Fotoğraflar: Metin Ovadiya
İstanbul doğumlu Rakel Alhale, Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra, Işık Üniversitesi’nden İngilizce İşletme lisansını aldı. Uzun yıllar Fransız firmalarında tekstil mümessilliği ve yöneticilik yaptıktan sonra kendi firmasını kurdu. Avrupa’nın seçili tekstil hammadde firmalarının Türkiye temsilciliğini yaparken 2015’de Fransa’da FIFTH SENSE Lingerie markasını kurdu.
Erkek kardeşi üzerinde oynadığı kumaşlarla küçük yaşta başlayan büyük tutku, Paris’teki bir kafede şekillenen ‘Fifth Sense’ markasıyla taçlandı. Kadınların iç dünyalarını yansıtan iç giyim ve mayo tasarımlarıyla dolu bu serüven, onları büyüleyici bir keşfe davet ediyor. İşte iç giyimde ilham kaynağı olan Rakel’in hikâyesi böyle başladı.
Modaya olan ilginiz nasıl başladı?
Tekstil kökenli bir ailenin ilk torunu olarak dünyaya geldim. İlk çocuk olmanın verdiği sorumlulukla, üzerimde hep çok başarılı olmam için uygulanan görünmez bir baskı vardı. Bu sayede çok iyi bir eğitim hayatım oldu. Saint Joseph’te okumam ve henüz on bir yaşındayken Fransızca ve Paris ile tanışmam sanırım hayatımın en önemli dönüm noktası oldu. Küçük yaşlarımdan beri genlerden gelen hep bir tekstil merakım vardı. Tekstilci komşumuzdan aldığım kumaş parçalarıyla erkek kardeşimin üzerinde tasarımlar yapardım. O küçücük yaşımda komşumuzdan nasıl kumaş parçaları isterdim, kardeşim de bu oyuna nasıl ikna olurdu hatırladıkça hala gülerim…
Kendi markanızı yaratma arzusu nasıl doğdu?
Uzun yıllar Fransız kökenli bir firmanın iç giyim bölümünde tekstil mümessilliği ve Türkiye Ofisi yöneticiliği yaptım. Oğlum dört yaşına geldiğinde, ona daha fazla vakit ayırabilmek için kurumsal kariyerimi bırakıp, esnek çalışma saatlerine sahip olabilmek adına kendi işimi kurmaya karar verdim. İlk başlarda yalnızca Avrupa’ya tekstil ihracatında aracılık yapıyordum. Daha sonrasında, iç giyim sektöründeki Avrupa fuarları ve firmalarıyla olan bağlantılarım sayesinde, ürünlerini Türkiye’ye pazarlamamı talep ettiler. Böylece kendimi Türk iç giyim markalarına dantel, lastik vs. pazarlarken buldum. Bu işi yaparken de Avrupa’daki tasarımların maalesef ülkemizde olmadığını fark ettim. Bir Fransız tasarımcı arkadaşımın desteğiyle, 2015 yılında “Fifth Sense” markasını Fransa’da kurmaya karar verdim. Paris’teki kafede aldığım o karar anını ve hissettiğim heyecanı asla unutamam, her ziyaretimde bir kahve içip o anı yeniden yaşarım.
Markanızın adını seçme hikâyenizi bize anlatır mısınız? Bu isim markanızın felsefesiyle nasıl örtüşüyor?
Bu hikâyeyi anlatmaya bayılıyorum çünkü markanın felsefesini tam anlamıyla yansıtıyor. Bir gün elimde danteller, önümde bir kadeh şarap, arkada oğlumun FIFA oynarken çıkan sesleri eşliğinde ilk koleksiyonumu hazırlamaya çalışırken, bir yandan da markam için sürekli bir isim düşünüyordum. Fransızca kelimeler üzerinde düşünürken, kişisel gelişim ve enerji çalışmalarımın da verdiği ilhamla, his kelimesinin markamda mutlaka yer alması gerektiğini fark ettim. Kadınların benim ürünlerimi giydiklerinde hissettikleri mutluluğun, keyfin yani o hissin bir adı olmalıydı. Beş sayısı benim için her zaman uğurlu olmuştur; yaşam döngümün değiştiği sayıdır, bu yüzden “fifth” benim için özeldir. Küçük yaşta gittiğim New York seyahatimde beni etkileyen Fifth Avenue’yu düşünürken, o an içimde bir şey netleşti: Marka “Fifth Sense” olacaktı. Fransızlar yıllarca neden “Cinquieme Sens” (Fransızca: Beşinci His) koymadım diye çok takıldılar, ama hikâyeyi onlara anlatınca, dünyaya açılmak için doğru strateji olduğunu söyleyerek beni hep cesaretlendirdiler.
Betül Özberk ve Rakel Alhale
Fransız kökenli bir marka olarak tasarımlarınızdaki Fransız zarafetini ve şıklığını Türk pazarına nasıl entegre ettiniz? Tasarımlarınızdaki bu iki kültürü nasıl buluşturuyorsunuz?
Öncelikle bu en çok zorlandığım konulardan biri oldu diyebilirim. Yıllarca Fransız markalarına koleksiyon hazırladığım için onların tarzını beğenerek kendi markama entegre ettim. Ancak bu stil ilk başta Türk halkı için uygun olmadı. Özellikle iç giyimde kapsız ürünler tasarlamam çok tepki çekti. Pek çok insan, sutyeni yalnızca göğsü kapatıcı iki kap ve bir lastikten oluşan bir ürün olarak görüyordu. Ben ise zarif dantel ve kaliteli kumaşların, kadının tenine değmesi gerektiğine inanıyordum ve bunu koleksiyonlarımda uyguladım. Üst segment lüks bir marka olduğumuz için, kaliteli kumaşlar ve aksesuarlar kullanmam fiyatların da yüksek olmasına yol açtı. Ancak zamanla mayo koleksiyonum sayesinde Türk halkının gönlünü fethedip, iç giyime de ilgilerini çekmeyi başardım diyebilirim.
Lüks giyim sektöründe rekabetin oldukça yoğun olduğunu gözlemliyorum. Sizin markanızı diğer lüks markalardan ayıran en önemli özellikler nelerdir?
Öncelikle, özgün tasarımlarımız öne çıkıyor. Fransız metal aksesuarları ve İspanyol dizayn üretim kumaşları ürünlerimize benzersiz bir dokunuş katıyor. Müşterilerimiz, ödedikleri ücretin karşılığında gerçekten kaliteli bir ürün aldıklarını hissediyorlar. Ayrıca, markamdan online alışveriş yapan herkes alışveriş sürecindeki ilgiden, eline aldığı paketten ve paketin üzerindeki nottan kendilerini çok özel hissettiklerini ve memnun kaldıklarını dile getiriyorlar.
İlham her an her yerde karşımıza çıkabilir; doğada, sanat eserlerinde ya da şehir yaşamının detaylarında... Koleksiyonlarınızı oluştururken siz en çok nelerden besleniyor ve ilham alıyorsunuz?
Örneğin, ilk iç giyim koleksiyonumun dantellerini Paris’teki balkon ferforjelerinden esinlenerek tasarlamıştım. Günlük yaşamda gözüme çarpan en küçük detaylardan bile esinlenebiliyorum. Bir koleksiyonumun teması olan “dudak” bir arkadaşımın ruj sürerkenki anından doğmuştu. Mayo koleksiyonlarımda ise yıllardır vazgeçemediğim leopar ve zebra desenlerinin farklı türevlerine yer vermeyi çok seviyorum.
Başarılı bir girişimci olarak piyasada sizi en çok etkileyen, ilham aldığınız kişiler ya da markalar var mı?
Sonia Rykiel, hep hayranlık duyduğum bir tasarımcı olmuştur, onun yaratıcılığı ve tarzı bana her zaman ilham verdi. İç giyim alanında ise Chantal Thomass’ı uzun yıllar çok severek takip ettim. Onun cesur ve kadınsı tasarımlarını her zaman ilham verici buldum. Ayrıca Eres markasına da hayranım. Markanın minimal ve zarif çizgisi, kaliteli kumaşları ve zamansız tasarımları benim de koleksiyonlarımda yansıtmak istediğim estetik anlayışını temsil ediyor.
Moda dünyasındaki trendler hızla değişiyor. Genç tasarımcılara kendi tarzlarını bulmaları ve kalıcı olmaları için ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Verebileceğim en önemli tavsiye, çıraklığını yapmadıkları işin ustalığına kalkışmasınlar diyebilirim. Günümüz gençleri, özellikle sosyal medyanın ve Instagram’ın etkisiyle her şeye hızlıca ulaşabileceklerini düşünüyorlar, bu yüzden de çok sabırsızlar. Ancak işin özünü tam anlamadan sadece birkaç tasarım taklit ederek marka yaratmak mümkün değil. Belki kısa vadede bir çıkış yakalayabilirler ama uzun vadede bu sürdürülebilir olmaz. Kalıcı bir başarı istiyorlarsa, işi en başından detaylarıyla öğrenmeli, kendilerini geliştirmeli ve tasarımlarına özgün bir bakış açısı katmalılar. İyi düşünülmüş, planlı ve kararlı adım atmaları onları uzun vadeli bir kariyere taşıyacaktır diye düşünüyorum.
Yaklaşık on yıl sonra markanızı nerede görüyorsunuz? Gelecekte tasarımlarınızda yenilikler ve farklılıklar yaratmayı planladığınız alanlar var mı?
Dünya ekonomisi ve pazarlama teknikleri son on yılda bile o kadar beklemediğimiz şekilde değişti ve gelişti ki, inanın on sene sonrası için net bir yorum yapamıyorum. Ancak gelecek tasarımlarım için aklımda oldukça yenilikçi bir fikir var. Özellikle kadınlara farklı bir açıdan dokunmayı hedefliyorum ve bunun için alanında ünlü bir marka ile iş birliği yapmayı hedefliyorum. Şu anda bu proje henüz imzalanmadığı için detay veremiyorum ama umarım piyasaya çıktığında tanıtımını birlikte yaparız.