Slovenya; İtalya, Avusturya, Hırvatistan ve Macaristan arasında bir yerde, inanılmaz yeşil ve küçücük bir ülke. Slovenya Avrupa’nın en yeşil 3. ülkesi olarak biliniyor ve başkent Ljubljana “Green Capital” unvanını almış. Her ne kadar küçük bir ülke olsa da aklınıza çok sakin bir şehir gelmesin. Aynı zamanda üniversite şehri de olan başkentte çok sayıda Erasmus öğrencileri bulunuyor.

Ljubljana’da bir turist olarak ziyaret edeceğiniz noktalar birbirine çok yakın ve yürüme mesafesinde; bir şehri keşfetmenin yolu yürüyerek dolaşmaktan geçer. Bu küçük şehirde ziyaret edebileceğiniz onlarca müze, birçok meydan, çok sayıda sevimli kafe ve restoran mevcut. Hatta gece hayatı da bir o kadar renkli!



France Preseren Meydanı
Hemen her şehirde olduğu gibi Ljubljana’da bir ana meydan var; France Preseren Meydanı. Adını Slovenya’nın ünlü şairlerinden olan France Preseren’den alan meydan yalnız yayalara açık ve şairin heykeli ve pembe renkli Franciscan Kilisesi ile oldukça dikkat çekiyor. Meydanın en ilgi çekici noktalarından biri de Üçlü Köprü. Şehrin ortasından geçen nehrin üzerine kurulmuş üç köprünün birleşiminde oluşan ilginç bir mimariye sahip olan köprü, Ljubljana’nın Gaudi’si sayılan Jose Plecnik tarafından tasarlanmış. Plecnik’in köprüyü bu şekilde tasarlamış olmasının sebebi, ortadaki alanı tramvay ve araçların geçebileceği şekilde, sağında ve soluna kalan kısımları ise yayaların kullanabileceği şekilde bırakmakmış. Köprünün çevresi gece gündüz her zaman oldukça hareketli ve eğlenceli.



İçinden nehir geçen tüm şehirler gibi, bu şehirde de bolca köprü var. Diğer ünlü köprü; Ljubljana şehrinin simgesi dragon olması ve bu köprünün dört köşesinde dragon figürlerinin yer alıyor olması nedeniyle aldığı isim ile Dragon Köprüsü. Köprüyü ziyaret eden turistler bu heykellerle bir hatıra fotoğrafı çektirmeden geçmiyor.



Ljubljana Kalesi en çok turist çeken noktalardan
Kaleye çıkmanın en kolay yolu füniküleri kullanmak, aksi halde on dakika kadar yokuş tırmanmak zorunda kalırsınız. Burada dilerseniz rehberli tur alarak gezebilirsiniz ya da kale tarihi ile ilgili bilgi edinebileceğiniz beş dakikalık sunumu izleyebilirsiniz. Kalede, yaz aylarında düğünlerin yapıldığı, hatta açık hava sineması etkinliklerinin düzenlendiği geniş bir avlu, bir restoran hatta Kukla Müzesi bile yer alıyor. Ayrıca size şahane bir panoramik Ljubljana manzarası sunuyor.

Şehrin bir diğer ünlü meydanı ise, Kongresni Meydanı. Geniş, yemyeşil, canlı ve oldukça hareketli olan, zaman zaman festivallerin düzenlendiği meydanda Ljubljana Üniversitesi bulunuyor. Üniversitenin kütüphane binası da oldukça güzel ve ilginç. Meydanda dolaşıp güzel kafelerde keyifli vakitler geçirebilirsiniz. Yürüyüşe devam etmek isterseniz, eski adıyla Devrim Meydanı, yeni adıyla Cumhuriyet Meydanı olan Republic Square’e doğru devam edebilirsiniz. Burası Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrıldığında kutlamaların yapıldığı meydan. Günümüzde ise protestolar yine bu meydanda yapılmaya devam ediyormuş.

Küçük bir şehir olmasına rağmen Ljubljana’nın bir diğer özelliği de içinde onlarca müze ve sanat galerisi barındırması. Benim favorim Museum of Modern Art (Moderna Galerija) oldu. Empresyonist sanatçılar Rihard Jakopic, Ivan Grohar ve Matej Sternen’in Monet’yi hatırlatan eserleri hayranlık uyandırıyor. Ayrıca Bozidar Jakac’a ait eserler oldukça etkileyici ve dikkat çekici. Tivoli Park’ın içinde bulunan Centre of Graphic Arts, Museum of Contemporary Art ve Slovenya Ulusal Galerisi görebileceğiniz diğer müzeler arasında ilk sıralarda yer alıyor.



Network of Metelkova
Bizim için Ljubljana’nın, hatta komple Slovenya’nın en ilginç yerlerinden biri tartışmasız bir şekilde Metelkova. 1900’lü yılların başlarında Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun ordusu tarafından bir kışla olarak yaptırılan Metelkova, bu sürecin ardından da aynı amaçla 1941 yılına kadar Yugoslavya ordusu tarafından kullanılıyor. 2. Dünya Savaşı döneminde bir süreliğine İtalyan faşistleri ve Naziler tarafından işgal ediliyor ve son olarak 1945’ten 1991’deki döneme kadar Sosyalist Yugoslavya ordusunun elinde kalıyor. Buraya kadar her şey normal, belli ki askeri amaçlar için kullanılmaya uygun bir alan. Fakat buradan sonrası önemli, çünkü Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılmasının ardından burada işler değişmeye başlıyor. Yugoslavya ordusunun bu alandan çekilmesi ile 200 kişilik bir ekipten oluşan “Network of Metelkova” adlı bir topluluk bir araya geliyor. Bu ekip Metelkova’yı kültürel bir merkeze dönüştürebilmek adına burayı işgal ederek, özerk bir bölgeye çevirme kararı aldıklarını duyuruyorlar. Bu olay şu an gidip görebileceğiniz Metelkova’nın temellerini atmış oluyor ve Metelkova şehrin isyankâr kesimlerinin sembolü haline geliyor. Günümüzde 12.500 m2’ye yayılmış olan Metelkova’da birçok gece kulübü, sanat stüdyosu ve mekân yer alıyor, birçok etkinlik ve konser gerçekleştiriliyor.

Navigasyon yardımı ile Metelkova’yı bulmaya çalışırken yoldan geçen birine sormanın daha kolay olacağına karar veriyoruz. Ancak yol tarifini sorduğumuz orta yaşlı adam bize biraz sorgulayan bakışlar ile bakarak neden oraya gitmek istediğimizi soruyor. “Bu yaşıma kadar ben bile oraya sadece bir defa gittim, hava karardıktan sonra dikkatli olun” diye uyardıktan sonra yolu tarif ediyor. Bu yorum ilgimizi bir kat daha artırıyor. Metelkova sınırları içine girdiğinizi hemen anlıyorsunuz zaten. Hava tam kararmadığı için ortalık nispeten sakin, ancak buranın sakinleri olduğu her halinden belli olan kişiler yavaş yavaş meydanı doldurmaya başlamış. Daha çok elektronik veya punk müziğin öne çıktığı kulüplerin olduğu, gay barların yer aldığı, metal/hard rock konserlerinin gerçekleştiği ve daha alternatif sanat performanslarının yapıldığı alanlar olarak düşünebilirsiniz burayı. Slovenyalı gençlerin büyük bir kısmı hafta sonlarını burada geçiriyor, buraya bir bağlılık hissediyor ve aslında Metelkova kesinlikle şehrin isyankâr tarafını yansıtıyor. Ayrıca gündüz de buradaki sokak sanatı ve mural çalışmalarını görmek üzere ayrıca zaman ayırabilirsiniz.

Yol tarifi aldığımız kişinin uyarılarından sonra biraz tedirgin olmadık değil, ama burayı görmeden gitmek içimize sinmedi. Mural çalışmalarını hayranlıkla izleyerek biraz çevreyi gezdikten sonra bir şeyler içmek için bir bara oturup siparişimizi veriyoruz. Henüz ortalık çok kalabalık olmadığı için yer bulmak sorun olmuyor. Barın girişindeki bir uyarı levhası dikkatimizi çekiyor; “Burası hayvanat bahçesi değil, lütfen oturanların fotoğrafını çekmeyin!” Bu uyarıyı okuduktan sonra etrafta binaların fotoğraflarını çekerken bile bir kat daha dikkatli oluyoruz!



Güzelliğiyle insanı büyüleyen Bled Gölü
Avrupa’nın en masalsı göllerinden biri olan Bled Gölü’nün fotoğrafları insanı cezbediyor ve pek çok turistin hayallerini süslüyor. 20. Yüzyılın ilk yarısına damga vurmuş ünlü liderlerden Mareşal Tito‘nun buradaki yaz evi (günümüzde otel olarak hizmet görüyor) gölün en güzel manzaralarından birine sahip. Buzullar ve tektonik oluşumların karışımı ile oluşmuş olan Bled Gölü’nün üzerindeki ada, göle ayrı bir hava katıyor. Adaya, düzenli yapılan tekne turları ile ulaşabilirsiniz. Hatta bu tekne yolculuğu seyahatin ayrılmaz parçası. Adaya ulaştığınızda izleyeceğiniz manzara muhteşem ve keyifle oturabileceğiniz pek çok kafe bulunuyor. Bled’in 20. yüzyıl ortalarından bu yana sembollerinden biri olan krem keki yemeden dönmemek gerekiyor, o kadar lezzetli ki bir tane ile yetinmek pek mümkün olmuyor. Eğer bir öğlen yemeği yemeyi düşünüyorsanız ev yapımı şarapları eşliğinde geyik etini tadabilirsiniz.

Bled’e kadar gitmişken; Bled Kalesi, Bled Adası ve Pilgrimage Kilisesi’ni görmeden dönmeyin derim. Eğer bölgede birkaç gün kalmayı düşünürseniz, Vintgar Gorge Kanyonu, Triglav Ulusal Parkı, Slap Savica Şelalesi gibi doğa harikaları sizi kendilerine hayran bırakacaktır.