla. Festival kuralları bir filme tek ödül verilmesini öngörüyor. Merve Dizdar En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazanınca “Kuru Otlar Üstüne”nin ödül şansı kalmadı. Cannes tarihinin 3 Altın Palmiyeli tek yönetmeni olma şansını yakalayamayan Ken Loach, yüreklere hitap eden “The Old Oak” filmiyle bu kez Cannes’dan eli boş ayrıldı. Veteran İngiliz yönetmen 87’sinde üretkenliğini sürdürürken, yine Paul Laverty’nin senaryosundan göçmen sorununu otopsi masasına yatırdı. Film madenlerin kapandığı için işsiz kalan insanların terk ettiği İngiltere’nin kuzey doğusundaki bir kasabaya gelen Suriyeliler üzerinden, sosyal hayatımızın kanayan yarası göçmenlerin sorunlarını ele alıyor. İnsan sevgisi ve yabancı düşmanlığı temalarını ustalıkla işleyen film umut vaat eden finaliyle beğenildi. Unutulmaz “Oğul Odası / La Stanza Del Figlio”nun (2001) yaratıcısı İtalyan Nanni Moretti “Geleceğin Güneşi / Il Sol Dell’Avvenire”de bir politik freske imza attı. Yarı otobiyografik, sinemanın yaratıcılarına saygı duruşunda bulunduğu melankolik filmiyle, Moretti topluma dair ince bir eleştiri getiriyor. Kendi sanatsal ve politik tercihlerini sorgularken, İtalyan solunun ölümü, psikanaliz gibi saplantılarını sarkastik bir komedide inceleme konusu ediyor. Başrolünü oynadığı filmde açıkça NETFLIX ve benzeri platformlara karşı olduğunu, filmlerini metroda cep telefonundan film izleyen Pensilvanya’lı çocuklar için yapmadığı söyledi. Film içinde film çekimini konu eden “Geleceğin Güneşi”nde Moretti, Margherita Buy ve Mathieu Amalric ile başrolleri paylaşıyor.
Sinema tarihinin en iyi filmleri listemdeki “Paris, Texas” başyapıtının yaratıcısı Wim Wenders yarışmaya katıldığı “Mükemmel Günler / Perfect Days”in başrol oyuncusu, Japon Koji Yakusho’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandırdı. Bir tuvalet temizleyicisinin bir günlük hayatını takip eden film, boş zamanlarını kitap ve müzik tutkusuna ayıran, basit hayatından memnun görünen orta yaşlı adamı anlatıyor. Altın Palmiyeli “Arakçılar”dan (2018) sonra yönettiği ilk Japonca film “Canavar / Monster” ile Kore-Eda Hirokazu 76. Festivalin düş kırıklığı yaratan yönetmenleri arasındaydı. 3 kişinin (anne, oğlu ve öğretmeni) gözünden anlatılan film, Akira Kurosawa’nın “Raşomon”unu akla getirdi.


Carys Douglas, Michael Douglas ve Catherine Zeta-Jones

CANNES’IN SKANDAL FİLMİ
Ana yarışmada olay yaratan filmler arasında Marco Bellocchio’nun Katolik Kilisesinin az bilinen bir skandalına odaklanan “Kaçırma / Rapito” öne çıktı. Kanunlara karşı gelerek ailesinden koparılan, kaçırılan 6 yaşındaki bir Yahudi çocuğun öyküsü, Bellocchio’nun etkileyici sinema diliyle festival takipçileri tarafından beğenildi. 1818’de Bologna’da gerçekleşen “beyin yıkama” operasyonunda, Yahudi Montera ailesinin çocuğu Edgardo, Papa’nın emriyle kaçırılır ve Roma’da papazlar tarafından Hristiyanlaştırılır. 2003’te Aldo Moro’nun kaçırılışını anlattığı “Günaydın Gece / Buongiorno Notte”den 20 yıl sonra, İtalyan usta “Rapito”da 19. yüzyılda gerçekleşen bir başka kaçırılma skandalına kamerasını doğrultuyor. Bellocchio “Her 2 kaçırılma da bir tür körlükle ilgili diyor. 84 yaşında üretkenliğini sürdürmesinin, formunu korumasını görmek sevindirici. Velayet ve insan haklarının, inanç özgürlüğünün ihlal edildiğini anlatan “Rapito”, din, bağnazlık, adaletsizliğe karşı direniş temalarının hakkını veriyor.
Film, Papa 9. Pius’u karikatürleştiriyor ama taraflara eşit mesafede duran dürüstlüğüyle inancı değil, kurum olarak dini eleştirmesiyle takdir topluyor. Bellocchio “Papa’yı filmi izlemeye davet ettim. Henüz cevap vermedi, görmesini çok isterdim. Bu arada bazı rahipler filmi gördü dedi. Bellocchio Cannes Festivalinin Onursal Altın Palmiye Ödülü sahibi. Bu yıl Festival iki Amerikalı aktöre de bu ödülü verdi. Açılış Galasında iki Oscar Ödülü sahibi Michael Douglas Festival Organizasyon Komitesinin verdiği Onursal Altın Palmiye Ödülünü Uma Thurman’ın elinden aldı. Festivalin açılışını Michael Douglas İngilizce, Catherine Deneuve Fransızca yaptı. Yılın 2. Onursal Altın Palmiye Ödülü, Indiana Jones serisinin nostaljik kahramanı Harrison Ford’a verildi. Filmini takdim etmek üzere sahneye davet edilen Amerikalı aktör, Festival Genel Direktörü Thierry Frémaux’nun ağzından sürpriz ödülünün açıklandığını duyunca çok şaşırdı. Ödülü Cannes Festivalinin ilk kadın başkanı Iris Knobloch’un elinden aldı. Salonda bulunan 2.200 kişi, 81 yaşındaki aktörü ayakta alkışladı. Serinin son filmi “Indiana Jones 5 ve Kader Kadranı”nda H. Ford Indy kostümünü son kez giydi.