Haber resmi: “Rosie the riveter” (Perçinci Rosie) 

ABD anayasasına 1920 yılında yapılan 19. değişiklik maddesi, kadınlara oy kullanma hakkı verir. Ama her şey -hatta bazı durumlarda hiçbir şey- parlamentolarda çözülmüyor. Kabul edilen yasaların bile, pratikte yaşama geçmeleri için, insanların onları benimsemeleri şartı vardır. Nitekim seçme ve seçilme özgürlüklerini kazanmış olmalarına rağmen kadınların, 1930’lu yılların sonuna kadar ABD’de yalnızca eş ya da anne kimliğini taşımaları beklenir, öğretmenlik, hemşirelik gibi mesleklerin dışında ekonomik yaşama katılmaları yadırganırdı. Hatta büyük kıyı şehirleri dışında, ABD’de ve Batı ülkelerinde kadınların itaatkâr, dindar, evcimen olmaları beklenirdi denilebilir. O yıllarda dünyanın süper gücü konumunda olan Almanya’da ülkenin lideri Hitler, Alman kadınının vatandaş olarak rolünü açıkça, “İyi anne ve eş olmak ve olabildiğince çocuk yetiştirmek” ile sınırlı görüyor ve konuşmalarında vurguluyordu.

Büyük buhran ve Savaşta kadınlar çalışmaya başladı
1929-1939 yılında ABD ve dünya, büyük bir ekonomik buhran yaşadı. Aile içerisindeki geleneksel roller büyük ölçüde sarsıldı. Pek çok ailede çocukları doyurabilmek için kadınların işe gitmesi gerekti. Ve 1942 yılının hemen başında, Pearl Harbour baskınından sonra, ABD halkı kendisini o güne kadar yaşanmış en büyük dünya savaşının içerisinde buluverdi. Ve bu harbe hiç hazır olmayan, silahı, güçlü bir ordusu olmayan ülke, Başkan Roosevelt’in emriyle eli silah tutabilecek olan bütün erkeklerini askerî birliklere aldı. Askere giden çok sayıda delikanlı, daha 18-19 yaşlarında bile, savaşa evlenip gitmeyi tercih ettiler. Yüzbinlerce genç kadın kocasının savaştan dönmesini beklerken yeni bir yuva kurma görevinin sorumluluğunu da üstlenivermişti.

Kadınlar artık ev işlerinin yanında, çiftlikleri ekip biçmeli, ailenin varsa işliklerini çalıştırabilmeli, işe gidip para kazanmalıydılar. Ayrıca savaşın kazanılabilmesi için sosyal çalışmalara katılmalı, cephedeki asker kocalarının morallerini yüksek tutabilecek haberleri gönderebilmeliydiler. Kısa zamanda belediye çalışanları, (temizlik işçileri, vatmanlar, otobüs şoförleri, memurlar) dükkân yöneticileri ve çalışanları, fabrika işçileri, hatta araba tamircileri kadın olmaya başladı. Bir yandan da ülke savaş uçağı, tank, denizaltı, gemi ve askerî mühimmat üretimine girişmeliydi. Ağır sanayide teknik çizim elemanları, laboratuvar teknisyenleri, kalite kontrol uzmanları, montaj işçileri hatta perçinciler hep kadındı.

İstatistiklere göre 1943 yılında 14-59 yaş arası - ülkedeki kadınların %46’sı artık evin dışında çalışmaktaydı. Tabi işyerleri bir anda değişiverdi. Artık fabrikalarda kadınlar için dinlenme odaları, kreşler inşa ediliyordu. Kadın saçlarının makinelere takılmaması için özel şapkalar, kadın iş tulumları dolayısıyla kadın pantolonları, (o tarihe kadar dünyanın hiçbir yerinde kadınlar pantolon giymezdi) kadınların oturarak çalışabilmeleri için yeni düzenler geliştirilmişti. Vardiyalar kadınların evlerini de çekip çevirmelerine uygun şekilde ayarlanmıştı.

Kozmetik sektörü savaş yıllarında patladı
Altını çizerek belirtmem gerekir ki, kozmetik sektörü o savaş yıllarında patladı. O tarihe kadar erkek işleri olan görevlere soyunmaları, kadınlara kadınlık içgüdülerini unutturmamıştı. Artık daha görünürdüler ve olabildiğince şık ve bakımlı olmak istiyorlardı. Daha doğrusu savaşın zor ve bunaltıcı ortamında kadınların bu morale ihtiyacı vardı. Sokaklar, sabahları vücutlarına uygun şekilde değiştirilmiş işçi tulumlarıyla, makyajlı, boyalı saçlı işe giden kadınlarla doluydu. “Rosie the riveter” (Perçinci Rosie) ismiyle anılan sanal kahramanın posterleri artık her yerdeydi. Rosie’nin makyajına dikkatinizi çekerim.

Atlantik’in diğer yakasında diğer bir süper güç adayı ülkede -Sovyetler Birliği’nde- durum hiç de farklı değildi. Sovyetler Birliği savaş sırasında 20 milyon erkek vatandaşını kaybetti. Savaşı sürdürebilmek için kadın gücüne ihtiyacı vardı. Savaş sona ermek üzereyken artık Sovyetler Birliği ordusunda makineli tüfekçiler, keskin nişancılar, bütün lojistik hizmetleri yapanlar, uçak pilotları, tank sürücüleri kadındı.

Cin bir kere şişeden çıkmıştı
Bütün bu yazdıklarım size bugün olağan geliyor olabilir. Ancak o tarihlerin öncesinde en ileri görüşlü düşünürün bile öngöremeyeceği sessiz bir devrim yaşanıyordu. Bu devrim, bana göre tarih boyunca yaşanmış en büyük devrimlerden biridir. ABD’de ve batıda kadının neredeyse 3.000 yıllık (daha öncesini bilemiyorum) geleneksel rolü ve sınırları 3-4 yıl içerisinde değişivermişti.

Sonunda savaş bitti ve sağ kalan erkekler 1945 yılında terhis oldular. ABD ve Batı Avrupa, kapitalist ekonomi gereği yeni aileleri doyurabilmek için orta sınıfını yaratmayı seçti. Ulusun geleceğe güvenle bakabilmesi için kadın tekrar geleneksel rolüne döndürülmeliydi. Kadınları baş tüketici olarak tekrar evine geri yollamak için bütün sistem çalışmaya başladı. Televizyonlarda, reklamlarda, popüler kültürde ve her yerde modern çamaşır makinesi gibi ev aletleriyle güzel aile evini çekip çeviren, bakımlı ev kadını imajı servis edilmeye başlandı. Fabrikalarda aynı işi yapmayı sürdürmek isteyen kadınlar ya işten çıkarıldı ya da erkek işçilere oranla daha düşük ücret almaları sağlandı. Ama cin bir kere şişeden çıkmıştı. Hiçbir şey savaş öncesiyle aynı değildi. Bir kere, savaşın bitiminden sonraki yıl istatistiklerine göre, ABD’de 6 milyon kadın, iş hayatının içinde kaldı. Eve geri dönmüş annelerin de artık kızlarına anlatacakları, iş hayatındaki başarı öyküleri vardı. 1968 Kuşağı kızları, bu öyküleri dinleyerek büyüdü. Ve tam 1968 yılında ülke çapında ve bütün Batı Avrupa’da, kadın işçilerin eşit ücret talebi grevleri patladı. Artık sadece entelektüel / aydın kadınlar değil, bütün Amerikan kadınları eşit olduklarının bilincine varmışlardı.

Önemli bir söz ve bir soru…
Bu dergi yazısını bir önemli söz ve bir soru ile bitireceğim.

Sözlerden birincisi kör ve sağır, yazar, eğitimci, siyasetçi ve düşünür Helen Keller’e ait. Şöyle demiş Keller; “Bir milletin medeniyet ölçüsünün, o milletin kadınlarının aydınlanma derecesi olduğunu düşünüyorum.”

Soruya gelince de şöyle; “Sizce süper güç oluşumunda bu gelişmenin de payı var mı?

Not 1:
1967 yılında artist, komedyen Mae West şöyle bir söz söyledi: “İyi kızlar cennete kötü kızlar her yere gider.” Bundan sonra, bu büyük “devrim”in nasıl geliştiğini biraz olsun anlamak için, Gözlem yayınlarından çıkan “Maymunlar Patatesler ve Berlin Opera Binası” isimli kitabımdaki, “1968” başlıklı yazıyı okumanızı öneririm.
Not 2:
DERGİ için yazı yazmadan önce her seferinde o ay hangi konuyu işlememin uygun olacağını düşünür yazımı ona göre düzenlemeye çalışırım. İlkokulun birinci sınıfından bu yana Kasım ayında aklıma hep Atatürk gelir, yaptıklarını düşünürüm.
Notlarıma baktım ve bu sefer bu yazımın DERGİye ve Kasım ayına uyabileceğini fark ettim. Atatürk benim bu yazıda yazdığım gelişmelerden yıllar önce kadınlarımız için yaşam şeklinin nasıl olması gerektiğine işaret etmişti.