Duygular bizi iyi ya da kötü insan yapmaz, sadece insan yapar.”

Kişiyi kemiren, ilişkilerini ve yaşamını zorlaştıran duygular vardır. Toplumda tabu olarak kabul edilip, üstleri örtülmeye çalışılsa da Haset ve Rekabet, Tevrat’ta Habil (Evel) ve Kabil’in (Kayin) kavgası kadar eskidir.

Tevrat’ta yaradılışın anlatıldığı bölümde Habil’in, çiftçi olan ağabeyi Kabil tarafından öldürüldüğü yazılıdır. Habil koyun sürüsünün ilk doğanlarından, Kabil ise toprağın ürününden Tanrı’ya sunmuş ancak Tanrı Kabil’in teklifini geri çevirmiştir. Kabil, öfke ve kıskançlıkla kardeşini öldürür ve Tanrı tarafından lanetlenerek yaşadığı topraktan kovularak, yaşamını sürgünde devam ettirir.

Psikolog, yazar Leyla Navaro ile kitabı Haset ve Rekabet ve bu konunun derinlikleri hakkında söyleştik…

Haset ve Rekabet adlı kitabınız yılların bilgi ve deneyimlerinden oluşmuş. Bu konuda kitap yazmanızın altındaki itici güç neydi?

Çocukluk yıllarımdan itibaren bu duygularla tanıştım, onların içinden geçerek yaşadım ve büyüdüm. Arkadaşlarımı kıskandım, onlarla rekabet ettim. Haset, kıskançlık, rekabet, gibi güçlü duyguları çalışmayı seviyorum. Özellikle toplumsal cinsiyet rollerindeki hapsolunmuşluklar, kızgınlık, öfke, tutku gibi duyguların toplumca kadına ve erkeğe farklı atfedilmesi yıllardır özel ilgi ve araştırma alanım oldu. Bu kitap; Canavarın gözünün içine bakma arzumdan doğdu.

Haset ile kıskançlık arasındaki farkı nasıl açıklarız?

Haset sahip olunmayan ya da sahip olunmadığı farz edilen bir özelliğin bir başkasında görülüp takıntılı bir şekilde arzu edilmesidir. “Onda var, bende neden yok!” düşüncesinin baskın olması, kişideki yoksunluk duygusunu tetikler. Haset iki kişi arasında yaşanır.

Kıskançlık var olanı, sevgi, dikkat, özen, pozisyon, statü gibi özel durumları, başkasının devreye girmesiyle kaybetme kaygısıdır. İki yakın arkadaşken, aramıza katılan üçüncü kişi aniden bir rakibe dönüşür ve dostluğumuzun, sevgimizin ahengi açısından tehdit oluşturur. Kıskançlık üç kişi arasında yaşanır.

Hasetin tohumları nasıl atılır?

Haset çocukluktan itibaren bir şeyleri eksik ya da esirgenerek yaşayan bireylerde daha sık görülür. Esirgenmişlik ve yoksun bırakılmışlık, narsistik bir yara oluşturur, tükenme ve sınırsız öfkeye dönüşebilir. Birey yetişkin olduğunda bile hayatın her alanında (iş, ilişki…) yoksunluğu deneyimlemeye devam eder.

Bazı ailelerde haset bir gelenek gibi yaşanır. Başkalarına özenmek, şartlar konusunda tatminsiz olmak gibi durumlar ebeveynlerin tutumlarından öğrenilir ve benimsenir.

Sahip oldukları pek çok şeye rağmen yokluğa odaklanıp haset içinde yaşamlarını sürdüren insanlar da vardır.

Şunu unutmamalıyız ki, bu durum bir kader değildir. Döngüden özgürleşip, ruhsal olarak büyüme çabası içine giren kişiler neye ve kime haset ettiklerini açıkça ifade ettikçe, gizliliğin baskısından kurtulur ve kendilerinde unutmaya ya da bastırmaya çalıştıkları yönlerle tanışmaya ve barışmaya başlarlar. Böyle bir farkındalık sonrasında duygular, doygunluğa, özgüvene ve şükrana dönüşmeye başlar. Ben yaşanan deneyimlerin kişiye mesaj verme niteliğinde olduğuna her zaman inanmışımdır. Diyelim ki, bir meslektaşımla bir haset anı yaşadım. Kendime döner anlamaya çalışırım. Meslektaşım yaşadığı ülkede geliştirici seminerlere katılma imkânı buluyor, bense bir süredir çok istediğim halde katılamıyorsam, mesajı seminerlere dâhil olma zamanımın geldiği yönünde yorumlayabilirim. Yaşadığım farkındalık sayesinde duygumun yönü değişir ve haseti yaratıcı bir çözüme dönüştürmüş olurum: Haset balımın ortaya çıkmasını sağlayan iğne gibidir. Başta acı verse de, sayesinde ortaya çıkan baldır.

Haset duygusu kişide nasıl ifade bulur?

Haset ilkel bir güdüdür. Bazı durumlarda yok etme isteği doğurabileceği için dinî söylemlerde birincil günahlardan biri olarak tanıtılır ve yasaklanır. Bu güdü bastırıldığında kişi farklı yöntemlere başvurur. Haseti alevlendiren kişinin gücünü azaltmak, onun hakkında kötülemek, arkadaş çevresinden dışlamak gibi çeşitli zarar verici tepkiler gerçekleştirmeyi planlamak, bu planları eyleme geçirmek bunlardan bazılarıdır. Hasetin yarattığı acının sebebi, özenilen kişinin varlığının, yokluğu, sahip olunamayanı hatırlatmasıdır. Her an bir kıyaslama söz konusu olduğundan, kişi kendini küçük düşmüş, kızgın, enerjisiz, küskün hisseder.

Kadınlar genelde başkalarının onlara haset duymasından ürker ve bu durumla muhatap olmamak için kendilerini gizlerler.

Erkekler genelde başkalarının onlara haset duymasından gurur duyar, böyle olması için gayret eder, varlık ve başarılarını teşhir edeler.

Haseti harekete geçiren etkenler nelerdir?

Başkasının başarısı, maddi olanakları, çekiciliği, çocuk sahibi olması, sevgili ilişkisi, görünürlüğü, popülaritesi haset uyandırabilir. Mesela gizliden popüler olma arzusu taşıyan kişi, sosyal medyada yaptıkları paylaşımlarla yaşamlarını rahatça sergileyen kişilere haset edebilir. Amerika’da bu konuda yaptığım seminerler sırasında, kapitalist sistemin, haseti tetikleyerek rekabeti güçlendirdiğine ve tüketimi arttırdığına şahit oldum.

New York metrosunda billboardlarda yazan metinler şaşırtıcıydı: ‘Bu ürünlere sahip olmadan nasıl yaşıyorsun!’ Bu tarz mesajların kişinin bilinçaltında yer ederek ‘yapay mutsuzluklar’ ve ‘yanlış ihtiyaçlar’ yaratması çok doğal.

Bu duygulara daha yatkın bir karakter yapısı olduğundan söz etmek mümkün müdür?

Mizaç olarak daha yatkın olanlar vardır. Temelinde küçük düşme, özgüven eksikliği, kardeşler arasında kıyas ve tercih edilen evlat olmama durumu sıklıkla yaşanmışsa, bu duygular bedendeki virüsler gibi canlanırlar.

Hasetin çağrısı nedir?

Ben de istiyorum! Haset eden kişinin asıl ihtiyacı karşısındakiyle eşit olmaktır. Haset, onda Hasret’e dönüşür.

Çocukluk dönemi belirleyici olduğuna göre, ebeveyn ve öğretmen gibi otorite figürlerinin yaklaşımı nasıl olmalıdır?

 Kardeşlerinin ya da arkadaşlarının sahip olduğu bir şeyi hırsla elde etmeye çalıştıklarında onları utandırıp, ayıplamadan anlayışla yaklaşmaları çok yapıcı bir tutum olur. Ebeveynler ve eğitmenler bu ruh halinin doğal bir süreç olduğunu unutmamalı ve çocuğa özgüven aşılayarak, kabul gördüklerini onlara hissettirmelidirler.

Toplumda olumsuz olarak algılanan duyguların (haset, kıskançlık…) sorumlusu sadece bunu hisseden midir?

Çok haklı hasetler de vardır. Birileri imkân içinde iken, yokluk çekenler nasıl haset etmesinler? Hatta bu sebeple nazar boncuğu gibi koruyucu olduğuna inanılan takılar, objeler bile yaratılmıştır. Bu duyguyla yaşayanlar, hasete maruz kalmaktan daha çok korkarlar ve dikkat çekmemek için hayatlarını gizlerler. Kimi zaman da kendi suçluluk hislerini rahatlatmak için, karşı tarafın haset duygusunu harekete geçirerek “şöyle insanlarla beraber oldum”, “böyle yerlere gittim” gibi özendirici konuşmalar yapmayı severler. Böbürlenme haseti örtmenin yollarından biridir.

Yüzleşmekte zorlanılan duygularla nasıl başa çıkılır?

Çoğunlukla haset edilen kişiyle rekabete girilir ve onu küçük düşürmenin yolları aranır. Bu durumlara kadın ve erkek farklı tepkiler verir. Erkek rekabetinde, savaşmak vardır. Kavga ve tartışma bazen de şiddete dönüşür. Kadınlar ise, ilişki saldırganlığı yöntemini kullanır: Dedikoduyu ve dışlamayı, saf dışı bırakmayı tercih ederler. Saldırıya uğrayan kadınlar erkeklere nazaran daha çok yara alırlar. Dayanışma içinde olduklarını zannettikleri hemcinsleri onları arkalarından vurmuştur. Kitabımda bahsettiğim Ouroboros (kendi kuyruğunu yiyen yılan) gibi kendi kendilerini yemeye başladıkları için, kendi kendilerini dışlarlar. Karşı tarafın yani kadın topluluğunun istediği de tam olarak budur. Onlara göre suçlu hak ettiği cezayı almıştır.

Erkekler kavga eder, hesaplaşırlar sonrasında birlikte bira içmeye giderler. Kadınlar rekabeti durdurmaya çalışıp, gizlice arkadan çalışmayı tercih ederler. “Erkekler öldürür, kadınlar zehirler.”

Haseti görmezden gelmek ne gibi sonuçlar yaratabilir? Bu yaradan kurtulmanın çözümü nedir?

Haseti bastırmak, maskelediği aşırı stres ve öfke nedeniyle, fiziksel ve ruhsal hastalıkların davetçisidir.

Son dönem çok sık rastladığımız bir durum, çocuk sahibi olmakta zorlanan kadınların, durumu telafi etmek amacıyla evcil hayvan besleme, suni döllenme, evlat edinme gibi yollara başvurmalarıdır.

İdeal çözüm, sorunun kökenine inip iyileşmeyi sağlamaktır.

Olumsuz diye tanımladığımız duygularla yüzleşmenin ve onlara kabul vermenin ödülü nedir?

Yüzleşmenin ödülü dümene geçmektir. Dümene geçmediğiniz sürece duygu durumunuz sizi yönetir. Gereğinden fazla acı çeker, sonradan pişmanlık duyacağınız tepkisel davranışlarda bulunursunuz. Kısacası duygunun esiri haline gelirsiniz. Oysa siz duygunun ismini koyup nasıl yönetileceği konusunda bilinçlendiğinizde, gücünüze sahip çıkmış olursunuz.

Rekabet duyguları neye hizmet eder? Rekabetsiz bir hayat nasıl olurdu?

Rekabet haset veya kıskançlığın sonucunda ortaya çıkan bir çakmak ateşi gibidir. En önde gelen konumda olma isteği kişinin rekabet duygusunu harekete geçirir ve mücadele başlar. Kazanmak için diğer tarafın kaybetmesi şarttır. İki ya da daha fazla kişi veya gruplar arasında yaşanır.

Doğruyu söylemek gerekirse, narsist olmanın doğal karşılandığı bir döneme girdik. Sosyal medyanın kullanımıyla, gösteriş ve kendini ortaya koyma, insanlar arasında bir mutluluk ve refah ispatı yarışına dönüştü. Geçmişte toplumda görgüsüzlük olarak kabul edilen davranışlar şimdilerde bir meziyet gibi yaşanıyor. Teşhircilik yeni bir dışavurum ve savunma şekline dönüştü.

Rekabet zarar verici boyutlara ulaşmadığı, kişi diğerini bir ilham, motivasyon unsuru olarak görebildiği sürece, hayatın içinde bizi vasatlıktan kurtaran bir duygu haline dönüşür.

Toplumumuzda, rekabet eden kadına ve erkeğe kabul verme açısından bir ayırımcılık var mıdır?

Toplumumuzda rekabet etmeyen erkeğe yetersiz, kılıbık; rekabet eden kadına aşırı hırslı yaftası yapıştırmak yaygın bir davranış şeklidir.

Erkek rekabetçidir,

Kadın çok rekabetçidir.

Terapinin bu süreçlere katkısı nedir?

Duyguları değiştirmek ya da reddetmek mümkün değildir. Sorunlar “Bunu öyle hissetmemeliydin” ya da “Kızmaman gerekirdi” gibi mantık kalıplarıyla çözülemez. Terapi, duyguların ifade edildiği, anlaşıldığı ve kabul edildiği yerdir. Kabul gören, anlaşılan duygunun, ruhun üzerindeki baskısı azalır ve neden olduğu davranışları denetlemek mümkün hale gelir. Haset ve rekabeti tanıyıp enerjisini kendi gelişimimiz yararına kullanma yani yapay mutsuzluk halinden üretkenliğe dönüştürme kişisel ve ilişkisel şifa açısından önemli bir ilerlemedir.