Haber resmi: Şahmaran Efsanesi


Bereketli topraklardır Anadolu…
Kadim Medeniyetlerin yuvasıdır Anadolu…
Her konuda olduğu gibi efsaneler ve mitolojiler bakımından da tam bir derya deniz.
Başımızı nereye çevirsek karşımıza “ders” niteliğinde öyküler çıkar...
Kimi zaman gülümseme ile karşılaştığımız kimi zaman iki damla gözyaşı ile…
Çoğu zaman bir aşk hikâyesi…

Şahmaran bir insan mı bir yılan mı?
Yolunuz Tarsus’a düşerse Şahmaran’ın hikâyesini dinlemeden ve üzerinde düşünmeden bu kentten ayrılmayın. Şahmaran, hayatın iyiliğinin-kötülüğünün-nankörlüğünün, sadakatinin ve değişim dönüşümün hikâyesidir. Bilginin ve bilgeliğinin gücünden, sır saklamanın öneminden, seven ve sevilen arasındaki ilişkinin dinamiklerinden bahseder.

Her kelimesi ile değerli, her kelimesi ile düşündüren bu öykü, efsanevi kayıtlarda ve tanımlamalarda dişi bir varlıktır. Şahmaran efsanesine göre, Tarsus’ta yerin yedi kat altında yaşayan yılanlar varmış. Meran adı verilen bu yılanlar huzur ve sükût içinde yaşarlarmış. Yılanların kraliçesine de “Şahmaran” adı verilirmiş. Şahmaran’ı ilk gören baltası ile dolaşarak odun kesmeye çalışan fakir genç bir köylü imiş. Adı da Cemşab imiş. Cemşab arkadaşları ile birlikte bal dolu bir mağara keşfetmiş ancak arkadaşları tarafından orada terk edilmiş. Çıkış yolu arayan Cemşab kendini, eşi benzeri görülmemiş, çiçeklerle benzenmiş, yılanlar ile dolu bir bahçenin ortasında buluvermiş. Uzun yıllar yaşadığı bu bahçede Şahmaran ile dostluk kurmuş. Gel zaman git zaman ailesini özleyen Cemşab bu sırrı saklamak koşulu ile yeryüzüne dönmüş. Ülkenin padişahı hastalanınca bilgeler ilacın Şahmaran etinde olduğunu söylemişler. Vezir Cemşab’ı kandırıp Şahmaran’ın yerini söylemeye zorlamış. Şahmaran, Cemşab’a “Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu vezire içir, etimi de padişaha yedir” demiş. Vezir ölmüş, padişah iyileşmiş ve Cemşab da vezir olmuş. Söylentilere göre Şahmaran’ın öldüğünü yılanlar henüz bilmemektedir. Masallarda yılan kötü olarak tanımlansa da Şahmaran doğurganlığın, bereketin, bolluğun ve iyiliğin sembolüdür. Bu figürü içeren resimler Anadolu’da nazardan korunmak, şans getirmesi amacı ile kapının girişine asılır. Şahmaran kendisine kötülük eden sevdiğini sonuna kadar koruduğu için sadakatin de sembolüdür. Salyangoz, yılan, kurbağa gibi hayvanlar, yaşadıkları dönüşümlerden dolayı hayatın döngüsü ile ilişkilendirirler. Bu düşünceye ek olarak, yılan kabuğunu her değiştirdiğinde yeniden doğacaktır. Bu yönü ile ölümsüzlüğü simgeler. Tıbbın sembolü olan yılan ve asa bir dizi tarihî ve etik değerleri içinde barındırır. Asa bilgi ve bilgeliği, yılan ise sağlık ve gençliği temsil eder.

Sarı Kız – Hasanboğuldu – İda Dağları
Ülkemizin doğal güzellikler anlamında tercih edilen yerlerinden biri olan Kaz Dağları, oksijen dolu havası, zengin su kaynakları ile günümüzün en gözde yerlerinden biridir. Doğa, Kaz Dağlarına cömert davranırken bu bölgede efsanelerin oluşmasını doğal karşılamak gerek. Bilinen en eski efsanelerden biri Sarıkız Efsanesidir.


Sarıkız, güzelliği ile dillere destan bir genç kızdır. Bir zaman sonra güzelliği başına bela olur. Onu çekemeyenler, hakkında dedikodu yaparlar. Babası kızını alır ve Kaz Dağlarının tepesine bırakır. Söylentiye göre, Sarıkız dağlarda yaşarken yanına yaklaşan bir kaz ona birkaç yumurta verir. Sarıkız bu yumurtaların çatlamasına ve doğan kazların büyümesine tanık olur. Günlerden bir gün, yolunu kaybeden iki yabancı, zirvede Sarıkız ile karşılaşır. Sarıkız bu yabancıları kurtarır, besler ve sağlıklarına kavuşturur. Bu yabancılar dağdan indikten sonra köy halkına, “Kaz Dağlarında çok güzel, ermiş bir kız yaşıyor” demişler. Bu sözler Sarıkız’ın köyüne, anne ve babasına ulaşır. Anne ve baba çocuklarına duydukları özleme daha fazla dayanamayarak Sarıkız’ın yanına giderler sevgi ve hasretle kucaklaşırlar.
Kaz Dağlarına ait bir diğer efsane ise hüzünlü bir aşk hikâyesidir. Pazarda yetiştirdikleri ürünleri satarken tanışıp birbirlerine âşık olan Hasan ve Emine, evlenmek ister. Ne yazık ki, Emine’nin ailesi bu evliliğe sıcak bakmaz ve Hasan’ın, kızlarıyla evlenmeyi hak etmek için, zorlu bir görevi yerine getirmesi gerektiğini söylerler. Kırk kilo ağırlığındaki tuz çuvalını taşımak Hasan için mümkün değildir. Olduğu yerde yığılır kalır. Emine sevdiğinin gölde boğulduğunu düşünür ve kendi hayatına son verir. Hasan’ın boğulduğu gölün adı günümüze kadar Hasanboğuldu olarak gelir.


Hasanboğuldu Göleti

Kaz Dağlarının bir diğer adı İda Dağı’dır. Tanrıların Atası olan Zeus ile Olymposlu tanrıçaların en güçlüsü olan Hera, İda Dağlarının tepesinde yapılan bir tören ile evlendiler. Bu evliliğin fırtınalı gidişatı mitolojide birçok hikâyeye yön verecek ve İda Dağı ünlenecektir. Yunan Mitolojisinin en önemli karakterlerinden biri olan Paris, İda Dağı’nda büyüdü. Paris, Zeus tarafından en güzel tanrıçayı seçmekle görevlendirilir. Bu, dünyanın ilk güzellik yarışmasıdır. İda Dağı Troya Savaşı sırasında da önemli bir yere sahiptir.
Tanrılar bu uzun savaşı İda Dağları tepelerinden izlerler. Hera ve Zeus farklı tarafı desteklemektedir. Hera, Zeus’u kandırır ve Zeus’un dağın zirvesini bulutlarla kaplamasını sağlayarak savaşa müdahalede bulunmasını engeller.
Anlaşılan o ki, Kaz Dağları asılardır gündemde ve gündemde kalmaya da devam edecek.

Defne’nin gözyaşları
Şimdi de rotamızı Hatay Antakya’ya çeviriyoruz. Antakya’da da hüzün başrolde. Defne’nin gözyaşları efsanesi yürekleri dağlıyor. Rivayet edilir ki, Apollon ırmak boyunda gezerken güzel su perisi Defne’yi görür. Ve görür görmez âşık olur. Peri Defne, gönlünü bir tanrıya kaptırmamak üzere kendine söz vermiştir. Biri kaçar diğeri kovalar. İşte tam da o anda Defne, “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru” sözleriyle doğa anaya yalvarır. Bu içten yalvarış üzerine, su perisi kokulu yaprakları, kökleri toprağa uzanan dalları ile bir ağaca dönüşür. Apollo şaşkınlık ve hayretle bu olayı izler ve “Bundan böyle Apollo’nun kutsal ağacı sen olacaksın. Solmayan ve dökülmeyen yaprakların ile başıma taç olacaksın. Ve zafere ulaşan her kahraman alınlarını senin yaprakların ile süsleyecekler” der. Apollon, Defne yapraklarından yaptığı tacı başından hiç çıkartmaz. Efsaneye göre bu olay Hatay’ın Harbiye beldesinde geçmiştir.


Antakya’nın Arkeoloji Müzesi’nde bulunan “Apollo ve Dafni” mozaiği görülmeye değer. Ayrıca halk bu yöredeki meşhur şelalelere “Dafni’nin Gözyaşları” adını verir. Bu şelaleler defne ağaçları arasında akmaktadır.
Tarih boyunca barışı, saygınlığı zaferi simgeleyen defne ağacı, Hatay’ın sembolü haline gelir.
Defneden bahsederken, iki ünlü sanatçıdan da söz etmek gerekir. Barok dönemin ünlü sanatçısı Gian Lorenzo Bernini ile sembolizmin ve art nouveau’nun temsilcilerinden Gustave Klimt. Bernini’nin mitolojik aşk hikâyesini yansıtan 243 cm yüksekliğindeki “Apollo ve Dafni” heykeli, Roma’da Borghese Galerisi’nde sergileniyor. Eserin altındaki Kardinal Maffeo Barberini’nin şu dizeleri dikkat çekmekte: “Kaçışı takip etmeyi seven insanların, sonunda ellerinde sadece yaprakları ve acı meyveleri kalır.” Gustave Klimt’e gelince, meşhur eseri “Öpücük” tablosu ilk akla gelenlerdendir. Bu tablo bazı yorumculara göre Apollo’nun Defne’yi öptüğü anı temsil etmektedir. Bu eser Avusturya’nın Belvedere Saray’ında bulunmaktadır

Kısa Kısa
Efsaneler söz konusu olunca, hepsinin dikkatle okuması, incelenmesi ve satır aralarına önem verilmesi gerekir. Şimdi de bazı efsanelere kısaca değinelim.
Kızını kötülüklerden korumak isteyen kralın yaptırdığı Kızkulesi İstanbul’un adeta bir simgesidir.
Ege bölgesine ait Yabangülü Efsanesi, bir çingene kızın sadece dolunayın olduğu gecelerde, halkını bir canavardan korumak için yaptığı büyülü dansını anlatır.


Yabangülü Efsanesi

Ünlü şair Baki’nin dizelerine konu olan Ferhat ile Şirin Efsanesi günümüze kadar gelen ilahi aşkı anlatır.
Şanlıurfa’da bulunan Balıklı Göl Efsanesini kısaca anlatmak mümkün değil. Ancak, Hz. İbrahim’in üzerine atılan ateşin suya, yakılan odunların ise balığa dönüştüğünü söylemekle yetiniyorum. Balıklı Göl’ün bu kadar çok ilgi çekmesinin en önemli sebebi, tüm bu olayların bir mucize olduğuna inanılması ve göldeki balıkların kutsal sayılmasıdır. Balıklı Göl’de yaşayan balıkları tutanların başına çeşitli belalar geleceği rivayet edilir. Bu sebeple bu göldeki balıklara kimse dokunmaz.
Kütahya’da bulunan Yoncalı Hamam Efsanesi ise mutlu sonla biten nadir efsanelerden biri. Amansız bir hastalıktan kurtulan valinin kızı ile bir çobanın hikâyesi dilden dile dolaşır. Evlenmelerine müsaade eden baba, herkese şifa olsun diye Yoncalı’ya bir hamam ve bir cami yaptırmış. Şimdilerde ise Yoncalı’ya yapılan çok sayıda hamamın şifa dağıttığına inanılıyor.

Kaynakça:
https://dergipark.org.tr
https://tr.wikisource.org
https://www.kulturportali.gov.tr
https://tr.wikipedia.org
https://turkherptil.org
https://www.cumhuriyet.com.tr
https://www.balikesir_edremit.gov.tr
https://www.hisglobal.com.tr
https://anadoluyugeziyorum.com