1980’li yılların başlamasıyla beraber dünyamızda eşi benzeri görülmemiş hızda değişimler gerçekleşti. Amerika’da Ronald Reagan’ın, İngiltere’de Margaret Thatcher’ın öncülük ettiği, Türkiye’de de Turgut Özal’ın temsil ettiği neoliberalizm akımının yarattığı değişimler, 1980’lerde ve sonrasında hayatlarımızı derinden etkiledi.

Ekonomiyi ve toplumu özgürleştirmek

Neoliberalizmin vadettikleri oldukça basitti: ekonomide ve toplumda tek amacı kısıtlamak olan devlet yapılarını gevşetmek, böylece ekonomiyi de toplumu da özgürleştirmek. Vadettiklerini gerçekleştirmek için neoliberal ülkeler küreselleşti, devlet yapılarını özelleştirdi ve piyasayı olabildiğince serbestleştirdi.

O senelerde dünyamızı en az neoliberalizm kadar etkileyen başka bir değişim ise kişisel bilgisayarların ve benzer teknolojilerin toplumun rahatça erişebileceği bir biçimde yaygınlaşmasıydı. 1981’de IBM Personal Computer, 1982’de Commodore 64, 1984’de ise Apple Macintosh bilgisayarlar piyasa sürüldü. Bu yeni teknolojiler sayesinde bilgisayarlar kişisel kullanım için evlere girmeye başladı. Bunun yanı sıra, 80’lerin başından beri araştırmacılar “ağları birbirine bağlayan bir ağı”, yani modern İnternet’i geliştirmek için büyük adımlar atıyorlardı.

Kısacası, 1980’lerde dünyamız baş döndürücü bir biçimde değişiyordu. O senelerde yaşayan, her gün yeni bir dünyaya uyanan bilim kurgu yazarları hızla değişen hayatlarına baktılar ve hayal kurmaya başladılar. Toplum bu hızda değişmeye devam ederse bizi nasıl bir gelecek bekliyordu? Bu soruya cevapları oldukça karamsardı, öngördükleri dünya, teknolojik bir distopyaydı.1 Bu distopyada geçen hikâyeler yazan bilim kurgu yazarları, böylece siberpunk2 (cyberpunk) türünü kurdular. Bu türün en önemli eserleri Blade Runner (Bıçak Sırtı, 1982), Akira (1988), Ghost in the Shell (Kabuktaki Hayalet, 1995), Matrix (1999) gibi filmler, William Gibson, Philip K. Dick, J.G. Ballard gibi yazarların kitaplardır.

Alçak hayatlar, yüksek teknolojiler

Siberpunk’ı en iyi betimleyen tanım: “alçak hayatlar, yüksek teknolojiler”. Siberpunk eserlerinde yapay zekâ, robotlaşmış vücutlar, sibernetik parçalar, sanal gerçeklik ve iklim felaketleri sıklıkla rastlayabileceğimiz temalardandır. Bunların yanı sıra, dağılan toplumsal yapılar, çeteler, suç örgütleri, terör ve uyuşturucu kullanımı da siberpunk eserlerinin öğelerindendir. Bu distopik hikâyelerin odağındaki “alçak hayatlar”, 1970 ve 80’lerde hızla artan uyuşturucu bağımlılığından ve suçtan esinlenmişti. Ayrıca siberpunk karakterleri, hippi akımının başarısızlıkla son bulmasıyla kendilerini kayıp hisseden gençliğin de duygularını yansıtıyordu. Bilim kurgu editörü Lawrence Person’a göre “klasik siberpunk karakterleri marjinalleştirilmiş, yabancılaştırılmış, toplumun uçlarında yaşayan yalnız insanlardı.”

Ahlaksız dedektifler ya da hacker veya çete üyesi gibi suçlular

Siberpunk eserleri çoğu zaman polisiye film ve romanlarına benzer bir yapı izlerler. Ana karakterler ya ahlaksız dedektifler ya da hacker veya çete üyesi gibi suçlulardır. Pis ve ucuz barlarda içerler, seks işçileriyle vakit geçirirler, kurnaz, alçak ya da Humphrey Bogart’ın oynadığı dedektifler gibi sert mizaçlılardır. Kurgu ilerledikçe kendi küçük suç dünyalarından daha büyük, komplolarla dolu bir dünya keşfederler.

1980’lerin neoliberalizmiyle beraber devlete ait birçok yapının özelleştiğini, şirketlere devlet tarafından konulan bütün sınırlamaların kalktığını gören siberpunk yazarları, geleceği mega-şirketlerin yöneteceğini kurgulamışlardır. Bu sebeple çoğu zaman bu komploların merkezinde, dünyayı evirip çeviren, her şeyi gölgelerden yöneten mega-şirketler vardır; dev, çok uluslu şirketler politik, ekonomik, askeri güçler olarak devletlerin yerlerini almışlardır. Mega-şirketlerin sahipleri malikânelerinde dünyayı kontrol ederken halk, yoksulluk içinde, çürüyen şehirlerde yaşarlar. Yazar David Brin’in sözleriyle, “siberpunk yazarları devletlerin zayıf ve zavallı olduğu gelecek toplumları tasvir ederler. Toplanılan güç neredeyse her zaman zenginlerin ve elit tabakanın gizemli ellerindedir.” Buna karşı halkta da bir huzursuzluk vardır, siberpunk eserlerde betimlenen toplum, patlamaya hazır bomba gibidir.


Blade Runner

Siberpunk estetiğinde Uzak Doğu önemli bir yer oynar

70’li ve 80’li yıllarda dünyanın küreselleşmesiyle beraber Uzak Doğu ve Batı birbirine hiç olmadığı kadar yakınlaşmaya başlamıştı. Batı dünyası, Çin ve Japonya ile hem ekonomik hem de diplomatik anlamda ilişkilerini güçlendiriyordu, Japonya ekonomik süper güç olma yolunda ilerliyordu, Hong Kong ve Şangay gökdelenlerle dolu, kalabalık metropollere dönüşüyordu. Bu gidişatın farkına varan siberpunk yazarları, Uzak Doğu’nun kültürel egemenlik kurduğu gelecekler kurguluyorlardı. Örneğin, 2019 yılında Los Angeles’da geçen Blade Runner filminde insanlar sokakta Çince konuşur, tabelalar Çincedir, dev dijital reklam panolarında geyşalar oynar. Siberpunk şehirleri, aynı günümüz Tokyo’su veya Hong Kong’u gibi, gökdelenler ve neon ışıklarla doludur. Siberpunk eserlerindeki Uzak Doğu estetiği, Çin’in gelecekte ne kadar büyük bir güç olacağını, belki de Amerikan hegemonyasını sonlandıracağını 30 yıl önceden öngörmüştü.

Kendi dünyamız dışında bir dünya Siberalan (cyberspace)

Siberpunk eserlerinin en ilginç öğelerinden biri sanal gerçeklik ya da “siberalan” (cyberspace) tasvirleridir. Siberalan, 1980’lerde hala gelişmekte olan İnternet’ten ve bilgisayar oyunlarından esinlenmiştir ve aynı zamanda bu teknolojilerdeki gelişimi öngörmüştür. Siberpunk akımının kurucularından William Gibson, Neuromancer kitabında siberalanı şöyle betimler, “Her gün milyarlarca kullanıcı tarafından kendi rızalarıyla deneyimlenen bir halüsinasyon. Zihnin mekânsızlığında sıralanan ışık dizeleri, veri kümeleri ve takımyıldızları. Uzaklaşan şehir ışıkları gibi…”

Siberalan, elle tutulur bir mekân değildir, kendi dünyamız dışında bir dünyadır. Fakat siberalandaki yaşantılarımız, ilişkilerimiz, etkileşimlerimiz bize gerçek gibi gelir. “Gerçek” dünyada, yıkık dökük hayatları olan siberpunk karakterleri, siberalanda kendilerini bambaşka hissederler. Neuromancer kitabının ana karakteri Case, kendini sadece siberalana bağlıyken mutlu ve huzurlu hisseder.


Siberpunk oyunlar

İnternet, kendi rızamızla deneyimlediğimiz bir halüsinasyondur

Siberpunk’taki siberalan tasviri, bizim günümüzde İnternet’le olan ilişkimizin mükemmel bir metaforu haline gelmiştir. Bütün gün içinde vakit geçirdiğimiz İnternet, aslında gerçekdışı “ışık dizeleri, veri kümelerinden” başka bir şey değildir. Ama İnternetteki yaşantılarımız, sanki fiziksel hayatlarımızla paralel, farklı bir gerçeklik gibi gelir bize. Tam da bu yüzden İnternet, kendi rızamızla deneyimlediğimiz bir halüsinasyondur.

Çoğu bilimkurgu eseri, uzak gelecekleri ve başka galaksileri kurgular. Siberpunk kurguları ise yakın geleceğimizin dünyasında geçer, örneğin 1982’de çekilen Blade Runner filmi 2019 yılını tasvir eder. Yani, 1980’lerde çıkan siberpunk eserlerinde hayal edilen geleceklere günümüzde varmış bulunuyoruz.

Peki, siberpunk gerçekten de geleceği öngörebilmiş midir, tahminleri doğru çıkmış mıdır?

2020 senesinde Blade Runner’daki gibi uçan arabalarımız yok, güneş sistemimizdeki başka gezegenlere yerleşmeye başlamadık, sokaklarda dolaşan androidler (insan görünümlü robotlar) yok. Buna rağmen robot protez parçaları, çok gelişmiş yapay zekâ ve sanal gerçeklik gibi teknolojilere siberpunk’ın tasvir ettiği noktada olmasak da çok yakınız. Aynı zamanda günümüzde siberpunk’ın ürpertici şekilde doğru tahmin ettiği şeyler de var. İklim değişikliği sebebiyle dünyamızın bazı bölgelerinin yaşanılamaz hale gelmesi, Google, Amazon, Coca-Cola, Unilever gibi siberpunk tabiriyle “mega-şirketlerin” oluşumu, hiper-kapitalizm, artan gelir dağılımı eşitsizliği, yabancılaşmış gençlik, siyasal huzursuzluk, protestolar, terörizm bunlardan sadece bazıları. Fakat bunlardan öte, siberpunk’ın günümüz metropollerinin atmosferini ne kadar doğru öngördüğünü belirtmek gerekiyor. Aynı siberpunk karakterleri gibi, biz de gökdelenlerin içinde bireyselleşen ve yalnızlaşan, sadece siberalanda huzur bulabilen insanlara dönüşüyoruz.

Bugün etrafıma baktığımda siberpunk geleceğinin ihtimalini, böyle bir geleceğin hızla yaklaştığını görebiliyorum. Bizi nasıl bir geleceğin beklediğini daha iyi anlayabilmek için siberpunk gerçekten önemli bir kaynak.

Dipnotlar

1 Distopya, çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum, otoriter-totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. 

2 Siberpunk, bilim ve teknolojinin çok ilerlediği, ancak insanların büyük kısmının yaşam kalitesinin çok düşük olduğu, bozulduğu veya toplumsal düzenin radikal bir şekilde değiştiği bir dünya tasavvurudur.