20 yıldır tanırım...
Atölyesi boya kadar yaşanmışlık kokar...
Paylaşmanın öğrenmenin tınıları titreşir...
O hep oradadır ve anlatmaya devam eder...
Mahir Güven ile hayatı, sanatı konuştuk.
Mahir Güven kimdir?
Mikrobiyolog bir baba ile öğretmen bir annenin tek çocuğuyum. Ailemde ve çevremde çizim, sanatla ilgili bir ortam yok. Ama ben kendimi bildim bileli çizerim. Arkadaşlarımı, komşumuzu, köpeğimi, gittiğim filmleri hep çizdim. Hayat bir şekilde iteliyor. Ve eğer ailen ‘hayır’ demiyor ise şanslısın. Babam beni Hikmet Onat’ın atölyesine götürdü. Nazlı Ecevit ile tanışma fırsatını buldum. Neşet Günal ile devam ettim.
Siz de bugün özellikle üniversite hazırlık konusunda söz sahibi bir eğitimcisiniz? Giriş sınavlarındaki sistemin bazı yeteneklerin görülmemesi konusundaki fikriniz nedir?
Hocalarımdan ders alırken ders vermeyi de öğrendim. Bir öğretmen öğrencisine doğruları gösterirken yanlışları da gösterir. Öğrenci seçme sınavlarında pek çok öğrenci başvuruyor ama sadece birkaçı seçiliyor. Uzun süre bunun handikapları olduğunu düşündüm. Ancak eğer bir kişi sanat duygusunu içinde taşıyor ise seçmelere rağmen, ailesine rağmen, her şeye rağmen devam eder ve bir çıkış yolu bulur. Sınavlarda birçok öğrenci doğru çizer, benzetir ama aralarında iki tanesi sizi hemen etkiler. Çünkü sizin aslında görmek istediğiniz ama o anda aklınızda olmayan bir noktayı ortaya çıkarmışlardır. Pazar resmi çizin dersiniz; yerleri çamur çizer, pazarlık yapanları, hırsızları, bağıranları çizer; fark budur. Ve bu çocuk henüz 17 yaşındadır…
Picasso’nun ünlü bir sözünden devam edersek: “Her çocuk bir sanatçıdır, önemli olan ileriki yaşamında sanatçı olarak hayatını devam ettirip ettirmeyeceğidir” cümlesine katılıyor musunuz?
Öncelikle sanatçıyı tanımlamak gerek; her boyayı eline alan sanatçı değildir. Sanatçı yaşadığı çevreyi, yüzyılı, içinde sıkıntı yapandır. Şöyle güzel bir şey yapayım diyen değildir. Çocuk bir çiçek çizer içinde hüzün vardır. Her çocuk resim yapar ama bazısı bir sıkıntıyı dile getirir. Tecrübeli bir göz onu hemen anlar. Sanatçı hemen farkındalık gösterir.
Bu bağlamda, sanatçı mutlu olmak için mi, mutlu etmek için mi, yoksa bir sorunu ışıldatmak için mi sanatını icra eder?
Bu sorunun cevabı, hepsi ve hiçbiri. Sanatın mutluluk ile mutsuzluk ile ilgisi yok, gerçekle ilgisi var. Gerçek de mutsuzluk ile beslenir. Yaşamı düşündüğümüzde ölüm de var, düşünmeyi reddetsek de. Yaşamın içinden bir parçayı söküp atamazsınız. Tümüne ihanet etmiş olursunuz. En büyük mutluluklarda bir mutsuzluk, en büyük mutsuzluklarda mutlaka ufak da olsa bir mutluluk vardır.
Siz figüratif resmin temsilcilerinden biri olarak nelerden besleniyorsunuz?
O günün getirdiği her şey resmime girebilir. Evden atölyeye kadar geldiğim yolda kurduğum bir cümle, kulağıma gelen bir ses, bir koku, bir tat… hepsi anlamlanıyor ve tuvalime yansıyor. Beslendiğim şey hayatın kendisi. Örneğin, son temam Tavşan Adası idi. Tavşan Adası İstanbul’a çok yakın, suyu elektriği olmayan ve kimsenin getirmeyi düşünmediği, çöplerin ve terk edilen hayvanların bırakıldığı bir alan. Bir çöp yığını. Bu yıl Bienal’in işlediği konu. Issız bir ada. Öte yandan, düşüldüğü zaman, her insanın bir ıssız yanı vardır. Kimsenin girmesini istemediği ıssız bir bölge. Benim tüm hayatım kaotik. Atölye, üniversitede dersler, seminerler, televizyon programları… Bu yaşamın içinde durayım da resim yapayım diye bir düşüncem yok. Kaos, yani hayatım beni tetikliyor. Her resmimin bir hikâyesi, her hikâyemin de bir resmi vardır. Bu hikâyeleri anlatmak zorunda hissettiğim için sanatın içindeyim.
Sırası gelmişken, televizyon programınızdan da bahsetmek ister misiniz?
Televizyonculuk, eğitimin bir parçası. Kimsenin bilmediği ama öğrenmek için de can attığı konulara el atıyorum. Hangi sanatçı hangi yüzyılda yaşamış, öğretmenleri kim, öğrencileri kim… Hangi resmi yaptığı zaman ne demek istemiş.
Örneğin Goya’nın ‘3 Mayıs’ resminde bilinen, ellerini kaldırmış bir kurşunlanma figürü var. Aslında bir Fransa İspanya savaşı anlatılıyor. Bruegel’in ‘İkarus’un Düşüşü’ adlı eserinde bir babanın oğluna nasihati var. İkarus’un babası kaleden kaçması için balmumundan kanat yapar. Ve, “Çok yükselirsen güneş ışınları kanatlarını eritir. Alçaktan uçarsan takılırsın” der. İkarus yükseldikçe yükselmek ister ve düşer. Düştüğü sırada tarlada çalışanlar vardır. Bu da, “Ölüm olduğu zaman sapan durmaz” gerçeğini dile getirir. Bu resim ancak bu anlatım ile anlamlanır. Televizyonda yapmak istediğim budur.
Enstalasyon ve performans sanatları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben bu iki mecrayı da sanatın içinde düşünmüyorum. Zaten dünya da kabul etmiyor. Yeterince kitap okumamış, sergi gezmemiş kişiler, enstalasyon yaptığı zaman bunun sanat olması pek de kabul edilir bir olay değil. Ben bazen hiç kalkmadan 24 saat resim yaparım. Onlar da 24 saat araştırsınlar ve yapacaklarını yapsınlar.
İspanya’da bir enstalasyona ödül verilecekti. Çok büyük bir Monet tablosu kahverengi noktalar haline dönüştürmüş. Yaklaştıkça gördüğünüz sizi şoke ediyor. Her bir nokta, kurutulmuş bir hamam böceği ve resmin yanında İspanyolca ve İngilizce olarak “Hiçbir tabloya bu kadar yakından bakmayın” ibaresi yazıyor. Bu tarz bir enstalasyon anlamlı. Elbette alkışlarım.
Sanatın bir dekorasyon objesi olma fikri sizi rahatsız ediyor mu?
Bazen ediyor ama bazen de alan nasıl olursa olsun, birgün düşünceleri değişecektir derim. Bu konuda aklıma Picasso’nun bir hikâyesi gelir. Ünlü ve zengin bir iş adamı çok güzel olan karısının resminin yapılmasını ister. Picasso kendi tarzında resmi yapar, adama beğendiremez. Picasso da “Siz hiç merak etmeyin, karınız birgün bu resme benzeyecektir” der. Birçok kere alıcı duvarına astığı tabloyu bir müddet sonra değiştirmek isteyecektir çünkü daha iyisini görmüştür.
Resim sanatının geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Resim, sanatın anasıdır. El emeği ile beynin zaferidir. Kolaylaştırılabilir. Dijitalleşebilir ama asla yok olmaz. İnsan görmek istediğini duvara asacak. İzm’ler oluşacak. Bu izm’ler desteklenecek veya tenkit edilecek. İlk insan mağara duvarlarını çizimleri ile süsledi çünkü söylemek istediği vardı. Söz uçar resim-yazı kalır...