Robert Capa basın fotoğrafçılığında bir efsanedir. Onu efsane yapan şey, hakikati mitle birleştirme yeteneğidir. Bu, tarihle gündelik yaşamı sentezleyen bakış açısında vücut bulan bir kendiliğindenlik halidir. Bir milisin ölümüyle İspanyol cumhuriyetçilerin düşüşünü tek bir fotoğrafta özetlemesi de, Normandiya sahilinde çıkartma yapan ordunun fotoğraflarıyla
D-Day’in tarihini belgelemesi de aynı bakış açısının etki alanına alır izleyiciyi. Bu etki 1948-50 yılları arası İsrail’de çekilen fotoğraflarda zirveye taşınır. Yahudi devletinin doğuşuyla ilgili efsaneden kuruluş günlerindeki günlük yaşam pratiklerine değin olan özellikleri aynı anda duyumsatır.
David Ben-Gurion, 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin ilanı töreninde (Foto: Robert Capa)
Capa, 1913’te André Friedmann olarak doğmuş, Macaristan’dan gelen Yahudi bir mültecidir. Antisemitizm Macaristan’da yaygındır ve çocukluğundan beri Capa’nın hayatının bir parçasıdır. 1931’de Macar polisi tarafından şiddetle sorgulandığı faşizme karşı bir öğrenci grubunda aktif olduktan sonra ülkesini terk eder. Susie Linfield’e göre, “Capa ve yoldaşları, Rus Devrimi ile I. Dünya Savaşının hemen sonrasında ortaya çıkıp Weimar Cumhuriyeti’nde ve Fransa Halk cephesinde olgunlaşan, İspanya’da Faşizme karşı savaşan, II. Dünya Savaşı bitince enkaza dönmüş bir kıtada ve ölüm kamplarının ortasında yürüyüşünü sürdüren Sol’un temsilcileridir ve onlar için İsrail Devleti’nin kurulması ve bağımsızlığı için savaşması, önceki mücadelelerinin kesintisiz bir devamıdır.”
Hayfa, Israil 1949-50 (Foto: Robert Capa)
Capa, ilk sürgün yeri Hitler’in iktidara yükselişine tanık olduğu Berlin olduğu için, burada da antisemitizmden kaçamaz. 1933’te Viyana’ya, ardından Paris’e taşınır. Bir mülteci olarak güvencesiz statüsü, yıllarca tek resmî kimliği olan ve vatansız mültecilere verilen, savaşlar arası belge Nansen pasaportuyla açıklanabilir.
İspanya İç Savaşı onun en önemli çalışmasıdır. Capa’nın profesyonel bakış açısı açıkça politiktir. Gerçeği, sadece kendi başına bir erdem olarak değil, bir dava için bir argüman olarak algılamıştır. Konuşmalarında sıklıkla, “Bir savaşta birinden nefret etmelisin ya da birini sevmelisin, bir pozisyonun olmalı, yoksa olanlara dayanamazsın” ifadelerini yineler. Lawrence Rudner’in yorumladığı gibi, Capa, politik, sosyal veya estetik duygularını, tutkularını çalışmaları aracılığıyla aktarmayı seçen, kendisini açıkça dünyaya ve sorunlarına dahil olarak konumlandıran bir foto muhabiridir.
İsrail’de çektiği fotoğraflar
Capa’nın hayat hikâyesi, siyasi ideolojisi ve foto muhabirinin rolüne dair hissiyat, İsrail’de çektiği fotoğraflarla daha özel bir konum alır. Capa’nın bir dizi tehlikeli görevde bir coğrafyadan diğerine yol alan sosyalist bir Yahudi mülteci olarak yaşam öyküsü, onu sosyalist ilkeler üzerine kurulmuş, yeni doğmuş Yahudi Devletinin yanında yer almaya gönüllü kılar. Alex Kershaw, 1948 savaşını “Capa’nın en kişisel savaşı” olarak tanımlar. Marc Aronson ve Marina Budhos ise, “İsrail Devletinin kurulması, 1930’lardan beri yaşadığı ve tanık olduğu travmalardan sonra ona bir umut duygusu verdi” der.
Robert Capa (Fotoğraf: Kız arkadaşı Gerda Taro)
Aslında İsrail makamları, devletlerinin kuruluşunu belgelemek için çok sayıda fotoğrafçı istihdam etmişti. Ancak onlardan farklı olarak Capa, fotoğrafı İsrail’in sembollerini ve dilini inşa etmek için kullandı. Serbest çalışan bir foto muhabiriydi ve fotoğrafları, neler olup bittiğine dair kişisel anlayışını yansıtıyordu. O güne dek, savaşların ön saflarında, kız arkadaşı foto muhabiri Gerda Taro’nun öldürülmesi dahil, çok acıklı olay yaşadı. Japonların Çin’i bombalamasını haber yaptığında faşizmin küresel vahşetine tanık oldu. II. Dünya Savaşının tüm aşamalarını belgeledi. Etrafını saran yıkımla başa çıkmaya çalışıyordu. Nazizm ve Faşizm yenilgiye uğratılsa da, Capa’nın doğduğu Yahudi toplumu yok edilmişti. Macar Holokost deneyimi aşırıydı. Anne tarafından birkaç akrabası da dahil tahminen 565.000 Macar Yahudisi öldürülmüştü. 7 Eylül 1945’te, 1938’den beri ilk kez Berlin’deki sinagogda son derece sembolik olan Roş Aşana törenini fotoğrafladı. Capa, 8 Mayıs 1948’de Tel Aviv’e geldi. Artık ilk kez Yahudi vatanındaydı. David Ben Gurion 14 Mayıs 1948’de İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiğinde oradaydı ve ilk İsrail kabine oturumunu belgeledi. Çevredeki Arap ülkelerinden birlikler İsrail’e karşı savaşa girdiğinde, Capa doğrudan İsrail askerleriyle birlikte cephe hatlarına yöneldi. 1948-50 yılları arasında yaptığı üç ziyaret boyunca çektiği fotoğraflardan 303 adediyle paylaştı deneyimlerini.
(Foto: Robert Capa)
Görüntüleri, Holokost’tan sağ kurtulanların düşmanca bir ortamda nasıl devlet kurucuları haline geldiğinin dinamik bir öyküsüydü. Bu fotoğrafları çekerken sadece bir gözlemci değildi, bir anlatıcıydı ve anlatımı İsrail’in dünyaya anlatmak istediklerini güçlendirmeye hizmet etti. Batılı izleyiciler için İsrail’in kuruluşunu tanıtmaya yardımcı oldu. Susan Sontag, “fotoğrafların sadece orada olanın değil, bir bireyin gördüklerinin de kanıtı olduğuna, sadece bir kayıt değil, aynı zamanda dünyanın bir değerlendirmesi olduğuna” en iyi örneklerden biri oldu. Capa, görüntüleri aracılığıyla bir ulusun kurucu mitlerini destekleyen ve güçlendiren görsel kanıtlar yarattı. Yakın çevresinin onunla ilgili son hatırladıkları arasında üçüncü ve son ziyaretinin ardından İsrail vatandaşlığını alma arzusunu ve heyecanını ifade edişi sıklıkla gündeme geldi. Ancak ne yazık ki, bunu gerçekleştiremedi. 1954 yılında, Japonya’daki bir işe gidiyordu ve burada Life’tan, Vietnam’da annesi hastalanan bir fotoğrafçının yerini alıp alamayacağını soran bir telgraf aldı. Bu son yolculuğu oldu. Vietnam’da bir Fransız birliğiyle birlikte bir tarlayı geçerken bastığı mayınla 40 yaşında yaşamını yitiren efsane fotoğrafçıdan geriye, değeri giderek artan fotoğrafları miras kaldı.