Kara Film (Film Noir), suç filmleri kategorisinin ustalık gösterisi olarak kabul gören türü. Bu yazımızda sinema tarihinin ünlü kara filmleri arasında bir geziye çıkacağız.

Kara film (Film Noir) öncelikle, kahramanlarını çürümüş ve itici algılanabilecek bir dünyanın içine yerleştiren Hollywood suç filmlerini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kara Film adı altında geçen filmlerin Hollywood’a özgü olduğu iddia edilse de diğer ülkelerin sinemalarında da bu türde öne çıkan kaliteli filmlere rastlıyoruz. Bu yazımızda, bize ayrılan yerin müsaade ettiği kadar, sinema tarihinin ünlü kara filmleri arasında bir geziye çıkacağız.

Coen’lerin Kara Filmleri

Kara filmle ilgili bir yazıya, Hollywood’un son 35 yılına bu türde 4 filmle damgasını vuran Ethan ve Joel Coen’den başlamak doğru olur kanısındayım. Kara film türüne olan meyillerini Coen Kardeşler “Kansız / Blood Simple” (1984) ve 3. filmleri “Miller’s Crossing” (1990) ile ilan etmişlerdi. Altı yıl aradan sonra gelen “Fargo” (1990), bağımsız sinemanın bu yorulmaz savaşçılarının kariyerlerinin en başarılı başyapıtı olmuştu.
Konusu Teksas’da geçen “Kansız”, bir bar sahibinin, kendisini barmenle aldatan karısını öldürmesi için, bir dedektifle anlaşmasını anlatıyordu. “Miller’s Crossing” İrlandalı bir çete reisinin sağ kolu Tom’un, ihtirası uğruna çetesine ihanet etmesinin öyküsüydü.
Coen’lerin doğum yeri Minnesota’nın kış aylarının dondurucu ikliminde geçen “Fargo”, zengin kayınpederinin yanında araba satıcısı olarak çalışan, paragöz, beceriksiz Jerry’nin mali sorunlarını çözmek için, iki karanlık adama karısını fidye için kaçırma işini vermesiyle başlar. İş planlandığı gibi gelişmez, kan gövdeyi götürür.
“Fargo” Coen’lere En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını getirirken, Joel Coen’in eşi ve fetiş oyuncusu Frances McDormand’a En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar kazandırmıştı.
1949’da Kuzey Carolina’da geçen konusuyla “Orada Olmayan Adam / The Man Who Wasn’t There”, karısının kendisini aldattığını bilen bir kasaba berberinin yaşadığı açmazı dile getiren iddialı bir kara film örneğiydi.

Tarantino ve Kara Film

Amerikan sinemasının harika çocuğu Quentin Tarantino 1992 Cannes Film Festivali’nde yarışan ilk filmi “Reservoir Dogs” ile tabanca gibi bir giriş yapmıştı. Film, sonu kötü biten bir soygun girişimiyle başlıyordu. Bir depoda buluşan çete elemanları, aralarında bulunan muhbirin kim olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Film Tarantino ile, sinema dünyasına giriş yapan, ileride olay yaratacak, ödüle boğulacak, yaratıcı, özgün bir yönetmeni müjdeliyordu.

Tarantino’nun popüler kültürle bezeli, özgün, yenilikçi kara komedisi “Ucuz Roman / Pulp Fiction” (1994), bana göre son 30 yılda yapılmış filmlerin en iyisidir. Konusunu yeraltı dünyasından alan filmin kahramanları: birbirine âşık iki genç soyguncu, iki kaşarlaşmış tetikçi gangster, emrinde çalıştıkları azılı gangster şefi ve güzel karısı ile cesur bir boksör. Kader bu aykırı tipleri muhteşem bir şekilde yollarını kesiştirerek bir araya getirecektir.
Müstakil öykücükler olarak izlediğimiz bu ilginç ve renkli karakterler resmigeçidinin özelliği, bu öykülerin aslında birbirlerine göbekten bağlı olmaları. Tarantino’nun dehası, kurgu dalında bir ihtilal yaptığı bu filmde kronolojik sıraya uymayıp, puzzle’ın parçalarını birleştirmeyi izleyiciye bırakmasıdır. Cannes’dan Altın Palmiye ile dönen bu kült film (Roger Avary ile birlikte) Tarantino’yu En İyi Özgün Senaryo Oscar’ının sahibi yapmıştı.
Tarantino’nun senaryosunu yazdığı “True Romance”da (1993) bir tezgâhtar ilk görüşte âşık olduğu güzel kadının, patronu tarafından kendisine gönderilen bir fahişe olduğunu öğrenmesini anlatıyordu. Bu romantik aşk filminin yönetmeni Tony Scott idi.

Postacı Kapıyı İki Defa Çalar

James M. Cain’in 1934 tarihli romanından alınan “Postacı Kapıyı İki Defa Çalar / The Postman Rings Twice”ın sinemadaki Tay Garnett imzalı ilk versiyonu Lana Turner’in performansıyla akıllarda kaldı. Luchino Visconti 1943’te Cain’in romanını “Ossessione” başlığıyla sinemaya taşıdı.

Bob Rafelson’un, ünlü tiyatro yazarı David Mamet’in yazdığı senaryo üzerine yaptığı 1981 tarihli remake, Jack Nicholson ve Jessica Lange’in varlığıyla Cannes Film Festivali’nde ses getirdi. ABD’de ekonomik krizin bütün şiddetiyle sürdüğü yıllarda, yol üstü bir benzin istasyonunda geçen konusuyla filmin üç ana karakteri vardı: güzel ve şuh bir kadın olan Cora, kendisinden yaşça büyük, sevmediği kocası Nick ve serseri ruhlu bir genç olan Frank. Cora ile tutkulu bir ilişki kuran Frank, Nick’i öldürüp hem özgürlüklerine hem de sigortadan gelecek yüklü paraya sahip olmak için bir cinayet planlar. Kriz yıllarının ahlaki çöküşü nasıl hızlandırdığının da kayda değer sunumlarından biri olan bu kült film bir skandala sebebiyet vermişti: Filmin tutkulu ve ateşli sevişme sahnesinde Jack Nicholson ile Jessica Lange’in rol icabı değil, gerçekten seks yaptıkları dedikodusu sinema dünyasında ses getirmişti.

İki Fransız filmi

Pierre Boileau - Thomas Narsejac ikilisinin gerilim başyapıtı romanı sinemaya taşıyan Henri-Georges Clouzot başyapıtı “Şeytan Ruhlu İnsanlar / Les Diaboliques” kusursuz cinayet planı yapan iki kadının gerilimli öyküsünü anlatır. Bir ilkokul müdürünün karısı ve metresi, kendilerini kullanan bu adamdan kurtulmak için radikal bir karar alırlar. Planlarını hayata geçiren suç ortağı iki kadın hayatlarını zindana çeviren adamı öldürürler. Ancak olaydan birkaç gün sonra, gizledikleri cesedin ortadan kaybolmasıyla iki kadın dehşete kapılır.
Film cinayet, kumpas ve sürpriz son üçgeni oluştururken ihanet temasının hakkını veriyor. Clouzot kusursuz bir mizansen eşliğinde kara film türünün ilk büyük ustalarından biri olduğunu kanıtlıyor.

Louis Malle’in başyapıtı “Ascenseur pour L’Échafaud” (1958) Fransız Yeni Dalga Akımının başlangıcını ilan eden filmlerden biriydi. Film, Julien ve patronunun karısı olan metresiyle, mutluluklarını engelleyen kocayı öldürmek için tasarladıkları şeytani plandan sonra, cinayetin ardından karşılaştıkları beklenmedik bir durum üzerineydi. Cinayet yerinden uzaklaşırken Julien bindiği asansörde, cereyanın kesilmesiyle hapis kalıyordu. Kendilerini ele verecek bir cinayet izini ortadan kaldırmak için olay yerine dönen katil kurduğu tuzağa düşüyordu.
Jeanne Moreau ile Maurice Ronet’nin harika performanslarıyla akılda kalan film, Louis Malle’in gerilim temposu yaratmadaki becerisiyle, Yeni Dalga akımının en ünlü kara film örneği oluyordu.

İki Amerikan Kara Filmi

“Taksi Şoförü / Taxi Driver” bana göre yaşayan yönetmenlerin en büyüğü Martin Scorsese’nin parlak kariyerinin en iyi filmidir. Sinema tarihinin kilometre taşı önemindeki film, sinema dünyasına damgasını vuracak üç sanatçıyı gün ışığına çıkardı: Scorsese, sinemanın en büyük karakter oyuncusu Robert de Niro ve sonraları ünlü bir yönetmen olacak, filmin senaryo yazarı Paul Schrader. Vietnam savaşının travmasını üstünden atamamış, akli dengesini yitirmek üzere olan asosyal New Yorklu taksi şoförü Travis, sinema tarihinin en renkli karakterleri arasında yerini aldı.
Christopher Nolan’ın “Akıl Defteri / Memento” (1995) filminin özelliği doğrusal olmayan, sondan başa doğru ilerleyen kurgusudur. Bu kurgu, anlatıcının “gerçek zamanlı” hikâyesiyle iç içe geçer. Bulmacayı andıran bu filmi izleten birçok nörobilimci, filmi bilimsel açıklamalara uygunlukla mükemmel bulduklarını açıkladı. “Akıl Defteri”, izleyiciyi zorlayan özgün kurgusuyla beraber hikâyesini doğrusal çizgide anlatmadığı için filmde zaman atlamaları yaşanmaktadır.

Bunlar da var
- Beklenmeyen Şahit / Witness For The Prosecution - Billy Wilder
- Şanghaylı Kadın / The Lady From Shanghai - Orson Welles
- Mulholland Çıkmazı / Mulholland Drive - David Lynch
- Rebecca - Alfred Hitchcock
- Chinatown - Roman Polanski
- Blade Runner - Ridley Scott
- L.A. Confidential - Curtis Hanson
- Gilda - Charles Vidor
- Caché - Michael Haneke
- The Third Man - Carol Reed
- Sunset Boulevard - Billy Wilder
- Malta Şahini / The Maltese Falcon - John Huston