Ethel ve Julius Rosenberg, 1953 yılının 19 Haziran’ında, New York Eyaletinin Ossining kentindeki Sing Sing hapishanesinde, elektrikli sandalyede idam edildiler. Arkalarında Michael ve Robert adında iki çocuk bıraktılar…

Amerikan hukuk tarihinde çok az dava bu denli tartışma konusu olmuştur. Yalnız Amerika’da değil, dünyanın dört bir yanında bu denli yakından takip edilen, Büyük Savaş ertesinde, kendisini savaşın mutlak galibi olarak konumlandıran Washington’a bu denli meydan okuyan bir olay olmamıştır.

Her şey, 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore birliklerinin 32. Paraleli aşarak Güney Kore topraklarına girmesi ile başlar. O ana dek yarımadada yüz binden fazla insan iç savaşın kızgın dalgaları arasında ölmüştür. Ancak, bu yaşananlar daha öncekilere benzememektedir. Kim Il Sung ve Kuzey’in diğer liderleri adeta bir güçten ilham alıyor gibidirler.

Başkan Truman ile Dışişleri Bakanı Dean Acheson, kısa zamanda bu olanlara bir yorum getireceklerdir. Sovyetlere atom bombasının sırlarını vermek ile suçlanan Rosenberg’ler bu konuda hedefe konmuşlardır. Bombaya kavuşan Stalin, Kore’de, daha önce hiç rastlanmamış kendinden emin bir şekilde gerginliği tırmandırmıştır. Bu durum Kuzey’dekileri cesaretlendirmiş, sonuç itibarı ile ‘soğuk’ geçmekte olan savaş birden alevlenmiştir.

Amerikan Komünist Partisi üyesi Ethel ve Julius Rosenberg’in - son derece dolambaçlı bir yoldan ancak bir o kadar da doğrudan - Kore’deki tüm olumsuzlukların nedeni olarak gösterilmeleri, Başkan Truman’ın Adalet Bakanlığına bu konuyu en ince ayrıntısına kadar irdelemesi talimatını vermesi, Rosenberg’leri elektrikli sandalyeye götüren süreçte sonun başlangıcı olacaktır.

Tarihçi Lori Clune, Oxford Üniversitesi Yayınlarından çıkarttığı “Executing the Rosenbergs: Death and Diplomacy in a Cold War World” adlı kitabında davanın nedenlerini, gelişimini, açmazlarını, savunmanın argümanlarını, kararın kamuoyunda yarattığı etkiyi incelerken, arka planı da vermeyi ihmal etmemiş… İki başkan, Demokrat Harry Truman döneminde yargı süreci ile başlayan, savaş kahramanı Cumhuriyetçi Dwight Eisenhower döneminde Rosenberg çiftinin idamı ile sonlanan sürece yön veren o arka plandır, hiç şüphesiz…

Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği, Hitler ordularının Haziran 1941’de Rusya’ya saldırmalarından itibaren, aynı safta yer alırlar. Ancak durum, savaşın sonlarına doğru değişmeye başlar. Almanya’nın Mayıs 1945’te teslim olması ile Moskova ve Washington arasındaki gerilim iyiden iyiye su yüzüne çıkar.

Böyle bir ortamda, Japonya’nın teslim olmayı ret etmesi ile Hiroshima ile Nagasaki’ye atılan asrın bombaları, Amerika’yı, soğuk savaşın eşiğinde Sovyetlerin önüne geçirecektir. Bombanın etkileri belli olduktan sonra Amerika’da yapılan kamuoyu yoklamaları, önemli çoğunluğunun (%70 kadar) atom bombası kullanımını desteklediğini gösterir.

George Orwell’in ifade ettiği gibi, Soğuk Savaş, ‘barış olmayan bir barış’ karakteri ile dünyayı sallamaya başlar. Sovyetlerin komünizmi yayma uğruna dünyanın dört bir tarafındaki girişimleri, Amerikan kamuoyunda rahatsızlık yaratmaktadır. Demokrat Başkan Truman Sovyetler karşısında pasif olmakla suçlanırken, Amerikan’ın Büyük Savaş esnasındaki kazanımlarını bir bir yitirdiği ve Beyaz Saray’ın buna seyirci kaldığı endişesi kendini belli etmeye başlar.

Elbette ki, ABD ile Sovyetler arasındaki çekişmeler dünyanın değişik bölgelerindeki nüfuz paylaşımı ile sınırlı değildi. Stratejik bir silah olarak ortaya çıkan atom bombası etrafında gelişen olaylar ile de ilgiliydi. Japonya’ya atılan bombaların dünyada yarattığı tepkiye cevaben Amerikan Atom Ajansının proje ile ilgili yayınladığı rapor - tüm eksikliğine rağmen, Moskova’nın yakından takip ettiği bilimsel bir belge olmuştu.

1949 sonbaharında Sovyetlerin, benzer bir bombayı başarı ile denediklerini duyurmaları, Amerikan siyasi ve güvenlik çevrelerinde şok etkisi yaratır. Yapbozun parçalarını tamamlamak için eksik olan Sovyetler lehine yapılmış bir casusluk olmalıydı.

Amerikan halkı olası bir nükleer savaşın pompalanarak paranoya seviyesine çıkan korkusu ile çaresizliğe teslim olmuştu adeta. Yüksek rütbeli bir diplomat, Alger Hiss’in Sovyetler lehine casusluk suçlaması ile tutuklanması, Hiss’in sınıf arkadaşı Dışişleri Bakanı Acheson’un ona arka çıkması, kamuoyunda Truman ve ekibine atfedilen ‘komünizme karşı yumuşak’ suçlamasını gündeme getirir.

Gelen bir dizi ihbar sonucu çağın suçunun odağına oturmadan önce, Ethel ve Julius Rosenberg çifti, iki küçük oğulları ile New York’ta yaşamaktadırlar. Göçmen Yahudi ailelerin çocukları olarak doğmuş ve büyümüş Ethel ve Julius, 1930’ların başında Amerikan Komünist Partisine üye olurlar. Elektrik mühendisi olan Julius, zaman içinde bazı gizli bilgilere erişir. Komünist Parti üyesi kimliği ile kurduğu ilişkiler sayesinde, Sovyetler lehine casusluk yapma talebini iletir. Neticede KGB kendisini Antenna kod adı ile görevlendirir. Oluşturduğu küçük ancak etkin casus ağı ile Sovyetler lehine bilgi akışını sağlamaya başladığında, İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiştir.

Julius, oluşturduğu casusluk çemberine, birçok yetkin mühendis arasında, Manhattan Projesi’ndeki pek çok önemli bilgiye ilk elden erişebilir olan eşinin kardeşi David Greenglass’ı dâhil edecektir. Daha sonra David’in eşi Ruth da onlara katılacaktır. Rosenberg’in casusluk şebekesi birkaç ay sonra, aralarından birinin FBI’a itiraflarda bulunması ile çatırdamaya başlar ve işler çorap söküğü gibi gider.

İşin Julius’a erişmesi, David Greenglass’ın 1950 yılının 16 Haziran’ında tutuklanması ile başlar. David, Julius’u deşifre eder. FBI, David’den başka isimler ister ve kendileri ile işbirliği yapması halinde, suça ortak olduğunu bildikleri eşi Ruth’a dokunmayacaklarını söylerler.

Julius, Kore meselesinin başlamasından bir ay sonra, David Greenglass’ın tanıklığı ile tutuklanır. Eşi Ruth’un suçlamaya dâhil olmaması için, David, kardeşi Ethel’in de şebekede önemli görevler üstlendiğini belirtir.

Ethel, Julius’un casusluk faaliyetlerinden tamamen habersiz olduğunu söylese de, FBI, biraz da Julius’u tehdit edip kendisinden yeni isimler almak adına, Ethel’i tutuklar. FBI Direktörü Edgar Hoover, onu ‘ev kadını kılığına girmiş bir casusluk üstadı’ olarak tanımlar…

Eğer Rosenbergler atom bombası ile ilgili bilgileri Sovyetlere sızdırmasalardı, belki bugün Kore’de gencecik askerlerimiz ölmeyeceklerdi!’ Savcının bu mütalaası, Rosenberg davasının nereye oturacağını ve dış siyasetteki dalgalanmalardan ne denli etkileneceğini göstermesi açısından önemlidir.

Suçlama açık ve nettir: Savcılık hem Ethel’i hem de Julius’u, 6 Haziran 1944 ile 16 Haziran 1950 arasında Sovyetler Birliği lehine casusluk yapmakla, savaş içinde gizli bilgileri yabancı bir devlete sızdırmakla suçlar. Gerçi Sovyetler savaş esnasında ABD ile müttefiktir, ancak aynı zamanda soğuk savaşın da ilan edilmemiş düşmanıdır… Hem de amansız düşmanı! Çift, Başkan Woodrow Wilson zamanında kabul edilmiş Casusluk Yasasına göre yargılanacaktır.

Cumhuriyetçiler tarafından Komünistlere yumuşak davranmakla itham edilen Demokrat yönetim için Rosenberg davası adeta bir sınav için de fırsattır ve Başkan Truman’ın bunu değerlendirmeme şansı yoktur…

Davaya savcı olarak Roy Kohn, hâkim olarak da Irving R. Kaufman atanır. İddia makamının onlara karşı göstereceği en güçlü tanık ise David Greenglass olacaktır.

Rosenberg’ler davanın başlamasını beklerken Kore’den gelen haberler Amerikan kamuoyunu allak bullak eder. Amerikan birlikleri Kore yarımadasının güneyine sıkışmıştır. Mao emrindeki Çin ordusunun kuzeydeki Komünistlere yardım etmesi ile Amerikan’ın desteklediği güçler iyiden iyiye, kayıp vermeye ve çekilmeye başlamışlardır. Truman, üzerinde oluşan baskıyı savuşturmak için düşmana yüklenmesi gerektiğini bilmektedir. Komünist düşmana gücü yetmediğinde yükleneceği onun keşfedilmiş temsilcileridir: Ethel ve Julius…

Savunma, duruşma esnasında, casusluk suçlamasından ziyade Kore’de olup biteni gündeme getirir ve tüm stratejisini bunun üzerine kurar. Buna gelen itirazlar kulak ardı edilir. Mahkeme kulisinde Hâkim Kaufmann’ın, zanlılarla ilgili olarak idam cezasını dillendirdiği söylenmektedir. ‘Casusluk faaliyeti en yüksek cezayı hak eder ve bu savaş zamanında düşmanın lehinde yapılırsa, idamdan başka düşünülecek bir şey yoktur… demektedir.

Kaufmann, böylesi bir cezayı iki küçük çocuk annesi bir kadın için istemiş olmasının, ek bazı dayanaklara ihtiyacı olduğunun farkındadır. İdam kararını açıkladığı kapanış konuşmasında şöyle seslenir: ‘Ethel Rosenberg’in rolü hakkında yanlış anlamalar olmasın. Eşini böylesi bir hatadan vazgeçireceğine onu casusluk faaliyetinde cesaretlendirmiştir. Eşinden üç yaş, kardeşinden yedi yaş daha büyük, olgun bir kadın olarak, böylesi bir cesaretlendirme suçun ortağı olduğunun kanıtıdır.’

Yargıç Kaufmann’ın, Başkan Truman’ın söylemini kararına taşıması kimseyi şaşırtmaz. Konuşmasının sonu, Rosenberg’lerin tabutudur:Suçunuz cinayetten beterdir. Atom bombasının Rusların eline geçmesini sağlamanız, inanıyorum ki Kore’deki saldırılara olanak tanımış, bugüne kadar 50.000’den fazla ölüme sebep olmuştur. Yine inanıyorum ki, ileride de birçok masum insanı etkileyecek bir suç işlediniz. Ethel ve Julius Rosenberg, sizleri affetmek elimde değil. Yalnızca Tanrı, yaptıklarınızdan dolayı size merhametle yaklaşabilir.’

Truman zamanında da, daha sonra Başkan olacak savaş kahramanı Eisenhower zamanında da bu, ‘Hür dünya - Komünist dünya’ çifti hep gündeme gelecek, her iki dönemde de tıpkı başkanlığın devri aşamasında olduğu gibi, Rosenberg’ler için istenen af talebi, soğuk savaşın esasını oluşturan ABD - Sovyet çatışmasına takılacaktır. Julius’un suçlu olduğu bellidir. Ancak kendisi için talep edilen ceza, dünya çapında tepki ile karşılaşır. Ethel için adil bir şekilde yeniden yargılanma çağrıları da havada kalır.

Sorulması gereken birçok soru vardır: Ruth Greenglass neden zanlı olarak davaya dâhil edilmedi? Rosenberg’ler tarafından Sovyetlere sızdırılmış bilgiler gerçekten atom bombasının yapımında vazgeçilmez detayları içeriyor muydu? Neden, atom bombasının Oppenheimer ve Urey gibi babaları, davaya tanık olarak davet edilmediler?

Bu ve bu gibi sorulara hiçbir zaman net yanıtlar verilemedi. Kararın, bazı çevrelerin dile getirdiği gibi antisemit bir eğilimi olması da mümkün değildir: Hem Savcı Kohn hem de Yargıç Kaufmann Yahudi’dirler...

Ethel ve Julius Rosenberg, 1953 yılının 19 Haziran’ında, New York eyaletinin Ossining kentindeki Sing Sing Hapishanesinde, elektrikli sandalyede idam edildiler: O tarihte Dwigth Eisenhower, Başkandır. Nazi Almanya’sına karşı kazanılan büyük savaşın kahramanıdır. Yalnız kendi halkı arasında değil, tüm dünya kamuoyunda saygın bir yere sahiptir.

Başkan ilan edildiği günkü konuşmasına, Tanrı’nın kendisine, doğruyu yanlıştan ayırma gücü vermesi, şeytanla savaşında Amerika’nın önünü açması için bir dua ile başlar. Komünizmi şeytan işi ilan etmek o günkü Amerika’da sıkça görülen ve prim yapan bir eğilimdir. Cumhuriyetçi Senatör Erward Martin’in bir çağrısı bunu ortaya koyar niteliktedir: Amerikalılar komünizmi, bir ellerinde atom bombası diğer ellerinde haçla savaşarak kazanacaklardır…’

Tarihçi William Imbaden’e göre de bu savaşı kazanmak için ‘Protestan, Katolik, Yahudi, Mormon herkes, farklılıklarını bir kenara bırakarak çalışmalı, Tanrı’nın etrafında oluşan kutsal değerlere sarılmalıdır… Böylece insan hakları, özgürlük gibi Amerikan değerleri anlam bulacak ve küresel komünizmin önüne geçilecektir…’

Goerge Orwell 1946 yılında yayınlanan “The Politics of the English Language” adlı kitabında şöyle der: Siyasi dil, yalanları gerçek göstermek, cinayetleri saygınlaştırmak ve basit bir rüzgâra, sert görüntüsü vermek için dizayn edilmiştir…’

Rosenberg’lerin, bir koruyucu aileye verilen oğulları Robert ve Michael, uzun zaman anne ve babalarına atfedilen suçlara ve neden idam edildiklerine anlam veremediler. Kendilerini yetiştiren Anne ve Abel Meeropol’a ithaf ettikleri kitaplarında yayınladıkları cezaevi mektupları ile, tarihin, ‘Rosenberg Olayı’nı değerlendirmesine katkıda bulunmayı arzuladılar.

 

Kaynaklar

Lori Clune, “Executing the Rosenbergs : Death and Diplomacy in a Cold War World”, Oxford Üniversitesi Yayınları.

Robert ve Michael Meeropol, “We Are Your Sons”, Ballantine Books, 1976.