149 numaralı DERGİ’mizin giriş yazısını kaleme alırken… Bu mecrada geçirdiğim yılların beni duygulandırdığını itiraf etmeliyim.

Hiç unutmuyorum… Şalom Gazetesindeki ilk yazım, dönemin baş-yazarı Rina Eskenazi’nin ricasıyla, İnsan Hakları konuluydu ve bu ilk gönüllü yazarlık deneyimim 1989 Aralık tarihliydi… “Gönüllü” derken, yıllar öncelerinde bu sevdamı profesyonel olarak da yaşadım: Geniş toplumun basın kuruluşlarına ve dış basına “free-lance” (serbest çalışan) olarak işler yaparak para kazandımsa da her çalışmam sevda ile, gönül ile gerçekleşmişti. Sonraları ise yerel gazetecilik sansasyon, çarpıcı, biberli-kanlı haberler arayışında olduğundan kendime döndüm. Daha çok öğrenmek, gelişmek, tanımak, bilmek arayışımla yazdım, hep yazdım.

Geniş kitleleri tanımak, sorumluluk projeleri, kültür, sanat, edebiyat her zaman ilgi alanlarım… 2010 yılında, Nelly Barokas, yayın yönetmeni olarak ilk DERGİ’yi lanse etmesinden önce, ona cesaret vermek adına her zaman yanında olacağımı vadettikten sonra dergicilik serüvenim başlamıştı. Daha sonra ailece yurtdışında yerleşmeye karar verdiklerinde yayınımızın ihalesi bende kalmıştı.


O gün bugündür, editörümüz, arkadaşım Gila Erbeş ile el ele ilerliyoruz. Karınca kararınca yolumuza devam ederken her daim kulaklarımız okurlarımızdan gelen (veya gelecek) olumlu-olumsuz tepkilerde. Aslında serüvenimizin rotasını sizler belirliyorsunuz.

***

Sosyal medyanın gün be gün gelişmesi, sanırım basılı yayıncılık ve dergicilik üzerinde derin bir etki yarattı ve bu iki alanın geleceğini yeniden şekillendirdi. Ancak bu dönüşüm, kanımca, basılı yayıncılığın tamamen ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor.

Basılı dergi ve gazeteler, sosyal medyanın hızla artan etkisiyle birlikte dijital platformlara geçiş yapmak zorunda kaldı. Bu, okuyucuların haberlere ve makalelere her an her yerden ve daha hızlı erişebilmesini mümkün kılıyor. Ayrıca dijital yayıncılık, maliyetleri düşürdüğü gibi daha geniş bir kitleye ulaşma fırsatı da sunuyor.

Geleneksel basılı yayınlar haftalık veya aylık baskılarla sınırlı kalırken, sosyal medya sürekli güncellenen bir içerik akışı sunuyor. Bu sürat, basılı yayıncılığın bir kısmını dezavantajlı hale getirse de özel dergi formatlarında daha derinlemesine analiz ve uzun makaleler için hâlâ bir alan bırakıyor.

Genel ilgi alanlarına hitap eden büyük yayınlar dijital platformlara kayarken, basılı dergicilikte niş alanlar ve özel konulara odaklanan yayınların bir dirilişi şeklinde de görülebilir. Kültür, sanat, moda, edebiyat, mimari gibi spesifik konulara odaklanan dergiler hâlâ fiziksel formatta değer görüyor.


Algıladığım kadarıyla basılı dergilerin ve kitapların fiziksel varlığı, onlara belirli bir prestij de kazandırıyor. Özellikle sanatsal, edebi ve akademik içerikler için fiziksel bir yayın henüz önemli bir değer taşıyor. Ayrıca, basılı yayınların bir kısmı nostaljik bir değer olarak kalabiliyor ve özel bir okuyucu kitlesine hitap etmeye devam edebiliyor.

Basılı yayıncılığın sosyal medyanın hakimiyeti altında tamamen yok olmayacağına, lakin daha niş, sanatsal veya prestijli bir konuma evrileceğine inanıyorum. Böylece biz yayıncılar, dijital ve sosyal medya dünyasıyla uyum sağlayarak, yenilikçi yollarla ayakta kalmayı hedefleyerek yola devam edeceğiz.

150. sayımızda yine ve yeniden tekrar görüşmek üzere…