Fotoğraflar: Bilge Serdar Samanlı
Saraybosna
Sabah erkenden, Sırp ormanlarından içinden birkaç saatlik bir yolculuk sonrası, Sırbistan ile Bosna-Hersek sınırı çizen Drina Nehrini geçtik. Öğle yemeği molasını Drina kıyısında güzel manzaralı bir yerel restoranda verdik. Saraybosna’ya akşamüzeri vardık. Otobüsten indiğimiz yerin yakınında Saraybosna’nın anıtsal belediye binası gözümüze çarptı. Saraybosna şehrinin içinden geçen Milyatrska Nehri kıyısında yükselen bu kalemsi yapının ön cephesindeki Rönesans tarzı kemerler dikkat çekicidir. Ayrıca binanın bir köşesindeki cami mihrabını andıran detayı da ben fark ettim. 1896 yılında inşa edilen belediye binasının tanık olduğu en önemli olay, 1914 yılında Avusturya-Macaristan veliahdı Franz-Ferdinand’ın ziyaretidir. Franz-Ferdinand aynı gün Gavrilio Princip isimli bir Sırp genci tarafından öldürülmüş, bu da Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen bir kıvılcım olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası Bosna Hersek Ulusal Kütüphanesi olarak kullanılan bina, 1992 yılında Sırp saldırıları sonrası tahrip edilmiştir. Yeniden inşasına 1996 yılında başlanan bina, 2014 yılında tekrardan Saraybosna belediye binası olarak hizmete girmiştir.
Rehberimiz eşliğinde Saraybosna’nın Başçarşı bölgesine doğru yürümeye başladık. Buradaki ortam insanı Avrupa’da değil de bir Anadolu kasabasında hissettiriyordu, zira cami minareleri ve Osmanlı mimarisinde evler mahallenin mimarisini oluşturmakta. Uğramasak da yakından geçtiğimiz altı kubbeli Bursa Bedesteni bu atmosferi daha pekiştirmekte.
Saraybosna’da ilk uğradığımız anıt, Gazi Hüsrev Bey Camii idi. 1531 yılında Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan bu güzel cami, Osmanlı mimarisinin Türkiye dışındaki en güzel örneklerinden biridir. Caminin kubbesinin yüksekliği 24,4 metre olup güneydoğu, güneybatı ve kuzey cephelerinde yarım kubbeler vardır. Caminin minaresinin yüksekliği 45 metreyi geçmektedir. Cami külliyesinin doğusunda iki adet türbe bulunmaktadır bunlardan biri daha büyük olup Gazi Hüsrev Bey’e ait iken daha küçük olan türbe ise Murat Bey’e aittir.
Başçarşı’nın hemen yanındaki Ferhadiye Caddesi’nde ise ortan bir anda değişmekte, Avrupai bir görünüm almaya başlamaktadır. 1878’deki Berlin Antlaşması, Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan himayesine geçmesini sağlamış, bunun sonucu olarak Saraybosna’da Viyana stilinde binalar yapılmaya başlanmıştır. 1889 yılında yapılmış olan çift kuleli Saraybosna Katedrali’nin önündeki Avusturya Meydanı, Viyana stilinde binalarla çevrilidir. Katedrale sırtınızı çevirdiğinizde karşınızda binaların arasından Dinar Alplerini göreceksiniz. 1984 yılında Bosna Kış Olimpiyatları bu dağlarda düzenlenmiştir. 1990’lı yıllardaki savaş sırasında Dinar Alplerinde konuşlanmış Sırp ordusu, Saraybosna’yı havan ve keskin nişancı ateşine tutmuştur. Avusturya Meydanı’nın ortasında bir Sırp havan mermisinin isabet izi kırmızı renge boyanmıştır ve “Saraybosna Gülü” muhafaza edilmektedir.
Sırp havan mermisinin isabet izi
Ferhadiye Caddesi’nin bitiminde ise İkinci Dünya Savaşı’nda ölen asker ve sivillerin anısına 1946’dan beri yanmaktan olan Sonsuz Ateş’i gördük.
Mostar şehri
Ertesi gün ise Mostar şehri turu için yola çıktık. İlk molamızı Neretva Nehri üzerindeki Konjic kasabasında verdik. Bu kasabanın en önemli anıtı, Neretva’nın iki yakasının birbirine bağlayan ve 1682 yılında açılmış olan kemerli Osmanlı köprüsüdür. Köprü ve karşı yakada yükselen cami minaresi, Konjic’e “Avrupa’nın ortasında bir Anadolu kasabası” görünümünü vermektedir. Molamız sırasında nehre ve köprüye hâkim bir kafede Boşnak kahvesi içtik. Boşnak kahvesi, Türk kahvesine çok benzemekte ancak şeker ayrı olarak getirilmekte ve siz karıştırmak zorundasınız.
Otobüsümüze geri döndük ve bir sonraki durağımız olan Mostar’ın yolunu tuttuk. Neretva’nın yemyeşil vadisi boyunca ilerleyen dolambaçlı ve sayısız tünele sahip yol üzerinden Mostar’a geldik. Şehrin dar ama kalabalık sokaklarından yürüyerek Mostar’ın simgesi olan Eski Köprü’ye vardık. Mostar’ı ikiye bölen Neretva Nehrinin iki yakasını bağlayan köprü, 1557-1566 yılları arasında, Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatıyla yapılmıştır. Köprünün tasarımı ise Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayreddin’e aittir. Bu yüzden Eski Köprü’ye “Köprülerin Süleymaniyesi” dense son derece doğru olur.
9 Kasım 1993 tarihinde, Boşnak-Hırvat savaşı sırasında Eski Köprü Hırvat topçusun ateşiyle yıkılmıştır. Bunun ardından şehrin iki yakası bir süre geçici bir köprüyle sağlanmıştır. Eski Köprü ise aralarında Türkiye Cumhuriyeti’nin de olduğu birçok ülkenin katkılarıyla yeniden inşa edilmiş ve 23 Temmuz 2004 yılında hizmete açılmıştır. Köprüden Neretva Nehrine atlamak bir Boşnak geleneğidir.
Öğle yemeğimiz için yerel bir restoranda “Çevapi” olarak bilinen Boşnak usulü leziz pide arası köfte yedik ve içecek olarak da Boşnak ayranı içtik. Çevapi köfteler küçük ve ince olup Tekirdağ veya Silivri köftelerini andırmaktadır ve tatları da epey lezzetlidir.
Bir sonraki uğrak noktamız olan ve Buna nehrinin kaynağına yakın bir yerde kurulmuş olan Blagay Tekkesi’ne nehrin yemyeşil vadisinde, akan suyun şırıltıları ve ağustos böceklerinin sesleri eşliğinde yürüyerek ulaştık. Arkeolojik kaynaklar, tekkenin Geç Antik dönemde inşa edildiğini belirtmektedir. Osmanlıların bu topraklara gelişinden önce de kültürel ve dini olarak önemli bir mekân olan Blagay Tekkesi’nin ilk kaydı 1664 yılında Evliya Çelebi tarafından yazılmıştır. Blagay Tekkesi yerleşkesi içerisinde türbe, dershane, mutfak, hamam gibi unsurlar yer almaktadır. 1851 yılında Blagay Tekkesi bir restorasyon geçirmiş ve Türk-Barok karışımı mimari özellikler kazanmıştır. Tekkenin son şeyhi olan Seydo Sehoviç’in 1925 yılındaki vefatına kadar Blagay Tekkesi faaliyetlerine devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Bosna Hersek’teki bütün tekke ve zaviyelerin faaliyetleri, devlet tarafından yasaklanmıştır.
Otelimize dönmeden önceki son uğrak noktamız, Neretve Nehrinin yemyeşil vadisinde bulunan tarihi Poçitel Kasabası oldu. Evlerinin mimarisi Safranbolu’yu anımsatan Poçitel’in kuruluş tarihinin 1383 olduğuna inanılmaktadır. 1471-1878 yılları arasında kasaba Osmanlı himayesi altında kalmıştır. Bu dönemde kasabaya cami, okul, medrese, imaret, hamam ve saat kulesi gibi kamu binaları yapılmıştır. 1878 yılında Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan egemenliği altına girmesiyle Poçitel’in stratejik önemi düşüşe geçmiştir.
Buradaki Hacı Ali Camii, 1563 yılında yapılmış ve 17. yüzyılda Şişman İbrahim Paşa tarafından restore edilmiştir. 1993 yılındaki savaşta kubbe ve minaresi tahrip edilen cami, daha sonra restore edilmiş ve 2002 yılında yeniden açılmıştır.
Poçitel’in bir başka önemli yapısı, dört küçük kubbesi ve bir büyük kubbesiyle dikkat çeken Şişman İbrahim Paşa Hanı’dır. Bu han, 17. yüzyılda Veziriazam Köprülü Fadil Paşa’nın yardımcısı Şişman İbrahim Paşa tarafından Poçitel Medresesi’ne gelir sağlamak amacıyla bir vakıf olarak yaptırılmıştır. Hanın merkez kısmı atların barınması için kullanılırken gezginler ise kenarlardaki odalarda barınmıştır.
Akşam geç bir vakitte otelimize döndük ve ertesi gün Saraybosna Havalimanı’ndan İstanbul’a geri uçtuk.