Bu yılın, 2020’nin bireysel tarihlerimize hayli değişik nüanslarla kayda geçeceğini düşünürken… Yaşamakta olduklarımızı… hikâyemizi sorgulamadan edemiyorum. Âdeta günlerin birinde bir dünyada uyuya kaldık ve gözlerimizi bambaşka bir dünyada açtık.
Can havliyle hastalanmaktan korunurken niceleri cazibelerini yitirdi.
Disney Amca’nın büyülü diyarı…
New York’un Times Meydanı’nı gördüm beyaz ekranda, hani neredeyse boştu. Romantizmiyle Paris… Roma… Aşkın bütün tapınakları bomboş. Üstüne üstlük paydos verdik artık tehlike arz eden kucaklaşıp öpüşmelere…
Yeni normaller oluşturup, yepyeni alışkanlıklar geliştiriyoruz. Artık “…mış gibi” yapılamıyor. Bu arada sınırlandı düğünler, dâvetler, kutlamalar. Ofisler hani neredeyse eve taşındı, birçok işyerinde, kurumda. Örneğin, bu satırların yazarı, yayın yönetmenliğini mart ayından bu yana evden idare ediyor.
O çok ziyaretine gitmek istediğim Sih inancının en kutsal yeri, Hindistan’ın Pencap Bölgesi’ndeki Amritsar’da bulunan Sri Darbar Sahib Altın Tapınağı’nın şimdilerde uğrayanı yok. Asya Kıtası’nın orta yerinde kilometrelerce uzanan uzaydan bile görünür olan Çin Seddi’nde artık kimsecikler yok.
Kutsal mekânlar, Kudüs, Mekke bomboş artık.
Adeta formatlanmışçasına herkes aynı model saçı, aynı pahalı plastik-marka-çantayı, aynı gidilecek lokantayı seçiyordu, meşakkat içinde…
Öncelikler değişti birdenbire:
Yaşlılarımızın, dost ve akrabalarımızın ziyaretlerine gitmemek bir sevgi ifadesi oldu. Herkesin arzusu temiz hava ve oksijen. Hani güç, hani para-pul, hani ya güzellik. Nasıl da ansızın değersizlikler sınıfına düştüler!
Ya çocuklarımız? En değerlilerimiz?
Açlık farklı şekillerde gösterir kendini.
Yemeğini yememişse, üstünü başını giymemişse çocuk, bunları giderilesi konular. Suya yemeğe ihtiyacı varsa çocuğun, fark ettirir kendini ve harekete geçebiliriz, hemen. Gıda ve sevgiyle beslenmeye, açık havaya ve oyuna olduğu kadar sanata ihtiyaçları vardır, onların. Öyküler, şiirler ve müzik dinlemeye…
Pandemi döneminde okula gidemiyor çocuklarımız. Belki de bir süre daha gitmeyecekler. Lâkin hayli muhtemeldir ki, onlarda farklı açlıklara vesile oluyor bu durum.
Onları bu yeni düzende beslemek durumundayız, sevgiyle, daha fazla ilgi ile, şarkılarla, kahkaha dolu oyunlarla, yaratıcı faaliyetlerle. Kültürel açlığın neden olacağı acı bedeli ödetmeyelim, hiçbir çocuğa.
Evrenin hangi mesajıdır, bilinmez ama dünyamız bütün güzelliğiyle kendi varlığını sürdürüyor. Ağaçlar daha çok çiçekleniyor, daha çok meyve veriyor. Sebzeler ise gözleri dolduruyor.
Sadece insanlar kendi kafeslerinde hapsoldu.
Bu, mesaj değil de nedir ki? Doğa, “Varoluşum için insanlara ihtiyacım yok,” diyor ve şöyle devam ediyor: “Hava, toprak ve gök insanoğlu olmayınca dünya daha güzel!”
Şayet günü gelecek ve eskiye dönecek olursak… “Anımsa ve unutma, sizler benim konuklarımsınız! Asla sahiplerim değil!”
Parçası olduğum insanlık için iyimserim, aslında.
Düşünüyorum da!
Karşımıza çıkan değişimlere dirensem ne olur ki…
Bırakıyorum hayat bana rağmen değil de, benimle (- ve tabii sizinle) aksın.
Endişe etmeyin ‘düzenim bozuldu, hayatım alt üst oldu diye. Şöyle söylüyor Şems-i Tebrîzî:
“Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını?”
Sağlıkla ve sevgiyle kalın,