Claire Dederer, ‘sanatı iyi, kendi kötü sanatçıların eserleriyle ne yapmalı’ gibi çetrefilli bir sorunun cevabını felsefe ve mizahla arıyor Canavar, Hayranların İkilemi kitabında. Amerika’da yayımlandığı 2023’ten bu yana uluslararası bir saygınlık kazanmış kitabın Türkçesi, Medusa Yayınları’ndan çıktı.

Ne büyük soru: Canavar adamların sanatıyla ne yapacağız? Dahası: Sevdiğimiz korkunç insanları ne yapacağız? Cevabı basit değil çünkü “Kimse sadece bir canavar değildir. İnsanlar karmaşıktır.” Deneme, anı yazarı, eleştirmen Claire Dederer’in Canavar, Hayranların İkilemi kitabını okurken karşımıza çıkacak biri daha var; evet, kendimiz.

Amerikalı Dederer, Love and Trouble: A Midlife Reckoning ve Poser: My Life in Twenty-three Yoga Poses kitaplarıyla çoksatanlar listesine girdi. The New York Times, The Atlantic, Vogue gibi birçok yayının devamlı yazarlarından olan Dederer’in deneme, inceleme ve anının cazip karışımı son eseri Hayranlar, 2017’de Paris Review’da yayınlanıp viral olan denemesinden doğmuş.


Claire Dederer

“Çocuk tecavüzcüsü” Roman Polanski eşliğinde sert bir girişle başlayan kitap edebi bir zarafetle devam ediyor. Dederer sayfalar boyunca “kendi yaşam öyküsüne hapsolmuş” sanatçılara eleştirel bir zekâyla eğilip vicdan, ahlak polisliği, güzellik gibi kavramları masaya yatırıyor, “sevmenin ahlaki değil duygusal bir karar olduğu” kanısına varıyor. Fakat bir eser, yaratıcısının kötülük eylemiyle “lekelendikten” sonra şöyle hissediyoruz, diyor:

Tecavüzcü̈ Polanski, olağanüstü yetenekli Leh sanat öğrencisi, wunderkind, Holokost’tan kurtulmuş̧ Polanski’yle iç içe geçiyor. Dijital platformlarda Sudaki Bıçak’ı seyredince paramız o suçsuz, genç̧ Polanski’ye gitsin istiyoruz. Bu korkunç, yaşlı suçluyu nasıl pas geçebiliriz? Geçemeyiz. Yaptığı şeye dair bilgimizi bile pas geçemeyiz. Lekeyi pas geçemeyiz. Leke, yaşamda da eserde de iz bırakıyor.” (s. 50)

Spotlar altındaki canavarın değil, “seyircinin otobiyografisini” yazmaya giriştiğini belirten yazara göre bir sanat eserini tüketmek, sanatçıyla seyircinin yaşam öyküsünü buluşturan öznel bir süreç. Dederer, doğru-yanlış sonsuz bilginin internetten üstümüze çullandığı, yükselen sağın insan haklarına “woke saçmalıkları” olarak yaklaştığı, özellikle #metoo sonrası dişil öfkenin gürül gürül aktığı bu zamanda iki uç arasında denge kurmaya çalışıyor.

Yazar, kitaba adını veren ikilemin etrafında farklı kimliklerde eş zamanlı var olabilmek, antisemitizm, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi meselelere de eğiliyor. Karşımıza “beyaz, orta sınıf bir feminist olmanın lekesiyle” çıkan Dederer, söz konusu korkunçluğun potansiyelini bizim de farklı şekillerde içimizde barındırdığımızın farkındalığıyla dehşete düşerek gözlerimizi canavarlardan biraz da bundan alamadığımızı söylüyor.

Tereddütsüz darbe vurulan yargılardan biri, (“dahi”, beyaz) erkek sanatçı şiddetinin temize çıkarılması; malum, sanat üretebilmek için suç işlemek “zorunda” değiliz:

Hikâye şu: Erkek, kendinden büyük güçlere, kontrol edemediği güçlere maruzdur. Bu güçler bazen iyice coşar ve erkek yoldan çıkıp bir suç̧ işler. Üzücü̈ bir durumdur bu ama bu güçlerin aynı zamanda onu büyük bir sanatçı yaptığını biliriz.” (s. 208)

Hükümetlerin, mesela iklim krizi konusunda radikal kararlar almak yerine çöplerini ayırmayan tüketiciyi itham etmesi misali, kapitalizm, “Canavar erkeklerin sanatıyla ne yapacağız?” sorusunu da tüketicinin üstüne yığıyor, Dederer’e göre… Kişisel sorumluluktan kaçalım demek değil bu, tam tersine, daha büyük bir sorumluluk üstlenmek: “Sanatı tüketme biciminiz sizi kötü ya da iyi bir insan yapmıyor. İyi ya da kötü olmanın başka yollarını bulmalısınız.” (s. 238)