İkinci Dünya Savaşı’nın hararetini artırdığı günlerde sivillerin, özellikle de çocukların sadece fiziksel değil ruhsal sağlıkları da ciddi derecede etkilenmeye başlamıştı. Hele ki, Nazi rejiminin insanları yurtlarından etme ve toplama kampı oluşumuna kadar götüren uygulamaları, bu hasarların zirve yapmasına yol açıyordu. Avusturyalı Friedl Dicker-Brandeis da 17 Aralık 1942 tarihinde kocası ile birlikte Terezin’de kurulan gettoya gönderilenlerdendi. Gençliğinden itibaren tekstil tasarımı, baskı resim, ciltçilik ve tipografi alanlarında çeşitli işlerde çalışan genç kadın özellikle çizim ve boyamada ustalaşmıştı. Terezin’de artık bu işlere veda edeceği düşünülürken bambaşka bir yola girdi Friedl.

Terezin’de çocuklara sanat dersi
Kampa gizlice soktuğu fırça, boya, palet gibi malzemelerle dersler vermeye başladı. Bunun dışında konferanslar veriyor ve sanatın güzelliği ve faydalarından bahsediyordu. Bir süre sonra Terezin’de bulunan 600 civarındaki çocuk için de bir şeyler yapabileceğini düşündü. Kurduğu sınıflarda onlara sanat dersi vermeye başladı. Çünkü ona göre bu, çocukların duygularını ve çevrelerinde olanları anlamalarının, aktarmalarının bir yoluydu. Hatta yaptıkları resimleri kendi adları ile imzalayarak anonim kalmaktan kaçınmalarını özellikle istedi. Ona göre bu, bireyin yaratıcı çalışma yapma arzusu hedefinde önemli bir unsurdu. Her şeyin kısıtlandığı o hayatta bir çocuk, o dönemi sonra bir metafor eşliğinde şöyle tanımladı; “Herkes bizi kutulara koydu. Bayan Friedl bizi onlardan çıkardı.”


Friedl Dicker-Brandeis, savaşın kurbanı olana dek pek çok çocuğun hayatına sanat aracılığı ile dokundu


Friedl Dicker-Brandeis’ın yaptığı özünde bir sanat terapisiydi. 1940’ların başında konuşulmaya ve tanımlanmaya başlayan bu kavram özellikle İkinci Dünya Savaşı döneminde askerlerde gözlenen anksiyete, depresyon, panik atak gibi durumlarla kendini gösteren travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde kendine önemli bir yer buldu. 60’lı yıllardan sonra ise çocukların ruhsal gelişiminde tamamlayıcı bir unsur olarak yer aldı. Son olarak da kısa bir süre önce tüm dünyayı etkileyen COVID salgını sırasında ortaya çıkan izolasyon ve bunun getirdiği kaygılar nedeniyle gündemde yerini aldı.

Tamamlayıcı bir tedavi olarak Sanat Terapisi
Amerikan Sanat Terapisi Derneği’ne göre sanat terapisi; “psikoterapötik bir ilişki içinde aktif sanat yapma, yaratıcı süreç, uygulamaya dayalı psikolojik teori ve insan deneyimi yoluyla bireylerin, ailelerin ve toplulukların yaşamlarını zenginleştiren bütünleştirici bir ruh sağlığı ve insan hizmetleri uygulaması” olarak tanımlanmaktadır. Rüyalar, fanteziler ve zihindeki imgelemler yoluyla bilinçdışı süreçlere de girilmesi sağlanır. Sanat terapisi sayesinde iç çatışmaların çözülmesi ve iyileşme amaçlanır. Ancak burada dikkate alınması gereken konu olayın kişinin vakit geçirmesi için eline verilen bir boyama kitabı gibi düşünülmemesi gerektiğidir. Sanat terapisi tamamlayıcı bir tedavi olarak kullanılan ve işin profesyoneli kişileri eşliğinde yapılması gereken bir uygulamadır.

Ülkemizdeki tam sayısını bilemesek de bugün sadece ABD’de yaklaşık 5.000 sanat terapisti vardır. Okul çocuklarında sosyal ve duygusal zorluklar, davranış bozuklukları, dikkat eksikliği ve düşük benlik saygısı gibi durumlarda sanat terapistleriyle birlikte çalışmalar yapılmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip kişiler dışında kemoterapi gören kanser hastalarına, zihinsel sağlık sorunları yaşayan gençlere, gazilere, yaşlılara, yeme bozukluğu olan hastalara, mahkumlara, fiziksel ve zihinsel sağlık sorunları yaşayan pek çok grup sanat aracılığıyla bu tedaviden faydalanmaktadır.



Sanat terapisi görsel sanatlarla olduğu gibi dans, müzik, şiir gibi değişik alanlarda da gerçekleştirilebilir. Nihayetinde amaç insanların, duygularını ifade etmekte zorlandığında, çizim yaparak, boyayarak, heykel veya kolajlar yaparak duygularını ortaya dökmelerini sağlamaktır. Tüm bu süreçte hissettiklerini ve yaşadıklarının bir kısmını çevrelerindeki insanlarla da paylaşabilirler. Metot benlik saygısının artışına katkıda bulunur ve kişiye hayatının üzerinde bir kontrol hissi vermeyi sağlar.

Ayrıca, araştırmalar sanat yapmanın dopamin denilen bir hormon üretimini teşvik ettiğini göstermektedir. Bu hormon keyifli aktivitelerde bulunduğumuzda salgılanır ve ruh halimizi pozitif yönde etkiler. Bu canlandırıcı hormonun kanda artışı üzüntü veya endişe ile mücadele edilen bir durumda oldukça faydalıdır.

Günümüzde pek çok kişi sanat terapisinden olumlu yönde katkılar görmektedir. Friedl Dicker-Brandeis belki bunu bilimsel metodoloji içerisinde yapmamıştı ama kasvetli bir ortamda pek çok çocuğun mavi bulutları, güneşli gökyüzünü ve güzel yarınları görmesini sağlamıştı. 1944 yılında eşi Auschwitz’e nakledileceği zaman ona eşlik etmek istedi. Öğrencilerinin yaptığı 4.500 resmi iki bavul ile Yetiştirme Yurdu müdürüne emanet etti. Ne var ki, gittikten bir ay sonra da 9 Ekim 1944’de Birkenau’da öldürüldü.

Friedl’ın bıraktığı resimler bugün Prag Yahudi Müzesi ve Pinkas Sinagogu’nda yer almaktadır. Çizim yapan 660 çocuktan 550’si Holokost sırasında öldürülmüştür. Sanat aracılığıyla zorlukların üstesinden nasıl gelineceğini dramatik bir şekilde gösteren Friedl Dicker-Brandeis sanat terapisinde adı anılan bir isim olarak hafızalarda yer etmiştir. Günümüzde kaotik yapısı giderek artan dünyamızda ruh sağlığımız için sanata her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyacağımız ise bir gerçektir.

Kaynakça:
Zaidel DW. J Anat. 2010 Feb; 216(2): 177–183
Hu J. Front Psychol. 2021 Aug 12:12:686005
https://hundredheroines.org/historical-heroines/friedl-dicker-brandeis/