“Bir yazar olarak başka bir yazarın izini sürdüm” diyerek Sait Faik’e; “Kadim kültürü, emperyal geçmişi, daha iyi tanınmayı hak eden bir edebiyatı var” diyerek İran’a; Balsac’ın yatılı okul yıllarındaki Vendôme’e, üç dinin paylaşamadığı Kudüs’e, Gogol’a, Puşkin’e, Moskova’ya, aşkın şehri Venedik’e, Bellini ailesine, Rönesans dönemine, İstanbul’un fethine, dünyanın her coğrafyasından kentlerin sokaklarına, tabloların renklerine, kadınların iç seslerine; edebiyata, tarihe, en çok da sanat tarihine yolculuk var kitaplarınızda... Söz Uçar kitabınızda Abidin Dino, Etiemble, Alain Bosquet, Jorge Semprun, Lawrence Ferlinghetti, Peter Schneider, Yaşar Kemal, Juan Goytisolo, Mahmut Derviş, Pertev Naili Boratav ile yaptığınız söyleşileri yazmanız gibi edebiyatın, sanatın en güzel isimleri karşılıyor okuyucularınızı geçmişe gidişlerinizde...

“Yazarlık yalnızlıktan geçer çünkü yazmak ikinci hayattır” diye belirtmişsiniz. Kitaplarınızdaki bizleri de sürüklediğiniz bu yolculuklara çıkmadan önce hazırladığınız bavulunuza sayısız anı ve yaşanmışlıklar dışında neler koyarsınız? Çalışma rutininiz nasıldır? Disiplinli misinizdir?

Yazarlık uğraşımı böylesine özlü biçimde, ayrıntıları da ihmal etmeden özetlediğiniz için çok teşekkür ederim. Yolculuğa çıkmadan önce bavuluma pek az şey koyduğumu söyleyebilirim. Yani gerekli giyim ve tuvalet eşyalarını. Bunların arasında, yazarlık açısından önemli olan, gittiğim ülke ya da kent hakkında mutlaka bir, hatta bir kaç rehber ve asıl önemlisi de kent ya da ülkenin belli başlı yazarlarından en az birinin yapıtları bulunur. Bir de not defterim elbette. Yolculuk boyunca not alır, izlenimlerimi sıcağı sıcağına kaydederim. Ama yazı ya da kitap yolculuk dönüşü son biçimini alır.

Mutlaka her gün yazmak gibi bir alışkanlığım ya da disiplinim yok ama bir kitap üzerine yoğunlaşmışsam, yeterli ölçüde ilerleyebiliyorsam, devam etme gücüm ve isteğim her zaman olabiliyor. Yıllar boyu geceleri geç vakit, lambamın ışığında yazdım. Ama epeydir, çok erken olmasa da, sabahları çalışıyorum.

Hemingway’in kendisine, “Daha önce yazdın ve yine yazacaksın, tek bir iyi cümle başlamak için yeter” dediği ve tıkandığı yerde ilham için seyrettiği Paris çatıları varmış. Siz de Paris’te yaşıyorsunuz. Sizin Paris’iniz sizi nasıl etkiliyor? Ne zamandır Paris’te yaşıyorsunuz? Fransız dili ve kültürü ile ne zaman ve nasıl tanıştınız?

Paris’le ergenliğimde tanıştım. Fransız kültürüyle de 12 Mart muhtırasından sonra (1971) bir yazım hakkında açılan dava nedeniyle Paris’e gitmek zorunda kaldım. Diyeceğim, Paris serüvenim bir seçim değil bir zorunluluktu. Burada, Sorbonne Üniversitesi’nde modern Fransız edebiyatı öğrenimi, sonra da karşılaştırmalı edebiyat doktorası yaptım. Paris’e yerleşmek gibi bir niyetim yoktu. Doktoramı bitirdikten sonra Türkiye’ye döndüm. Tam üniversitede bir görev almak üzereyken 12 Eylül darbesi oldu. O dönemde yazmış olduğum iki kitabım da toplatıldı. Yeniden Paris’e döndüm ve yerleştim. Ama kurmaca alanındaki kitaplarımı, yani roman, öykü ve gezi kitaplarımı ana dilimde yazmayı sürdürdüm. Eleştiri ve incelemelerimi ise her iki dilde de yazıyorum.

Öykücülüğünüzün gelişmesinde sizi etkileyen, çok şey öğrendim diyebileceğiniz yazarlar hangileridir? Ya gençken sevmediğiniz ya da çok sevdiğiniz, şimdilerde farklı düşündüğünüz yazarlar?

Birçok yazardan değişik dönemlerde, etkilendim elbette. Öykücülüğüm üzerinde, geçen yıl hakkında bir kitap yazdığım Sait Faik’in belirleyici bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. İlk öykülerimde Onat Kutlar’ın da etkisi vardır. Ama kendi özgün üslubumu bulmakta çok gecikmediğimi de belirtmeliyim. Bunu, aslında, eleştirmenler söylüyor, ben değil.

“Bir yazarın ülkesi, dilidir.”

24 yaşında yazdığınız ilk kitabınız Uzun Sürmüş Bir Yaz ile 25 yaşında, Türk Dil Kurumu Ödülü’nü aldınız. Yazarlığınızın kırkıncı yılında kendiniz hakkında keşfettiğiniz yeni neler var? Genç Nedim Gürsel’e ne tavsiye edersiniz?

Genç Nedim Gürsel’e bir şey tavsiye edebilecek konumda görmüyorum kendimi. Çünkü gerçek olmasa da, kendimi hala genç hissediyorum. Öte yandan, “kelin merhemi olsaydı önce kendi başına sürerdi” diye düşünüyorum. Yazarlığımın 40. yılı derken ilk kitabım Uzun Sürmüş Bir Yaz’ı çıkış noktası olarak alıyorsunuz. Ama ilk öykümün 1967’de Vedat Günyol’un yönettiği Yeni Ufuklar dergisinde yayımlandığını göz önüne alırsanız, yazarlığımın ellinci yılını geride bıraktığımı söyleyebilirsiniz. O öyküm yayımlandığında on altı yaşındaydım ve adı neydi biliyor musunuz? “Yolculuk”!

Uzun sürmüş Bir Yaz (1975) ve Kadınlar Kitabı (1985) kitaplarınız toplatılıp hakkınızda kovuşturma açılmış, iki davanız da beraat ile sonuçlanmıştı. Bir öğrencinin günümüzde araştırma yaparken rastladığı, 1888 yılına ait, New Jersey State Normal College (şimdiki College of New Jersey) öğrencilerinin çıkarttığı The Signal adlı gazetede Walt Whitman ile yapılan bir röportaj bulundu. Whitman röportajında genç yazarlara günlük olayları not edebilmeleri için kalem ve kâğıt taşımalarını ve hatta baskının mekaniğini öğrenmelerini tavsiye ediyor ve bir çağrıda bulunuyor: -Alışılmadık içerikler yazan yazar, baskıyı da kendisi yapmak zorunda kalabilir!

Türkiye’de olan biteni kaleminize aldığınız yazılarınız “Turquie Libre, J’écris ton nom” “Özgür Türkiye, Yazarım Adını” başlığı ile Fransa’da yayımlandı.

Şimdi 2020 yılındayız, otosansür mekanizması hakkında, özgürlükler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ülkemiz ne yazık ki, demokrasinin temel değerlerinden biri olan düşünce özgürlüğü alanında fazla yol alamadı. Gazeteciler ve yazarlar üzerinde baskı sürüyor. Bu baskıdan bir zamanlar ben de payımı aldım ama bugün durum çok daha vahim, çünkü medya iktidarın kontrolü altında ve yazarlarda bir otosansür mekanizması gelişti ne yazık ki. Fransızca kaleme aldığım ve Le Monde, Libération, L’Humanité gibi günlük gazetelerde yayımlanmış siyasi yazılarımdan oluşan Turquie libre, j’écris ton nom işte bu sorunu ele alıyor.

Türkiye-Fransa dostluğu, ilişkileri adına eski Cumhurbaşkanı François Hollande ile Élysée Sarayı’nda öğle yemeği yediniz ve yine kendisinin özel konuğu olarak bir Cumhurbaşkanı’nın uçağı ile Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarete katıldınız.

Nasıl bir deneyimdi? Macron ile de bir öğle yemeği yeseydiniz neler konuşurdunuz?

Benim için çok ilginç bir deneyimdi. Bir cumhurbaşkanının uçağında yolculuk etmenin heyecanını yaşadım diyebilirim. Gözlemlerimi de not ettim. Belki bir gün yayımlarım. İki François ile, yani François Mitterrand ve François Hollande ile tanışma onuruna erdim; her ikisi de, ama özellikle François Mitterrand, okurumdu. Macron’la tanışma fırsatım olmadı. Henüz olmadı. İleride olur mu bilemem. Ama şimdiki cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da iyi bir edebiyat okuru olduğu söyleniyor. Kim bilir, eski öğretmeni ve şimdiki eşi Brigitte sayesindedir belki.

“Gerçek hayattan belirgin izler taşısa da yazınsal etkinlik, temelde kurmacadır. Bu izlerin roman ve öyküde dönüşüme uğraması kaçınılmazdır.” Otobiyografi türünde kaleme aldığınız son kitabınız Baba Bak Deniz, baba olmanın yarattığı dünyayla yüzleştiğiniz, kendinize, geçmişinize, yüreğinize girdiğiniz, her kitabınızda hissettiğimiz gibi yine sorguladığınız kırkıncı kitabınızda sorguladığınız sadece baba olmak değil; ülkenin sorunlarına da sokaklar var ve yine cesurca yürüdüğünüz...

Yeni kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Sadece birkaç kişinin fark edebileceği sırlar da var mı kitabınızda?

Son kitabım Baba Bak Deniz epeyce ilgi gördü. Otobiyografik bir anlatıyı kurmaca unsurlarla harmanlamaya çalıştığım bir kitap. Küçük kızım Dilay’la olan ilişkim üzerinden babalık ve otorite sorununu ele alan, bu sorunun dünya edebiyatındaki izdüşümlerini de irdeleyen bir yönü olduğunu söyleyebilirim. İçinde bazı sırlar da var elbette, ama bir büyü kitabı değil. Ülkemizin içinde bulunduğu demokrasi yoksunu ortama da değiniyor, başkan babamız başta olmak üzere.

Son olarak günümüzde yaşadığımız Korona salgınının yaratıcılığınız üzerinde ne etkisi oldu? Evlerimize kapalı bir hayata geçtiğimiz yeni bir hayata geçtik. Yıllardır kapalı çekmecelerde sırasını bekleyen kitabınız ya da yeni projeleriniz var mı?

Yazarlık zaten tecrit olmayı gerektiren bir uğraş, yalnızlık içinde gerçekleşen bir edim. Bu bakımdan eve kapanmak beni çok olumsuz etkilemedi ama yolculuklarımdan, yapıtımı ve yazarlığımı oluşturan en temel esin kaynağımdan yoksun kaldığım için üzgünüm. “Beklenmeyen Konuk” adlı bir öykü yazdım bu arada, yaşlı bir yazarın Koronavirüsle tanışmasını anlatan. Sırada başka yazılar, öyküler, kitaplar da var. Öyleyse yola devam! 

Size bu zor günlerde bizlere yine aydınlığı hissettirdiğiniz için teşekkür eder, sonsuz kelimeler dileriz.

 

Nedim Gürsel

Galatasaray Lisesi’nden sonra, Sorbonne Üniversitesi’nde Modern Fransız Edebiyatı okudu, ardından aynı üniversitede Prof. Etiemble’ın yönetiminde yaptığı Nazım Hikmet ve Aragon üzerine yaptığı Karşılaştırmalı Edebiyat doktorası yaptı. Edebiyatın hemen her dalındaki eserleri 12 dile çevrilerek 25 ülkede yayımlandı. Öykülerinden Türkiye ve Avrupa’da tiyatro uyarlamaları yapıldı. Eserleri birçok ülkede doktora tezlerine konu oldu. Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye’de hakkında belgeseller, incelemeler ve doktora tezleri yapıldı.

Paris’te yaşamını sürdüren Gürsel, Sorbonne Üniversitesinde dersler vermekte ve Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi’nde (C.N.R.S.) araştırma direktörü olarak çalışmaktadır. Akdeniz Akademisi ve Balkanika Ödülü uluslararası jüri üyesidir.

Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüle sahiptir. Türk Dili Kurumu Ödülü (1976), Abdi İpekçi Barış Ödülü (1986), Fransız PEN Kulüp Özgürlük Ödülü (1986), Haldun Taner Öykü Ödülü (1987), Struga Altın Plaket Ödülü (1992), Radio France Internationale Öykü Ödülü (1992), France-Turquie Ödülü (2004) Fransa Hükümeti Edebiyatı Şövalyesi Nişanı (2004), Mevlana Dünya Kardeşlik Ödülü (2009), Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü Ödülü (2009), Balkanika Vakfı Uluslararası Roman Ödülü (2012), Fransa Akdeniz Roman Ödülü (2013), Türk Dünyası Kızıl Elma Ödülü (2016), Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Ödülü (2018) ve Çukurova Ödülü (2019) Nedim Gürsel’in aldığı ödüllerdendir.

Uluslararası Çukurova Sanat Günleri kapsamında verilen “Çukurova Ödülü”nün Nedim Gürsel’e verme gerekçesi şöyle açıklandı:

“Kültürel birikimi, bilinç düzeyi, eserlerini oluşturmadaki dil bilinciyle evrensel düşünebilme yetisinin barış umutlarını besleyeceğine inanılması, tüm yıldırmalara karşın, özgür düşüncenin peşinde ilkeli duruşu, düşünsel tutarlılığı, yazın yaşamını söyleşi, öykü, şiir, gezi yazısı, yazınsal inceleme, öykü, roman türlerinde boyutlandırması, yazın sanatına yepyeni bir soluk getiren, üretken bir sanatçı olması, Türk Dil Kurumu Ödülü almanın verdiği sorumlulukla Fransızcayı çok iyi bilmesine karşın, anadiline, anadilinde yazmaya tutkun bir yazar olarak romanlarını Türkçe yazmayı ilke edinmesi, kitaplarının birçok ülkede yayınlanması, onlarca dile çevrilmesi, kültürlerarası iletişimde Türk kültürünün, sanatının bir elçisi gibi davranması ve dünyanın değer verdiği bir yazın insanı kimliği ile Türk kültür yaşamında önemli bir değer olarak yer alması dolayısıyla…”