Fotoğraflar: Gani Ömür Çekem

Ailesinin ilk çocuğu olan Gani Ömür Çekem Feneryolu’nda doğdu. Ahşap merdivenleri, geniş sofası, yemyeşil bir bahçesi olan, eski bir Kadıköy konağındaki bir kreşte başladı “eğitim” hayatı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Medya & İletişim Sistemleri ile çift anadal yapan Gani Ömür Çekem, 2011’de Sciences Po Paris’de Siyaset Bilimi dersleri aldı. 2017’den bu yana da Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Yunanca profesyonel turist rehberliği yapıyor. Turistlerle beraber olmadığı zamanlarda, kendi şehrinde turist olup, özellikle 19. yüzyıl sarayları ve üç semavi dinin ibadethaneleri gibi yeni yerler keşfedip onları araştırıyor.

İstanbul’un pek çok kültürünü bağrına bastığı Asya tarafında geçmiş çocukluğun. O zamanın Kadıköy’ünü anlatır mısın?

Aslında çok eskiler değil, 1991 doğumluyum. Sanırım şehrin ortasında olmamıza rağmen sokakta, bahçede, parklarda büyüyen son nesil olduk biz. Okuldan ve etraftaki apartmanlardan arkadaşlarla buluşup, geç saatlere kadar saklambaç ya da yakartop oynamak çok güzeldi! Üç aşağı beş yukarı hepimizin anneleri de tanışıyordu ve hep beraber Kalamış’ta pikniklere gidilirdi, ya da evlerde çay saatleri olurdu... Kadıköy’ün bir güzelliği de, diğer birçok semtlerin çarşılarına göre, çok canlı bir çarşısının bulunmasıydı -ki hâlâ da öyledir.

Evimizin birkaç sokak ötesindeki tarihî Agios Ioannis Hrisostomos Rum Kilisesi, Fransızca öğrendiğim Saint Joseph Lisesi, eski Rum Okulu’nun olduğu Sivastopol Sokak, Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi ve Ermeni Rahibeler Okulu ile süslenmiş Sanatkârlar Sokağı, İstanbul’un tek opera binası ‘Süreyya’, meşhur seyahat dergisi Condé Nast’a göre dünyanın en güzel 15 sinagogundan biri seçilen ve Yeldeğirmeni’nde bulunan Hemdat Israel Sinagogu, Zeynep Sarıca’nın Moda’daki köşkü ve niceleri bugün de çok özel mimari değerlere sahip.
İçinde büyüdüğün ve günümüzde kafeleriyle, konsept restoranları ve pazarıyla çok ‘in’ olan Kadıköy semtinin parkları da İstanbul’u güzelleştiren unsurlardan gibi…

Kesinlikle. Aslında Kadıköy ve özellikle Moda’daki kafeler ve konsept restoranlar benim küçüklüğümde ve lise yıllarımda parmakla sayılacak kadar azdı. Son 5-10 senede inanılmaz bir sosyal gelişme yaşandı bu tarafta. Zannediyorum İstiklal Caddesi, Taksim ve Cihangir’deki mekânlardan sıkılan ve bir alternatif arayan İstanbullular için Kadıköy uzun ve yeşil sahiliyle, geniş ve ferah mekânlarıyla daha çekici geldi. Ve tabii Atatürk’ün de ziyaret edip çok beğendiği Fenerbahçe Parkı, Munir Nurettin Selçuk’un “Bir tatlı huzur almaya geldik” dediği şarkısının güftesine konu olmuş Kalamış Parkı ve de nihayet Yoğurtçu Parkı gibi doğal güzellikler de işin içine girince, Kadıköy ve yakın çevresi kısa zamanda çehre değiştirdi.

Şerefiye Sarnıcı, Miryam Şulam ile Gani Ömür Çekem

2017’den beri, profesyonel tur rehberi olarak, özellikle yurt dışından gelen diplomatları veya yabancı iş adamlarını İstanbul’da gezdiriyorsun. Bu mesleği seçmeye nasıl karar verdin?

Paris’te yaşayan bir arkadaşım İstanbul’a gelmişti, ben o zaman 17 yaşındaydım; Moda’da buluşmuştuk. “Hadi gel seni şuraya götüreyim, bak bir de burası var görmeye değer” diye diye, bir güzel gezmiştik o gün. Üniversite yıllarında, yurt dışından daha çok arkadaşım İstanbul’a gelmeye başladı. Türk mutfağının en güzel yemeklerinden mantıyı tattırmak için götürdüğüm Arnavutköy’deki bir restoranın garsonu, “Abi, sen turist rehberi misin?” diye sormuştu bir gün.

Aklımda Dışişleri Bakanlığı’na girip diplomat olmak ve ülkemi temsil etmek vardı o zamanlar. İstanbul’un sokaklarını birlikte arşınladığım arkadaşlar, “Ne kadar güzel şehrin var, çok şanslısın” dedikçe, gururlanıyordum. Bir baktım ki, ülkemi temsil etmek için illa ki diplomat olmama gerek yokmuş, rehberlik gibi çok daha sosyal, interaktif ve de keyifli bir meslek daha var! Bu şekilde turist rehberi olmaya karar verdim ve İngilizce, Fransızca ve Yunanca dillerinden kokartımı aldım.

Son bir yıl içinde, bu şehrin insanlarını da kendi şehirlerinde gezdirmeye başladın. İstanbul’u anlatırken ona olan büyük aşkına tanıklık ettim. Nedir İstanbul’u böylesine özel kılan sence?

Tarihi binlerce yıl öncesine dayanan, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi, üç dünya imparatorluğuna başkentlik etmiş müthiş bir şehir İstanbul. Yahya Kemal’in “Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan” dediği aziz şehir. İstanbul’un her mahallesinin ayrı bir tadı, dokusu ve ağırlığı olduğuna inanıyorum. Bir Kuzguncuk’lu ile bir Büyükdere’li, bir Çengelköy’lü ile bir Yeşilköy’lü, bir Beşiktaş’lı ile bir Fenerbahçe’linin İstanbul tecrübeleri birbirinden çok farklı olsa da, hepimizi birleştiren ortak güzellikler aynı. Sokakları uzak ya da yakın olsun, eninde sonunda masmavi Boğaz’a ya da Marmara’ya açılan, kozmopolit, çokkültürlü, çokdinli ve çokdilli, yemeyi içmeyi seven, saygılı ve de en önemlisi yüzü gülen insanların yaşadığı bir yer burası.

İstanbul diğer kozmopolit şehirlerden çok farklı. Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar yüzlerce yıldır buradalar, Türkler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Bulgarlar... liste uzuyor. Bir İstanbullu, hayatında en az bir kere Müslüman arkadaşının iftar sonrasına, Hristiyan arkadaşının çocuğunun vaftizine, Yahudi arkadaşının çocuğunun Bar-Mitzvası’na davet alır.

İstanbul’un bu çok kültürlü yapısı ve halkı, şehrin siluetine bile damgalanmamış mı? 6. yüzyılda bir kilise olarak takdis edilip açılan, sonra camii, şimdi de müze olan Ayasofya, hemen karşısında 17. yüzyılda yükselen Sultan Ahmet Camii, Topkapı Sarayı, Cenevizlilerin 14. yüzyılda inşa ettiği Galata Kulesi’ni düşün... Başka hangi şehrin siluetinde birbirinden farklı medeniyetler tarafından inşa edilen bu kadar ikonik yapıyı bir arada görebiliriz? Sanırım cevap, “Hiçbir yerde”. İstanbul’u benim gözümde özel kılan, işte bu kökleri çok derinde olan ve dalları geleceğe uzanan, yerleşik, oturmuş ve zengin kozmopolit karakteri.

Dünyanın pek çok ülkesinden ziyarete gelen farklı kültürlerde insanlarla çalışmak nasıl?

Öncelikle rehberlik yapmanın en güzel yanı, misafirlerime, şehrime dair önemli bilgileri aktarırken onlara bir şeyler katabilmenin verdiği haz. Ve bunun yanı sıra, ben de onlardan çok şey öğreniyorum. İran Şahı’nın başyaverinden tutun, İspanya Krallığı’nın İstanbul Başkonsolosuna, dünyanın dört bir yanından gelen onlarca, yüzlerce insan ile temas ettim ve her birinin bende bıraktığı iz, anlam ve his bambaşka.

Farklı kültürlerden gelen insanlarla çalışmak aslında hem çok zihin açıcı hem de bazen zor. Bir yıl önce Brooklyn’li bir haham ve ailesini gezdirmiştim. Yahudi inancına göre, belirli beslenme kuralları olduğundan, gün boyunca yiyeceklerini yanlarında taşıdıkları küçük valizde getirmişlerdi. Gezi süresince arabaya, tramvaya ve sonra da tekneye her binişimizde Haham ve oğullarının, küçük bir dua kitabı çıkartıp okumaları dikkatimi çekmişti. Meğer her taşıma aracına binildiğinde, sağlıklı ve güzel bir yolculuk geçirmek için bir yol duası okunurmuş.

‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı’ demiş Orhan Veli. İstanbul sana kendini nasıl dinletiyor?

İstanbul’un en büyülü yanı, bizlere sunduğu muhteşem manzaralar… Orhan Veli, “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” demiş ama Yahya Kemal de “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” demiş. Aşiyan’da Tevfik Fikret’in evinden Anadolu yakasına bakmak, bir zamanların en gözde mesire yerlerinden Göksu çayırı, Anadoluhisarı, Küçüksu Kasrı, Komodor, Abud Efendi ve Kont Ostrorog yalılarını izlemek ne güzeldir. Anadolukavağı’nda Yoros Kalesi’nin olduğu tepeden Boğaz’ın sularının Karadeniz’e açıldığı yere bakmak… İnsanın içi açılıyor.

Özellikle ibadethanelere karşı ilgim çok büyük. Ayasofya, Rüstem Paşa Camii, Taksim’deki Agia Triada Kilisesi, Ahrida Sinagogu gibi klasikler, insanı mest ediyor. Bu güzelliklerin yanı sıra, onlarca gizli mücevherle dolu İstanbul. Mesela, Sultan Süleyman’ın sütkardeşi olan, Trabzon Sancağı’nda beraber büyüdüğü Şeyh Yahya Efendi’nin türbesi ve tekkesi bir Mimar Sinan eseridir; alabildiğine geniş Boğaz manzarası ile sessizliği insana huzur verir…

Tuna nehri üzerindeki Niğbolu (Nikopol) şehrinden İstanbul’a gelip yerleşen Yahudilerin, 1693 yılında açtıkları, tavanı yağlı boya resimlerle süslü, duvarları muhteşem kalem işleri ile bezeli, ehali sedef kakmalı Balat’taki Yanbol Sinagogu insanı bambaşka bir zamana, 2020’ye dönmemek istercesine götürüyor...

Bir de, Tarabya’daki Agia Paraskevi Rum Ortodoks Kilisesi çok hoşuma gider. Altın varaklı, ahşap oyma çerçeveli ikonlar, yüksek kubbeyi destekleyen yivli sütunlar ya da ince işçiliğiyle, mükemmel ustaların elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamit’e finans danışmanlığı yapan Yorgo Zarifi’nin “kalbi” bu kilisede gömülüdür. Bir yeri o kadar çok sevmek ki, vasiyetinde oraya kalbinin gömülmesini istemek…

İstanbul’u ziyaret eden yabancı turistler, görmek için nereleri tercih ediyor?

Günümüzde yabancı turistler, organize turlarda, motorize bir anlatım ve fabrikasyon bir tecrübe yerine daha bireysel ve özel turlar talep ediyorlar. Kimselerin varlığından dahi haberi olmadığı, olsa dahi kolaylıkla girip dünya gözüyle göremeyeceği okullar, kiliseler, sinagoglar, evler ve önemlisi “yaşamlara” ve “yaşanmışlıklara” dokunmak, onları duyumsamak istiyorlar. Fakat, değişmeyen tek şey, hepsi Ayasofya’yı mutlaka görmek istiyor.

İstanbul’u daha önce hiç görmemiş birine, şehrimizi nasıl anlatırdın?

Yurtdışına gittiğimde arkadaş ortamlarında tanıştığım yabancıları heyecanlandırıp, gelip şehrimizi görmelerini sağlamak için kısa kısa anlatmaya çalıştığımda şunu fark ettim ki, herkesin İstanbul tahayyülü çok farklı. Kimisi için İstanbul antik Byzantium, öbürü için eski bir Hristiyan Roma şehri, diğeri için camii kubbeleri ve minareleri ile bir Osmanlı şehri, bir başkası için de 7/24 uyumayan, sabahlara kadar eğlenilen bir parti ve gastronomi şehri. O yüzden bence İstanbul anlatılmaz, yaşanır. Gelsinler, görsünler, yaşasınlar kendi zevklerine göre!

Kovid-19 sürecinde en çok darbe yiyen turizm sektörünün geleceğini nasıl değerlendiriyorsun?

Bizler, bir arkadaşımız buluşma saatine biraz fazla geç kalınca sitem ederiz; hareketli insanlarız. Yer değiştirmek doğamızda var. Turizm sektöründe, daha önce eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir şoktan bahsediyoruz. Şu an hem yerli, hem de yabancı turizmde tüm faaliyetler durdu. Fakat er ya da geç insanoğlu yeniden hareket etmek isteyecek. Bu salgının etkisi önümüzdeki birkaç yıl boyunca sadece turizm değil, diğer birçok hizmet sektöründe de hissedilmeye devam edecek. Ancak eminim, değişen şartlara göre, yeniden düzenlenen şekliyle turistik faaliyetler tekrar başlayacaktır. O zamana kadar bizlerin yapması gereken tek şey, zihnen ve bedenen sağlığımızı korumak.

Gani’ye sorduk; TURİSTLER için İSTANBUL’UN EN’leri:

En İyi Kebapçısı: SAMATYA - DEVELİ

En İyi Mantıcısı: ARNAVUTKÖY - BODRUM MANTI

En İyi Pizzacısı: MODA - BEPPE

En İyi Kokoreççisi: ÇENGELKÖY KOKOREÇÇİSİ

En İyi Baklavacısı: KARAKÖY - SARAYHAN BAKLAVALARI

En Güzel Manzarası: KANDİLLİ BURNUNDAN BOĞAZ

En Çok Ziyaret Edilen Müzesi: AYASOFYA

En Beğenilen Alışveriş Merkezi: ZORLU CENTER

En Merak Edilen Kişiliği: KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

En Heyecanlı Aktivitesi: BOĞAZ ÜZERİNDE HELİKOPTER TURU