Amerikalı tarihçi Christopher Lasch, 1979’da yayınladığı “Narsisizm Kültürü” isimli kitabında 20. yüzyıl Amerikan toplumunun narsistik bir yapıya büründüğünden bahsediyor. Kitabı 2021 yılında okuyan herkes, 1979’da Amerika için söylenenlerin, günümüzde bütün dünya için doğru olduğunu görebilir.

Günümüzde gerçekten de kültürümüzün içine işlemiş bir narsistik kişilik örgütlenmesiyle yaşıyoruz. Lasch, kitabında narsisizmin politikayı, ebeveynliği, eğitimi ve birçok başka kurumu nasıl etkilediğinden bahsediyor. Kitabının en etkileyici bölümlerinden biri, toplumsal narsisizmin yaşlılığa karşı tavrımızı nasıl etkilediği hakkında. Lasch’e göre zamanımızın narsisizminin en tipik ifadesi yaşlılığa karşı mücadelemiz.


Abartılmış ölüm korkusu
Günümüzde yaşlanmaya ve ölüme karşı birçok bilim dalının adeta bir seferberlik halinde olduğunu görebiliriz. Lasch için, zamanın doğal akışının sebep olduğu yıkıcılığı hafifletmeye, hatta ortadan kaldırmaya çalışmak, sadece ölmekte olan bir toplumun çabası olabilir. Doğrudur ki, tarih boyunca insanlık her zaman ölümden korkmuş ve sonsuza kadar yaşamayı arzulamıştır. Fakat Lasch’e göre günümüzün abartılmış ölüm korkusu, sadece bizimki gibi dinden umudu kalmamış ve gelecek kuşakları umursamayan bir toplumda gerçekleşebilir. Sadece fayda üzerine kurulmuş bir toplum, yaşlıları ne için kullanacağını bilemez ve gençliğe olan hayranlık, yaşlıların toplumdaki konumunu oldukça zayıflatır.

Lasch’in incelemesinde, yaşlılığa karşı modern tavrımızı, toplumsal ve psikolojik olmak üzere iki eksende açıklayabiliriz. Lasch’e göre günümüzün toplumsal ve ekonomik yaşantısı yaşla beraber gelen bilgeliği değersizleştirmiştir.


Bilgeliğin değersizleşmesi
Eski çağlarda bilgelik yaşlılığın ender tesellilerindendi. Senelerle biriktirilmiş bilgeliğin amacı, öğrenilenlerin gelecek kuşaklara aktarılmasıydı. Fakat yaşla gelen bilgeliğin artık günümüz toplumunda değeri veya anlamı kalmamıştır, çünkü bugün bilgi ve tecrübeden anladığımız şey bir amaca hizmet eden bilgi ve tecrübedir. Örneğin, eski zamanlarda yön bulma kabiliyeti önemli bir beceriydi. Şehrin sokaklarını tanımak, bir yerden ötekine en çabuk nasıl gidilir bilmek, yön tarif edebilmek zamanla kazanılan bir bilgelikti. Fakat bugün hepimizin telefonlarında bulunan navigasyon uygulamaları, bu bilgeliği tamamen gereksiz kılmıştır. Devamlı gelişmekte ve yenilenmekte olan teknolojilerin içinde zamanla kazanılan ve aktarılabilen bir bilgelik imkânsızdır. Hatta yaşlı birinin telefonundaki navigasyon uygulamasını kullanamaması, günümüzün teknolojik anlayışına göre cahilliktir. Bu görüşe göre eski kuşakların yeni kuşaklara öğretebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Yaşlılığın en büyük tesellisi bilgelik anlayışı yok olup gitmiştir.


Yaşlılıkla beraber gelen “gereksizlik” hissi
Orta yaşlı insanlar çocuklarını üniversiteye veya iş gücüne yerleştirecek kadar büyüttükten sonra ebeveynler olarak görevlerini tamamladıklarını, çocuklarının artık onlara ihtiyaçlarının olmadığını ve yapabilecekleri hiçbir şeyin kalmadığını fark ederler. Senelerin ilerlemesiyle beraber, işlerinde de yapabilecekleri hiçbir şeyin kalmadığını anlarlar. Lasch’e göre günümüzde yaşlılıkla beraber gelen bu “gereksizlik” hissi, toplumumuzda bir gelecek algısı olmamasından kaynaklanır.

Artık kimsenin onlara ihtiyacı kalmadığını anlamak yaşlılar için büyük bir darbe olur. Tam da bu nedenden dolayı “gençmişçesine” yaşamayı ellerinden geldiği kadar sürdürmeye çalışırlar. Lasch, örnek olarak maraton koşan yaşlı bir adamdan bahseder. Eski zamanlarda köyünün bilgesi sayılacak yaşta olan bu adam bugün koşu taytı ve saç bandı ile maratona katılmıştır. Lasch’e göre bilgeliğin bir öneminin kalmadığı bir toplumda yaşlıların ne yazık ki, iki seçeneği kalıyor: ya çaresizce genç kalmaya çalışmak ya da gereksizliklerini kabul etmek.

Yaşlılıktan korkuyoruz
Günümüzde daha orta yaşa bile gelmeden yaşlılıktan korkuyoruz. Yaşlılık ve ölüme karşı böylesine şiddetli bir dehşetle yaklaşıyorsak bu dehşetin içsel ve psikolojik bir sebebi de olmalıdır. Sadece somut teknolojik veya ekonomik sebepler değil, daha soyut, öznel deneyimler de yaşlılık fikrine korkuyla bakmamıza neden olur.

Lasch’e göre bu dehşet ve korku, narsistik kişilik örgütlenmesinin çağdaş toplumdaki baskın kişilik yapısı haline gelmesiyle yakından ilişkilidir. Burada bahsi geçen narsisizm sadece gündelik dilimizde kullanılan “bencil” anlamına gelmez, anlatılmak istenen patolojik bir narsisizmdir.

Narsistik birey, kendi benliğini besleyebilecek kaynaklardan mahrumdur. Bu sebeple de kendiliğinin onaylanması için ötekilere bağımlıdır, ötekilerin takdirine hatta hayranlığına ihtiyacı vardır. Kendi güzelliği, cazibesi, ünü ve gücü ile hayranlık toplamaya çalışır, fakat ne yazık ki, bunların tamamı geçicidir ve zamanla solar. Gençliği bitip gittiğinde eskiden hayranlık topladığı her şeyin buharlaştığını görür, artık onun benliğini besleyen hiçbir şey kalmamıştır.


Sonsuza dek yaşamak
Çağdaş toplumda narsistik kişilik örgütlenmesinin ortaya çıkışı, geçmiş ve gelecek algımızdaki değişimleri de yansıtır. Narsisizm, ancak geleceğe dair tüm ilgisini kaybetmiş bir toplumda bu şekilde ortaya çıkabilir. Gelecek, narsistik bireyin hiçbir zaman umurunda olmamıştır, bu sebeple gelecek nesillere aktaracak bir şeyi yoktur. En önemlisi de gelecek nesillerin onun izini devam ettireceğine inancı yoktur. Kendimizi bu durumda bulduğumuzda, yaşlılığımız ve ölümümüz akla mantığa sığmayacak kadar korkutucu hale gelir. Geleceğin umurumuzda olmadığı bir toplumda tek umudumuz ve tek arzumuz asla yaşlanmamak, sonsuza dek yaşamak olur.

Gerçekten de yaşlanmanın bu denli korkutucu olduğu toplumumuzda yaşlılığı “yenmek” adına biyologlar, fizikçiler, estetik cerrahlar, beslenme uzmanları, kozmetik firmaları ve daha fazlası çok büyük emek ve kaynak harcarlar. Örneğin, “yaşlanmanın çaresi bulundu”, “yaşlılığın sırrı çözüldü”, “yaşlanmayı önlemek mümkün” gibi manşetleri haberlerde sıkça görürüz.

Christopher Lasch kitabını 1970’lerin sonlarında yazmasına rağmen aynı manşetlerden bahseder. Lasch’e göre yaşlılığa karşı bu tavır, tıptaki gelişmelerle ilişkili olduğu kadar değişen toplumsal ve psikolojik tavırlarla da ilişkilidir. Örneğin, Amerikalı bilim insanı Bill Andrew “yaşlılığın, tedavisi bulunabilir bir hastalık olduğunu” öne sürer. Lasch için, ancak gelecek algısı tuz buz olmuş, narsisizm iliklerine kadar işlemiş bir toplum yaşlılığa bu gözle bakabilir. Böyle bir toplum, gelecek kuşaklara bırakacağı mirasını umursamaz, gelecek nesillere yer açmaya direnir, kendi gençliğine sıkı sıkı tutunur, ömrünü uzatmak için elinden geleni yapar. Yaşlanmaya dair korkuyu oluşturan şey insanın gençliğe olan hayranlığı değildir, kendine olan narsistik hayranlığıdır. Günümüz toplumunun bu tavrı hem gelecek nesilleri önemsememesine hem de zamanın asla akmadığı, yaşlılığın ortadan kalktığı narsistik bir dünya düşlemesine sebep olur. Yaşlılığa karşı bugünkü tavrımız geleceğe dair inancı kalmamış bir toplumun kaygısıdır.