Haber fotoğrafı: Conrad Hilton

Bir devrin en kozmopolit metropollerinden olan İstanbul’un metropollüğü sadece “Pera”-Beyoğlu’nda, Şişli’de, Nişantaşı’nda göze çarpıyordu. Geri kalan tarafları kaldırım, çamur, yolun ortasından akan dereler, at hatta öküzlerin çektiği arabalar… hasılı İstanbul, büyük bir köy görünümlü şehir profilindeydi.

Zihniyetimizi ayarlamalıyız diyordu, zamanın basınında çıkan 1 Eylül 1953 tarihli bir yazı. Türkiye inkişaf halinde bir memlekettir. Lakin Türkiye’nin medeni memleketlerdeki modern zihniyete göre bir inkişaf grafiği çizdiği iddia edilemez.”

Atatürk, şehre bir “master plan” oluşturması için zamanının önde gelen şehircilerinden Henri Prost’u getirttiyse de projelerinden kimi uygulamaya kondu, kimi rafa kaldırıldı ne yazık ki! İşte şehrin en güzel konumunda yükselen Hilton Oteli de aşağıda sayacağımız bir dolu özelliğinin yanında, her şeyden önce eskiden Taksim’den başlayıp Nişantaşı’nda biten Prost Planı’ndaki kamusal Taksim (İnönü) Gezi’sinin bütünlüğünü delen yapılardan biri oldu.

Ja.Ja (Zsa Zsa Gabor)
Can Dündar’ın kaleminden öğrendiğimiz kadarı ile, bir aşk hikâyesine bağlarlar İstanbul’da bir Hilton’un açılabilmiş olmasını. Henüz 13 yaşında Macaristan güzeli seçilen Tatar kızı Ja.Ja’yı (Zsa Zsa Gabor), savaş kapıya dayanınca babası, kâğıt üzerinde bir evlilikle İstanbul’a götürmesi için Türk büyükelçiliğinden tanıdığı Burhan Belge’ye verir. Diplomatik çevrelerde İnönü çifti, hatta Atatürk ile tanışan Ja.Ja, 1939’da boşanıp Amerika’ya gittiğinde, orada Conrad Hilton ile tanışıp evleniyor ve bir şekilde kocasını, o hayranı olduğu İstanbul’da bir otel açmaya ikna ediyor. Bu romantik hikâye ne kadar hoşumuza gitse de, her aklı başında insan gibi, elbette Conrad Hilton’un bu işin hesabını yapmadan eşinin aşkına maceraya atılmamış olacağını biliyoruz da, illa ki kulağına kar suyu kaçırmıştır ki, “Büyük şeylere ulaşmak için büyük hayallere sahip olmanız gerekir” prensibi ile başarıyı yakalamış biri olarak Conrad, reklam kampanyalarını yöneten Don Draper’e: “Bana, ‘Vay canına!’ dedirtmeni istiyorum. Dünyanın her yerinde Hilton istiyorum. Ayda bile Hilton istiyorum. İstikametimiz orası! talimatı ile ayda olmasa bile, Amerikalılara ay kadar yabancı olan İstanbul’da Hilton Otelleri’nin Amerika’dan sonra yurtdışında açılmış üçüncü örneği, İstanbul’un ilk 5 yıldızlı otelinin startını veriyor.



Connie’nin sarayı
Amerikalı mimarlar Skidmore, Owings ve Merill tarafından tasarlan otel için Türk mimarlardan Sedad Hakkı Eldem yerel danışmanlık yaptı. Onun işi, tüm Hilton otellerinin de ayrıcalığı olan, otele yerel birtakım özellikler katmaktı. Mesela girişin üzerine tasarladığı ve bugün hala mevcut olan uçan halı görünümündeki saçak… Hilton Oteli, döneminde yapım kalitesi, dekorasyonu ve “ilk”leri ile Türkiye’ye uluslararası otel zincirlerinin işletmeciliğinin tanıtıcısı oldu. Yapımında kullanılan teknoloji ve ürünler, Türkiye’de doğru dürüst malzeme bulunamadığından tamamı ithal idi. Elektrik tesisatını Siemens üstlendi. İlk kez kabloları geçirmek için galvaniz boru kullanıldı. Tesisat o kadar kaliteliydi ki, muhtemelen son tadilatına kadar ne bir şey bozuldu ne bir tamir ihtiyacı oldu.


Hilton İstanbul, 1950’li yıllar için rekor sayılabilecek bir sürede, 21 ayda tamamlandı. Doğu Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük oteliydi. O yıllardaki otellerden farklı olarak, her odasının bir özel banyosu ve balkonu vardı. 278 oda ile hizmete giren otele 1966 yılında 150 oda daha eklendi. Alt katında otel müşterilerinin ihtiyaçlarına cevap verecek antikacı, kuyumcu, kuaför, pastane gibi bazı dükkânlar, çakıl taşları ile süslü bir bitki vahası etrafında toplanmıştı. Kabul ve çay salonları da bu katta olup geniş camlarla manzaraya açılmaktaydı. Bahçe katında Şadırvan balo salonu, Karagöz Bar ve Lalezar Bar, “İstanbul’un çatısı” denilen tepede Roof Bar, sosyetenin ve İstanbul elitinin vazgeçilmez uğrak noktalarındandı.


Merle Oberon ve Conrad Hilton


Açılış
Conrad Hilton, açılışın da en az oteli kadar görkemli olmasını istiyordu. Bu nedenle kutlamalar beş gün beş gece sürecek şekilde planlanmıştı. Adeta bütün Hollywood buradaydı. Sinema yıldızları, modacılar, basın mensupları, modeller, iş adamları... Conrad’ın çapkın oğlu ve Elizabeth Taylor’un kocalarından biri olan Nick ile, Hilton’un kişisel 106 konuğu İstanbul’a “Uçan Halı” ve “Sihirli Halı” adlarında iki özel uçak ve 1.200 valizle gelmişlerdi. Gündüz Taksim anıtına bir çelenk koyan Conrad Hilton, oradan otelin önüne geldi. Yanında İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay ile Olivia de Havilland, Ann Miller, Terry Moore, Sonja Henie, Diana Lynn, Merle Oberon gibi o günün en gözde yıldızları eşliğinde saat tam 12’de cebindeki kutudan aldığı altın bir anahtarla kilidi çevirdi ve valiye dönerek, “Buyurunuz, kapının kulpunu da siz çeviriniz dedi.


Terry Moore ve Nick Hilton

İçeride konukları yerel giysiler giymiş genç kızlarımızın servis ettiği zengin bir kokteyl bekliyordu. 13.30 gibi Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Menderes, Amerikan Sefiri, diplomatlar ve hemen hemen tüm vekillerin katıldığı öğlen yemeğine geçildi. Muhteşem, olağanüstü, şahane kelimeleri ile ifade edilen gece balosu için ise, o günkü gazeteler şıklık yarışı yanında “şampanyalar su gibi aktı” ifadesini kullandılar. İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, konuklara İngilizce hitap etti: “Bugün Türkiye’nin ayı ile Amerika’nın yıldızları bir araya geldi, eski dünya yeni dünyayı kucaklıyor.”

Elitler yarışı
Tabiri caizse el-ayak çekildikten sonra bu sefer de seçkin tabakanın Hilton’da vakit geçirme yarışı başlamıştı. Orada bulunmak, görülmek bir ayrıcalıktı. Barında takılmak, beş çayında eş-dostlarla muhabbet etmek... Hele ki otelde konaklamak… “Hilton’da bir gecelik oda parasına Boğaz’da ev alırsın” rivayeti dolaşıyordu kulaktan kulağa. 1955-61 tarihleri arasında otelde görevli olan Hayk Madoyan’a göre, orada çalışmak da ayrı bir prestijdi! Kokteyller, balolar, Dior, Cardin yanında Vakko gibi markaların defileleri, kongreler... Otel, aynı zamanda İstanbul sosyetesinin düğün için tercih ettiği bir mekân haline geldi. İsmet İnönü’nün 83. doğum günü pastası bu otelde kesildi. İstanbul’a bir gecelik kaçmak yapan ancak paparazzi’lerin gözünden kaçmayan Brigitte Bardot, Marlon Brando, 007 Bond (Sean Connery), Muhammed Ali, Henry Kissinger, Eartha Kitt, Irak Kralı İkinci Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin’in annesi Kraliçe Zeyn, Osmanlı hanedanından gelme Mısırlı Prenses Hanzade; Ürdün Kralı Hüseyin’in eski eşi Kraliçe Dina, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, İngiliz kraliyeti, Monaco Prensi Rainier ile eşi, Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül Hak, Hollanda Prensi Bernard, Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku, Sovyetler Birliği Lideri Mihail Gorbaçov, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping… Hilton İstanbul, dünden bugüne, tabiri caizse birkaç ülkenin nüfusundan daha fazla sayıda konuk ağırladı.


Hilton telefon odası

İlkler
Açılışta Conrad Hilton’un Ann Miller ile pistteki rumba gösterisine eşlik eden Eduardo Gadea Orkestrası, o günden itibaren otelin baş orkestrası olmuşken, 1961 “Hilton İstanbul Birinci Müzik Festivali”, yerli orkestralarımız için milat oldu. İsmet Sıral orkestrası uzun süre Hilton’un vazgeçilmezi oldu. Ayla Dikmen, Asu Maralman, Özdemir Erdoğan, Erol Büyükburç, Süheyl Denizci, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Şenay, Kanat Gür ve Önder Bali gibi müzisyenler burada isim yaptı.

Otelde Türk kahvesi ikram edilirken ona “bir kahvenin kırk yıl hatırı olduğu” anlatıldığında, otelcilik guru’su Hilton, bu fikri derhal tüm otellerinde uygulamaya başlıyor. Öyle ya, yorgun argın dönmüşsünüz, rahat bir koltuğa oturtulmuşsunuz, adı üstünde “Taze elden, taze pişmiş taze bir yorgunluk kahvesi”nden daha dinlendirici ne olabilirdi? Otelin kahveci güzellerinden, sonradan şöhreti yakalayan Güngör Bayrağı da atlamayalım.


Marlon Brando'ya fal


Elbette ki, Hilton’un getirdiği yenilikler nispeten muhafazakâr karakterli toplumumuzda hemen kabul görmedi. “Eski köye yeni âdet” diyenler de oldu. Ancak zaman içerisinde Hilton’un getirdiği standartlar yerleşecek, yaygınlaşacak ve Hilton, İstanbul’da, gerek hizmet gerek yeme-içme, gerek kongre turizmi alanlarında bir referans noktası olarak kabul görecekti. Uluslararası organizasyonlarda tercih edilir bir mekân haline gelen otel, otomatik telefon santrali, kart anahtar sistemi ve Türkiye’de TL fiyat uygulamasına geçen ilk otel oldu. Dünyada bilgisayarlı sistem, TV’li odalar ve faks hizmeti de müşterilerine sunduğu ilkler oldu. İlk yuvarlak masa toplantıları, ilk defileler, güzellik yarışmaları, ilk “happy hour”lar da burada gerçekleşti.


Açılışa gelen su perileri

İlk yapıldığında, otelin havuzu, kışın buz pistine dönüşüyordu. Ancak nedense İstanbullular buz pistini sevemediler. Bunun üzerine mimar Sedat Hakkı Eldem tekrar devreye girerek Conrad Hilton’un ayak izi şeklinde tasarladığı ve halen şehirdekilerin en büyüğü özelliğini koruyan havuzun açılışı da çok görkemli oldu. Yurt dışından gelmiş su perilerinin ışıklı gösterisi günlerce konuşuldu. Zamanla partilerin, organizasyonların, davetlerin, iş sohbetlerinin ve beş çaylarının, yılbaşı balolarının yaşandığı jet-sosyetenin buluşma noktası oldu.



1959 yılının bir Nisan gecesinde Hilton’un Balo Salonu “Altın Trompetli” Louis Armstrong’u konuk etti. Bu da otelin tarihine yazılan bir gece oldu, zira kabul edilemez bir hata yapılmış ve programla aynı zamanda başlatılan yemek servisinde çatal-kaşık seslerinin müziğe karışmasını ünlü sanatçı hakaret kabul ederek salonu terk edince, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi devreye girip durumu tatlıya bağlamış ve gece eşsiz bir müzik ziyafetine dönüşmüştü.

Gel zaman - git zaman
Demirbaşları ile özelleştirilen İstanbul Hilton Oteli ve arazisi, ihale sonucunda 2005’te 225 milyon 500 bin dolara, Aydın Doğan ve ailesinin sahibi olduğu Ortadoğu Otomotiv’e geçti.

Bugün Hilton halâ, Amerika dışında var olan otelleri içinde en uzun süreli hizmet vereni olarak benim jenerasyonumun, İstanbul otelleri arasında en çok kendimizi evimizde hissettiğimiz, “Bu benim otelim” dediğimiz oteldir; çünkü çok sık gitme fırsatımız oldu, çünkü orada çok zaman geçirdik, çünkü biz orada, onunla büyüdük.