Ölümünün 500. yılı vesilesiyle ‘Leonardo da Vinci’ye Saygı’ başlığıyla hem ülkemizde hem dünyada açılan sergileri duydukça ve gezdikçe, onun 1993 yılında Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde gördüğüm sergisini hatırlıyorum.
Benim de ‘Sanat Çevresi’ dergisine yazdığım ilk sanat yazılarımdan biri bu sergi hakkındaydı. Makalenin başlığı şöyleydi: “Kraliçe Elizabeth’in koleksiyonu Boston Müzesi’nde sergileniyor.” Bu sergide Kraliçe II. Elizabeth’in koleksiyonundan alınmış, sanatçının üç asırlık mazileri olan 23 anatomi çizimleri yer alıyordu.
Rönesans devrinin yalnız sanat dehası değil…
Leonardo da Vinci, Rönesans devrinin yalnız sanat dehası değil, aynı zamanda büyük bir düşünür, matematikçi, müzisyen, mimar, mühendis ve bilim adamıydı. Sanatçı otuz yıl boyunca (1487-1513) hem ölü hem canlı insan vücudunu inceleyip, her kasın, her kemiğin, her organın formunu ve fonksiyonunu anlamak istedi. Yaptığı anatomi çizimlerin sanatsal ve bilimsel değerleri çok büyüktür. Leonardo’dan önce de, eski Yunan heykeltıraşları ve Rönesans devrinin diğer sanatçıları da insan anatomisi ile yakından ilgilenmişlerdi. “İnsan vücudundaki kemikleri bilmeden kimse heykel yontamaz” demiş, 15. yüzyılda yaşamış olan heykeltıraş Lorenzo Ghiberti. Ancak, herhalde hiçbir sanatçı, Leonardo’dan evvel bizzat kadavraları kesip incelemeler yapmamıştır.
Anatomi onun için bir tutku oldu
İlk çalışmalarını, 1487’de, büyük tıbbi merkezlerin bulunduğu Milano’da yaşadığı zaman yaptığı sanılıyor. İlk kaygısı kemikleri ve kaslarıyla, gerçeğe en uygun nü’ler çizebilmekti. Sonraları, anatomi onun için sanatın gerekçesi değil, bir tutku oldu. İnsan vücudunu adeta yaşayan bir makine gibi görüyordu. Kırmızı zemin üzerine, kalem, mürekkep ve kırmızı tebeşirle, insan vücudunun bütün organlarını, kafatası, bacak, kol, kalça, kalp ve uterus’ün en küçük detayına kadar titizlikle çizmiştir. Leonardo 1510 senelerinde Pavia Üniversite’sinde anatomi profesörü olan Mercantonio della Tore ile beraber çalışmıştır. Bu dönemde yaptığı çizimler o kadar üstün niteliktedirler ki, bugünkü modern tıp kitaplarında yer alabilirlerdi.
Leonardo de Vinci’nin hayatı ve eserleri
15 Nisan 1452 yılında İtalya’nın Vinci kasabasında doğan Leonardo, 1466 yılında babasıyla birlikte Floransa’ya gitti. Ancak, o dönemde evlilik dışı çocukların üniversiteye girmesi yasaktı. Bu kural yüzünden kendini resim yapmaya verdi. Oğlunun bu yeteneğini fark eden babası, onu, zamanın ressamlarından Andrea del Verroccho’nun yanına eğitim alması için yolladı. Daha sonra Leonardo, Milano Dükü Sforza’nın yanında işe girdi. 17 yıl boyunca Dük için çalışan Leonardo, makine ve silah tasarımları yapıyor, festival ve organizasyonlar hazırlıyor, bunların yanında resim ve heykeller yapıyordu. Leonardo’nun o kadar çok alana ilgisi ve yeteneği vardı ki, birden fazla alana yönelmesi onun birçok işi yarıda bırakmasına sebep oluyordu.
Çalışmalarını bir defterde tutmaya başladı
1490 yılından sonra çalışmalarını bir defterde tutmaya başladı. Leonardo’nun aldığı bu notlardan oluşan defter sayfaları, koleksiyon halinde toplanmıştır. Hidrolik alanındaki çalışmalarını not aldığı el yazmaları ise, Bill Gates’in koleksiyonunda bulunmaktadır. Milano Dükü için uzun yıllar çalıştıktan sonra, 16 yıl boyunca İtalya’yı gezdi ve farklı kişiler için çalışmalar yaptı.
Bu arada dünyanın en ünlü tabloları arasında yer alan ve dahası, insanlık tarihinin en başarılı resmi sayılan Mona Lisa’yı resmetmeye başladı. 1503 yılında çizmeye başladığı tabloyu, gittiği her yere götürüyor ve yanından hiç ayırmıyordu. ‘La Gioconda’ adıyla bilinen en önemli eserinde “sfumato” tekniğini kullandı. Tablodaki kadın figürü hakkında çok fazla söylenti ve rivayet bulunuyor. Tablodaki kadının Fransız bir tüccarın eşi olduğu tahmin ediliyor.
Diğer önemli eseri, ‘L’ultima Cena’ / Son Akşam Yemeği, Milano Dükü Lodovico Sforza’nın isteği üzerine yaptığı bir tablodur. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden önceki gece 12 havarisi ile yediği son akşam yemeğini anlatan eser, Milano’daki Santa Maria delle Grazie’nin duvarına yapılmıştır.
Haliç köprüsünün çizimini yaptı
Birçok icadın sahibi olmasa da, ilk çizimlerini yapan Leonardo, bisiklet, denizaltı, helikopter gibi teknolojik buluşların tasarımını yaptı. 1502 yılında dönemin padişahı olan Sultan II. Bayezid için Haliç üzerine yapılması istenen köprünün çizimini sundu. O zaman kabul edilmeyen köprü tasarımı, daha sonra birebir aynısı olmasa da Norveç’te yapıldı.
Vitruvius Adamı (Le proporzioni del corpo umano secondo Vitruvio) adını verdiği çiziminde, insan vücudunun oranlarını ön plana çıkarmayı amaçlamıştır. 1492 yılında yapıldığı tahmin edilen eskiz, Venedik’teki Gallerie dell’Accademia’da bulunmaktadır.
Leonardo’nun son yılları
Birkaç yıl evvel bir Fransa seyahatimde, ‘Loire Şatoları’ turunu almıştım. Gezdiğimiz yerler arasında Leonardo’nun son yıllarını geçirdiği kasabaya da uğradık. Ambroise’daki Kraliyet Sarayı’nın yakınındaki Clos Luce Şatosu sanatçının bu dünyadaki son durağı oldu. Yüzyılların dahi sanatçısı Leonardo da Vinci, 64 yaşında, I. François tarafından Fransa’ya davet edilerek sarayın baş ressamı, mimarı ve mühendisi olarak ölene kadar, kralın kendisine sağladığı olanaklarla, yaratıcı, üretici ve verimli bir hayat sürmüştür. Dünyanın hayran olduğu sanatçının evininin havasını solumak, kullandığı eşyaları, mutfağını, çalışma masasını yakından görmek hakikaten çok heyecan vericiydi. Şatonun zemin katında, sanatçının tasarladığı, helikopter ve diğer makinaların maketlerini hayranlıkla izledik. 1519 yılında hayata veda eden Leonardo’nun, kralın kollarında son nefesini verdiği rivayet edilir. Mezarı da Ambroise’daki Sainte Chapelle’inde bulunuyor.
Leonardo da Vinci hakkında yazılan kitaplar
Yıllarca bu dahi sanatçı hakkında pek çok kitap yazılmıştır. En önemli yazarları şöyle sıralayabiliriz: Walter Isaacson, Dan Brown, Leo Perutz ve Leonardo da Vinci uzmanı sayılan Martin Kemp’in, ölümünün 500. yılının anısına yeni yazdığı ‘Leonardo da Vinci 100 Milestones’ gündemde.
Leonardo da Vinci’nin ‘Anatomi Çizimleri’ sergilerine hem dünyada hem ülkemizde birçok kez rastladım. Ama 1993 yılındaki serginin broşüründe büyük puntolarla yazılmış, sanatçının şu sözler hafızamdan hiç silinmedi:
“İnsanlık büyük değişik keşiflerde bulundu, fakat doğadan daha güzel, daha has, daha direkt bir şeyi keşfedemez. Çünkü onun keşfinde hiçbir şey eksik değil, hiçbir şey fazlalık değildir.”
Sanatçının insan vücuduna duyduğu hayranlığa katılmamak mümkün mü…