M. Hazanavicius’un “MALLARIN EN DEĞERLİSİ” Cannes’ın öne çıkan filmlerindendi.
Cannes ana yarışmasına 16 yıl sonra seçilen bu ilk animasyon filmi, Auschwitz’e yol alan bir trenden atılan bebeğin hikâyesini anlatıyor. Savaşın arkasında bıraktığı travmaları, parçalanan aileleri, ebeveynlerinden kopartılan çocukları ibret verici tablolarla hatırlatan film, çocuk sevgisini ana tema olarak işliyor.
Michel Hazanavicius’un “La Plus Précieuse des Marchandises”i, Marjane Satrapi’nin “Persepolis” (2007) ve Ari Folman’ın “Beşir ile Vals / Valse avec Bachir”inin (2008) ardından Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasına kabul edilen ilk film. Hazanavicius’un 3 yıldır üzerinde çalıştığı bu proje Jean-Claude Grumberg’in 2019 tarihli romanından esinleniyor; yönetmen ve romanın yazarı senaryoyu müştereken yazmışlar. Film 2. Dünya Savaşı sırasında Polonya’daki bir temerküz kampından, fakir bir oduncu çiftin bir Yahudi bebeği kurtarmalarına odaklanıyor. Bebek Auschwitz’e doğru yol alan bir trenden babası tarafından bir battaniyeye sarılarak yola atılmıştır. Baba ikiz çocuklarından birinin yeni bir hayat kurması umuduyla trenden atmıştır. Zira annenin iki bebeği doyuracak sütü yoktur. Yiyecek aramak için her gün ormana giden oduncu kadın, çocuğu sahiplenmiştir.
HAYAT SEVGİ SAYESİNDE DEVAM EDİYOR
Litvanya kökenli bir Yahudi aileye mensup Michel Hazanavicius, dedesi ve büyükannesinin Fransa’ya 1920’lerde göç etmesiyle, 1967’de Fransa’da doğdu. Yönetmen: “Ben kendime Holokost ile film yapmama sözü vermiştim. Jean-Claude Grumberg’i ailenin bir akrabası olduğu için tanıyordum. Yazdığı kitaptan çok etkilendim. Ailem Holokost mağduru olduğu için bu konudan uzak kalmaya çalışmıştım. Pedagojik bir konuya bulaşmak, hafızaya odaklanan bir konu üzerine film yapmak istemiyordum. Ancak konuyu cazip bulduğum için, Holokost ile ilgili kararımdan vazgeçmek durumunda kaldım.” 10 yaşından beri resim yapan Hazanavicius, filmi animasyon tekniğiyle çekme kararından sonra, resme olan kişisel yakınlığıyla, filmde yer alan tüm karakterlerin resimlerini kendi eliyle çizdi.
Sanat okulu mezunu olan, resim sanatına hayranlık duyan yönetmen, konuyu bir animasyon formatında işlemenin daha etkileyici olacağına inanır. Covid salgınında vampir filmi “Coupez !”yi aradan çıkardıktan sonra, “Malların En Değerlisi / La Plus Précieuse des Marchandises” projesini hayata geçirir. 13 dile çevrilen bir romandan esinlenen filmin senaryosuna da katkıda bulunan Jean-Claude Grumberg, kariyerinde Holokost ile ilgili iki filmin: François Truffaut’nun “Son Tango / Le Dernier Tango”, Costa Gavras’ın “Amen”in senaryolarını yazmıştı. “Malların En Değerlisi” savaşın arkasında bıraktığı travmaları, parçalanan aileleri, ebeveynlerinden koparılan çocukları etkileyici tablolarla hatırlatarak, çocuk sevgisini ana tema olarak işliyor. Film “Hayat sevgi sayesinde devam ediyor. Gerisi sessizliktir” mesajıyla noktalanıyor.
Birbirlerini tanımayan, çocuk sahibi olmadıkları için üzülen Polonyalı fakir aile ile iki bebeğiyle Paris’ten Auschwitz’e sürülen Yahudi ailenin yolu kesişir. Trenden atılan, kar üzerinde duran paketi içinden eşya çıkacak umuduyla alan köylü kadın, içinden yıllardır özlemini duyduğu bir bebeğin çıkmasıyla şaşkına döner. Savaş günlerinde soğuk, açlık, yoksullukla zor bir hayat yaşayan, çocuk sahibi olamamanın travmasından kurtulamayan Polonyalı köylü kadın için karlar arasındaki paketin içinden çıkan “Malların En Değerlisi” bebek ona gökten inen bir hediye olur. Temerküz kampından sağ olarak çıkma şansını iyi kullanan babanın ünlü bir pedagog olduğunu ve köylü ikinci annesiyle bulduğu battaniyesinden tanıdığı, ancak kimliğini açıklamamayı tercih ettiğini öğreniriz. Baba, fotoğrafını bir derginin kapağında gördüğü kızının ünlü bir peynir uzmanı olduğunu tesadüfen öğrendiğinde, kendisine ulaşma teşebbüsünde bulunmaz; gerçek kimliğini açıklamaz.
Holokost konulu bir film yapmaya karşı olduğunu yıllardır tekrarlayan Michel Hazanavicius, bu kararından cayma sebebini şöyle açıklıyor: “Jean-Claude Grumberg’in eserini yayınlanmasından önce keşfettim. Son derece hümanist, derinlikli, alçakgönüllü, hassas bulduğum eser beni derinden etkiledi. Bu son derece gerçekçi ve etkileyici bulduğum öykünün elimden kayıp gitmesine müsaade edemezdim. Hikâyesinin ailemin geçmişiyle benzerlikler taşıdığı ve onların en yakın arkadaşı Jean-Claude Grumberg’i çocuk yaştan beri tanıdığım için kitabını okuduğum gün kararımı verdim. Bu hikâyenin temerküz kampında yaşanan dehşet ile ilgisi yoktu. Kendi hayatını tehlikeye atarak başka hayatları kurtaran insanlara filmimle saygı duruşunda bulunmak istedim. Film için temerküz kamplarıyla ilgili çalışmalar yaparken, Grumberg’in eserindeki iyimser, pozitif, insana odaklanan hasletlerini hatırlayınca, temerküz kamplarını göstermekten vazgeçtim. Filmim trenlerin uzaklaştığı Auschwitz’in temerküz kamplarındaki fırınların bacalarından çıkan dumanları göstermekle yetiniyor. Konunun geçtiği yerde bir film yapmaktansa, her şeyi yumuşatacak bir animasyon türünü tercih ettim. Çünkü bu şiirsel öykü animasyona çok uygun düşüyordu.”
YOLLARI KESİŞEN İKİ AİLE
“Malların En Değerlisi” geçen yıl izlediğimiz “İlgi Alanı / The Zone of Interest”in aksine, izleyiciyi soyut bir entelektüel yoldan değil, yüreklere hitap eden duygusallığıyla etkiliyor. İngiliz yönetmen Jonathan Glazer’in Martin Amir’in romanından senaryosunu yazdığı film, bu yıl Uluslararası En İyi Film ve En İyi Ses dallarında Oscar ödüllerinin sahibi oldu. “La Plus Précieuse des Marchandises” Shoah ile felsefi bir çağırım olarak nitelendirilebilecek bir film. Son yıllarda yükselmekte olan antisemitizmi de gündeme getirdiği söylenebilir. Michel Hazanavicius bu konuda, “Filminiz antisemitizme ve hoşgörüsüzlüğe karşı bir uyarı mı yapıyor?” sorusuna şu cevabı verdi: “Nefrete verilecek cevabın nefret olduğuna inanmıyorum. Her zaman cehaletten ve başkasına duyulan korkudan kaynaklanan bir şey.”
Filmin kahramanları oduncu karı-koca “Yahudi” kelimesini ağızlarına almadan, dönemin modası antisemitik düşünceleri olan basit köylülerdir. Polonyalı köylüler o dönemde “Bu lanetli kavim bize felaket getirecek” düşüncesini taşırdı. Filmde karlar içinde battaniyesine sarılı bulunan bebek, Nil nehri üzerindeki bir sepete konulup, firavunun kızı tarafından kurtarılıp büyütülen Musa bebek ile benzerlik taşıyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Polonyalı Yahudiler Alman dindaşları kadar eziyete maruz kaldılar. Polonyalı komşuları, paralarına, evlerine, iş yerlerine, tarlalarına el koymak için Yahudileri Gestapoya ihbar ettiler. Filmde, bulunan bebeği hemen ihbar etmeyi öneren oduncunun, partizanların devreye girmesinden sonra başına gelenleri, filmin sonuna doğru, korkusunun yerinde olduğunu öğreniriz. Filmdeki bebeğin ikiz kardeşi ve annesi kampa varır varmaz öldürülüyor, berber olarak görevlendirilen doktor baba hayatta kalıyor. Köyü basan milis kuvvetleri gizlenen bebeği tutuklamak için geldiklerinde, oduncu baltayla onları öldürür. Birkaç ay sonra temerküz kampından serbest bırakılan biyolojik baba, bir pazar yerinde gördüğü çocuğunun mutluluğuna tanıklık edince kimliğini açıklamaz.
Chloé Roux’nun yönettiği animasyon departmanının desteğiyle, mükemmel mizansenli kusursuz bir animasyon filmine imza atan Michel Hazanavicius’un başarısına ünlü Fransız besteci Alexandre Desplat’yı ortak etmek lazım. Desplat, Yidiş şarkılarından beslenen görkemli müzik partisyonuyla, yaşayan Avrupalı bestecilerinin en ünlülerinden biri olduğunu kanıtlıyor. Desplat 11 Oscar adaylığının ikisini (“Suyun Sesi / The Shape of Water” ve “Büyük Budapeşte Oteli / The Grand Budapest Hotel”) ödüle çevirme başarısını göstermişti. Filmdeki dış ses, Haziran 2022’de aramızdan ayrılan Jean-Louis Trintignant’ın son haftalarında kaydedildi. Oduncuyu seslendirmek için seçilen Gérard Depardieu, hakkında çıkan cinsel taciz ve tecavüz suçlamasından sonra Metoo skandalına karışmasıyla kontratı iptal edildi. Görev Grégory Gadebois’ya verildi; karısını da Dominique Blanc seslendirdi.
MICHEL HAZANAVICIUS
Yazımı filmin senarist-yönetmeni Michel Hazanavicius ile bitireceğim. 1967’de Paris’te doğan Michel sanat okuluna gitti ve 1999’da kardeşi Serge ile ilk uzun metrajlı filmi “Arkadaşlarım / Mes Amis”yi çevirdi. Ardından casusluk parodisi “OSS 117” başlıklı iki devam filmi yaptı. Bu filmin yıldızı Jean Dujardin ve eşi Bénérice Bejo’nun yer aldığı “Artist” (2011) kariyerinin sıçrama tahtası oldu.
Cannes’da Jean Dujardin’e En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandıran film 11 Oscar adaylığından 5’ini ödüle çevirme başarısını gösterdi. Dujardin başarısını yenilerken, Michel Hazanavicius En İyi Yönetmen Oscarı’nın sahibi oldu. Yılın En İyi Filmi seçilen film, Müzik ve Kostüm dallarında da Oscar ile taçlandırıldı. 1920’lerin sonunda geçen konusuyla film Hollywood’da sessiz sinema döneminin sonunu ve sesli sinemaya geçiş sürecini anlatıyordu. Bu siyah-beyaz film popüler bir hit oldu.
“Arayış / The Search” (2014) Fred Zinnemann’ın 1948 tarihli aynı adlı klasiğinin yeniden çevrimiydi. Montgomery Clift’in rolünü Bénérice Bejo’nun üstlendiği filmin konusu 1999’da Rus işgali altındaki Çeçenistan’da geçiyordu. Yönetmenin bir sonraki filmi, Mayıs 1968 Olaylarına odaklanan “Godard ve Ben / Le Redoutable” (2017) bende derin bir düş kırıklığı yarattı. Jean-Luc Godard’ı Paris’te ve 1968 Cannes Film Festivali’nde takip eden film büyük bir fırsatı kaçırıyordu. Benim kişisel Cannes serüvenimin 3. yılında izlediğim, bana Mayıs 68’i Fransa’da yaşama heyecanını kazandıran bu festival, Fransa’daki olayların Cannes’a sıçramasıyla yarıda kalmıştı. Hazanavicius tembellik edip bu olayı görsellerle değil, bir radyonun ajans haberiyle geçiştirmek ucuzluğuna kaçmıştı. Yönetmenin bir sonraki filmi, Cannes’ın açılışında gösterilen, korku sinemasının kodlarıyla oynamaya soyunduğu “Kestik / Coupez!” Bir zombi filmi fiyaskosuydu.
“Malların en Değerlisi” Kasım ayında vizyona girecek.