Medeniyetlerin beşiği olan Mısır’ı görmek için 7 gecelik bir tura katıldım. Gezide dört geceyi Nil Nehri’nde seyreden bir kruvaziyer gemisinde, üç geceyi de Kahire’deki bir otelde geçirdik. Gezide, Luxor ve Karnak Tapınakları, Krallar Vadisi, Piramitler, Kahire Kalesi ve İskenderiye’deki Kayıtbay Kalesi gibi yerleri gördük.
İzmir Adnan Menderes Havalimanı’ndan uçtuğumuz Luxor Havalimanı’nda bizi bekleyen otobüsle gemiye gitmeden önce yolumuzun üzerinde bulunan Luxor Tapınağı’nı ziyaret ettik.
LUXOR TAPINAĞI
Nil Nehri’nin doğu yakasında yer alan Luxor şehrinin eski Mısır zamanındaki adı Waset idi. Antik Yunanlılar ise buraya Thebes adını verdiler. Yunanistan’da da Thebes adlı bir şehir bulunduğundan, karışıklığı önlemek için Mısır’daki şehre Thebai hekatomplyoi, yani “Bin Kapılı Tehebes” adı verilmiştir. Arapların fethinden sonra şehre, Arapçada “Saraylar” anlamına gelen Luxor adı verilmiştir.
Mısır tapınaklarının en önemli özelliği, “pylon” olarak adlandırılan devasa kapılara sahip olmalarıdır. Bu kapılar arka arkaya olup aralarında da iki yanı sütunlarla çevrili geçiş yolları bulunmaktadır.
M.Ö. yaklaşık 1400 yılında inşa edilmiş olan Luxor Tapınağı’nın kuzeye bakan ana kapısının iki yanında II. Ramses’in (M.Ö. 1303-1213) heykelleri yer almakta. Gene bu kapının iki yanında, eskiden birer dikilitaş bulunuyorken bugün sadece doğu taraftaki dikilitaş yerinde durmakta. 1830 yılında Muhammed Ali Paşa tarafından Fransa’ya hediye edilen batı taraftaki dikilitaş günümüzde Paris’teki Concorde Meydanı’nda yer alıyor. Fransızlar da buna jest olarak Mısır’a bir saat hediye etmiş ve bu saat 1856 yılında Kahire Kalesi’ne monte edilmiş ancak hiç çalışmamış!
Tapınaktan içeri girince II. Ramses Salonu’na varılıyor. Salonun iki yanında yükselen devasa sütunlar ve üzerlerine büyük bir ustalıkla çizilmiş olan hiyeroglif detaylar, ziyaretçileri gerçekten hayran bırakıyor. Salonun güney yarısındaki sütunların arasında ise II. Ramses’in büyük adımlarla yürüyen heykelleri yer almakta. M.S. 6. yüzyılda, salonun üzerine bir koptik kilise inşa edilmiş. Zaman içinde Luxor Tapınağı toprak altında kalmış ve yer üstünde kalan kilise, Abu El-Haggag Camii olmuş. 1960’lı yıllarda yapılan kazı çalışmaları ile Luxor Tapınağı yeniden ortaya çıkarılmış, cami de tapınağın üstünde ilginç bir görünüm vermekte. Hala faal olan cami, Luxor Tapınağı’nın binyıllardır kesintisiz ibadete açık olduğunu göstermekte.
Daha sonra gemimize yerleştik ancak geceyi Luxor rıhtımında bağlı geçirdik, çünkü ertesi gün Krallar Vadisi, Hatşepsut ve Karnak Tapınaklarını ziyaret edecektik.
KRALLAR VADİSİ, HATŞEPSUT VE KARNAK TAPINAKLARI
Sabah, masmavi akan Nil Nehri ve gene masmavi gökyüzünde onlarca rengârenk sıcak hava balonu vardı. Gemide kahvaltımızı yaptıktan sonra rıhtımda bizi bekleyen otobüse binip Krallar Vadisi’nin yolunu tuttuk.
Krallar Vadisi, M.Ö. 1550-1070 Yeni Krallık dönemindeki 18.-20. Hanedanlara ait firavunların mezarlarının bulunduğu bir vadidir. Bu dönemde firavunların mezarları, ihtişamlı piramitler yerine dağların içinde yapılmış. Bunun nedeni, piramitlerin mezar soyguncularının dikkatini kolayca çekebilmeleriydi. Buna rağmen gene de bu yeraltı mezarlarının çoğu tarihte soyulmuş. Vadideki ilk mezar, 18. Hanedan’ın 3. Firavunu olan ve M.Ö. 1493’te ölen I. Thutmes’e (Kraliçe Hatşepsut’un babası) ait.
Vadideki en ünlü mezar ise, Tutankhamun’a (M.Ö. 1342-1325) ait. Dokuz yaşında tahta geçmiş olan Tutankhamun, 19 yaşında bir hastalık nedeniyle ölmüş. Tutankhamun’un mezarı aslında, kendisinden sonraki Firavun olan Ay için yapılmış ve 1922 yılında bir İngiliz arkeolog ve Mısırbilimci Howard Carter tarafından keşfedilmiş. Tutankhamun’un mezarının bu kadar ünlü olmasının nedeni hiç soyulmamış halde günümüze kadar ulaşabilmiş olması. Günümüzde Tutankhamun’un mezarı ziyarete açık ve onun mumyalanmış vücudu görülebilir.
Ancak, bana göre Krallar Vadisi’ndeki en etkileyici mezar, 20. Hanedan’ın sekizinci firavunu olan ve M.Ö. 1129-1111 yılları arasında hükümdarlık yapmış olan IX. Ramses’e ait. Mezar, epey büyük olup bütün duvarları hiyeroglif desenlerle süslü. Bu hiyeroglifler, binyıllarca yer altında kaldıkları için tüm renklerini koruyarak günümüze kadar gelebilmiş.
Krallar Vadisi’nden ayrıldıktan sonra otobüsümüze binerek Hatşepsut Tapınağı’nın yolunu tuttuk. Üç katlı olan Hatşepsut Tapınağı, M.Ö. 15. yüzyılda inşa edilmiş ve 1827 yılında keşfedilmiş. Tapınağın ziyarete açık olan ikinci katının en sağ tarafında, ölüm ve cenaze tanrısı Anubis için yapılmış bir sahne bulunuyor. Orta tarafın en arkasında ise, Thebes şehrinin baş tanrısı Amun’a adanmış bir sahne, sol tarafta da güzellik tanrısı Hathor’a adanmış bir sahne bulunmakta.
Bir sonraki uğrak noktamız, Karnak Tapınağı idi. Eski Mısırlılar tarafından “en seçkin yer” olarak bilinen Karnak Tapınağı’nın yaklaşık 2000 yıla uzanan geçmişi (Orta Krallık -M.Ö. 2034-1650 ve Roma Dönemi -M.Ö. 30- M.S. 306) var.
Luxor Tapınağı, sadece kuzey-güney aksı üzerine kurulu iken, Karnak Tapınağı, kuzey-güney ve doğu-batı olmak üzere iki aks üzerine kurulu. Tapınağın en iyi korunmuş olan 1. Kapı’sından içeri girip, sağ tarafınıza baktığınızda, kapının inşası sırasında büyük taş parçalarının taşınması için kullanılan toprak rampayı görebilirsiniz. Aynı inşa tekniği, Giza Piramitleri’nin inşası sırasında da kullanılmış.
Doğu-batı aksı üzerinde, 18. Hanedan’ın son firavunu Horemheb’in 2. Kapısı ile 18. Hanedan’ın 9. Firavunu olan III. Amenhotep’in 3. Kapısı arasındaki Büyük Hipostil Salonu’nda (53m X 103m) 134 adet etkileyici sütun bulunuyor. Bu sütunların hem büyüklüğü hem de üzerlerindeki hiyeroglif desenler, herkesi büyülemektedir. Milattan bu kadar yıl önceki inşaat teknikleriyle böyle muazzam sütunlu yapıların inşa edilmiş olması, insanı daha da hayran bırakıyor.
Bir başka detay da Sultanahmet Meydanı’ndaki Dikilitaş… M.Ö. 15. Yüzyıl’da Karnak Tapınağı’na dikilmiş, ancak M.S. 390 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius tarafından Konstantinopolis’e getirilerek Hipodrom’daki (bugünkü Sultanahmet Meydanı) şimdiki yerine dikilmiştir. Karnak Tapınağı’nda ayrıca 200 metre uzunluğunda ve 117 metre genişliğinde Kutsal Göl bulunmaktadır. Göl, eski Mısırlılar tarafından ritüel yıkanmalar için kullanılmış.
Karnak’tan çıktıktan sonra gemimize geri döndük ve Luxor’dan Nil Nehri boyunca güneye, Aswan’a olan yolculuğumuz başladı. Gemimiz de Nil üzerindeki Esna Barajı’nın havuzundan geçerek ertesi günkü uğrak yerimiz olan Edfu’ya yol almaya devam etti.