Hayatını tasarım, sanat ve kültüre adayan, dünya çapında birçok ödüle sahip grafik tasarımcı Ali Akdamar sayısız sergi, sempozyum ve festivalin organizasyonunu üstlenmiş; küratörlüğünü yapmıştır. Birçok birlik ve derneğe de danışmanlık, yönetmenlik ve başkanlık yapan, tarihî kentlerin kurumsal ve kimlik çalışmalarına, stratejik planlarına ve kültürel projelerine imza atan Akdamar, onlarca editörlük, tasarım ve yazarlık yaptığı yayına sahiptir.

Sanat ve Eğitim derneğinin bir oluşumu Destek Tasarım Akademisi’nin eşsiz mekânında Ali Akdamar ile görüştük…

Sanat ve Eğitime Destek Derneği’ne bağlı bir oluşum olan, özel bir yer Destek Tasarım Akademisi ne amaçla kurulmuştur? Akademinin uzak hedefleri nelerdir?
Biraz öncesinden başlayayım, çünkü aşağı yukarı 2007-2010 yılları gibi bir projenin devamı bu, 2008-2009-2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında benim bir projem vardı, o proje Anadolu’da güzel sanatlar fakültesiydi. ‘Anadolu Aydınlanması’ başlığında sanatın bütün bölümleriyle fakültelerin bir sergi hazırlayıp İstanbul’da sergilenmeleriydi. 25 fakülte gezildi, bunlardan 19 tane -3 tanesi karma- olmak üzere İstanbul’da sergi açıldı, bu süreç önemli bir süreçti çünkü, biraz iddialı olacak ama, Türk sanat eğitiminin hangi noktada olduğunu görmek açısından birlikte çalıştığım Devrim Erbil, Adem Genç, Leyla Pınar, Ara Güler gibi isimler vardı; onlarla gittiğimiz yerlerde gördüğümüz aksaklıklara çok üzülüyorduk.

Gece bir yere geldiğimizde ya da yolda, ‘ne olması lazım, neler yapılması lazım’ konuşulurdu. Temelde gördüğümüz şey şuydu: Bu eğitim özellikle Anadolu’da, daha çok, beceri eğitimi gibi oluyordu, bir sanat eğitimi ne yazık ki olamıyordu. Bunun için tabii ki, sistemin de payı var. Bu sistem de uygun değil sanat eğitimine, çünkü usta çırak ilişkisi her yerde her zaman olamıyor ne yazık ki.

Bu açığı kapatacak ne yapabiliriz düşüncesiyle -ben o sırada Asos’ta yaşıyorum- cengâver bir şekilde ‘Hadi Ali sen bu açığı kapatırsın, bir proje yapalım’ denildi ama Asos’un koşulları nedeniyle bunu gerçekleştiremedik, büyük paralar gerekiyordu. Daha sonra yolum Ayvalık’a düştü. 2010 yılı benim Asos’u bırakıp Ayvalık’a geldiğim yıldır. 2014’e kadar da burada başkana sanat danışmanlığı ile geçti. 2014’te de yine aynı düşünceyle Sanata ve Eğitime Destek Derneği’ni hızlı bir şekilde kurunca Destek Tasarım Akademisi’nin ilk adımları atılmış oldu. Akademinin ilk iki tane temel hedefi var; ikisi de aynı amaca yönelik olmak üzere, birisi yaz okulları ikincisi de yüksekokul. Maalesef bu yol kapandı, uzak yakın orta hedefler kısaca bunlar idi.

Destek Tasarım Akademisi’nde atölyeler düzenliyor, üretim yapıyor, sunuyorsunuz. Birbirinden zevkli sayısız eğitim de veriyorsunuz. Bu eğitimlerin çeşitliliği ve düzeyinden bahsedebilir misiniz?
Akademimizde, biraz benden kaynaklanan, biraz da hedefe yönelik epey bir ekipman ve atölye birikimi var. Cam atölyesi, füzyon fırını, ahşap atölyesi, serigraf atölyesi gibi pek çok imkân var. Bu olanaklarla tabii ki önceliğimiz olan Ayvalık’taki insanları yararlandırmak, onlara bir beceri, en azından bir görüş kazandırmak amacı ile böyle küçük atölyeler yaptık. Bunların içinde baskı atölyesi, kâğıt yapım atölyesi, gomalak cila atölyesi, resim atölyesi, vitray atölyesi vardı ve bu atölyeler hala devam ediyor. Bu bizim aslında esas işimiz değil ama madem böyle bir durum var, o zaman bunu değerlendirmek gerek diye bu atölyeleri hobinin üstünde bir seviyede yapıyoruz. Sanat ve tasarımdan anlayanlar hedef kitlemiz. Örneğin kâğıt yapmak çok hobi işi değil tabii, biraz meslek edindirmeye dönük.


Düzenlediğiniz çok gelişmiş yaz okullarınız dışında çok sayıda sanatsal ve kültürel faaliyetleriniz de var. Tasarım Akademisi’nde günler nasıl geçiyor?
Biraz açgözlülük diyeceğim, bir hedef var, o hedefe giden yol çok uzun, çok zorlanıyoruz ama günün de geçmesi gerekiyor. Bu nedenle de sağlam, kalıcı, ileriye belge bırakan işler yapmak gerekiyor diye düşünüyoruz. Bunların en başında tasarım sempozyumları ve çalıştayları var. Pandemiye kadar da devam ettiler. Bu çalıştaya katılanlar gerçekten bugün Türkiye’nin önemli sanatçılarıydı, hatta bir seferinde uluslararası bir sempozyum yaptık -11 İsveçli sanatçının katıldığı- ve bunların her birinde bir tema üzerinden yola çıkıldı ve o temaya sanatçılar çalışıp geldi, görüşlerini sundu.

Örneğin, ‘Güzeli Arayış’ temamız geniş alana yayılmış bambaşka bir projeydi. Dedik ki, her yaz bir temayla ilerleyelim. İlki, ‘Güzeli Arayış’tı. Bir diğerini ise hala gerçekleştiremedik, o da ‘Zeytin Ülkesinde Kültür Sanat’ idi. Ve üstelik bunu da beş yıla yaymak niyetindeyiz çünkü tüm Akdeniz’i kapsıyor. Bununla ilgili küçük şeyler yaptık ama bugünün koşulları ona henüz uygun değil.

‘Güzeli Arayış’ çok zengindi. Bir konserle başladık, müzik atölyesi, tekstil atölyesi, resim atölyesi gibi ilginç şeyler vardı. Oradaki sunumlar da çok önemliydi. ‘Güzel Arayış’ tabirinin de sahibi Gürol Sözen’in sunumu vardı. Mustafa Altuntaş da vardı. Sinema ve resim hakkında birçok söyleşi vardı, yazarlar vardı.

Belgesel haftası vardı, bunun için on üç film gösterildi. Film gösterimlerini hep yapıyoruz, geçen yıl altıncısını yaptık. Festival demiyoruz, uluslararası demiyoruz ama açıkçası bir festival boyutunda ve uluslararası filmleri de gösterdiğimiz bir etkinlikti denebilir.

Kitap fuarı da karışık bir mesele çünkü nasıl başardık hala bilmiyorum çok büyük sıkıntılar çektiğimiz bir etkinlikti. İki hedef vardı orda; birincisi Ayvalık’ta bir kitapçı olmaması, ikincisi yakın çevrede de böyle bir etkinlik olmaması. Bir de Ayvalık’ta sivil toplum örgütleri çok kopuk birbirinden, ama kitap birleştirici, ortak payda olabilirdi. Ne kadar fark olursa olsun STK’ların kitaplar etrafında toplanacağı düşüncesiyleydi. Bu olmadı. Birincisinde beş bin değişik kitap, yirmi sekiz söyleşi-imza vardı. Bir ay sonra oradan aldığımız tattan esinlenip bir de çocuklar için yaptık. Orada da güzel isimler ağırladık. Amaç bu iki fuarı devam ettirmekti. Halk ve belediyeden istediğimiz desteği alamadığımız için devam ettirmedik, hâlbuki bizim en büyük zenginliğimiz insan zenginliği...

İçinde kendi kuyusu ve sarnıcına sahip, tarihî bir yapıda var olan Akademi’de derneğinize gelir amaçlı satışa sunulmuş, ünlü isimlerin resimlerine, özgün tasarımlarına ve özel ürünlerine sahipsiniz. Tasarımın masmavi denizinde küçücük bir balık gibi hissettim; burada günlerce yüzebilirim!

Dönemin belediye başkanına sanat ve kültür danışmanı olarak geldiğiniz Ayvalık’ta yaşayan ya da Ayvalık aşığı, sizin gibi değerli, başarıları, tasarımları ve eserleri ile tüm dünyada ün kazanmış, sanatçı, yazar, çizer ve tasarımcıların oluşumunuza katkıları nelerdir?
Biz bahsettiğim bu insan zenginliği ile başladık bu işe, öyle cesaretlendik, derneği kurarken bağışlar aldık, önemli ressamlardan çok değerli resimler aldık ve çok hızlı bir şekilde yüksek bir rakama ulaştık. Tabii Ayvalık’ta bunların satışı çok zor, hemen satamadığımız için birtakım sıkıntılar çektik. Daha sonra her yıl bir tane çalıştay yaptık. Ortaya çıkan eserler çok değerliydi. Önemli sanatçılarla çalıştık. Eser konusunda ciddi bir sermayeye sahibiz.

Tasarım ürünlerine gelince, onlar bizim günlük uğraşımız. Yıllardır fikir karalamaları yaptığım 8-10 defterim oldu, arkadaşlarla oturunca bunları konuşuyoruz, bu bardağa nasıl bir kulp yapılmalıdan yola çıkıp başka yerlere gidiyor konuşmalar vs.

Bunlar uyguladıklarımızın yüzde biridir herhalde çünkü bir yandan başka bir hayat da devam ediyor; bürokrasisi var bu işin, bir kafemiz var gelir sağlama amacıyla -çok da beceremediğimiz, bize çok yabancı olan. Bizim 3. dalga kafelerle rekabetimiz söz konusu değil. Dernek bir şekilde ayakta dursun diye var kafemiz. En doğalını, en kalitelisini sunuyoruz. Elemanımız yok. Bizler ilgileniyoruz.

Ben 76’dan 2000’e kadar reklamcılık yaptım. Bu önemli bir şey. ‘O dönemde yapmış olmak’ önemli bir şey. Şimdiyi bilmiyorum. Çok şey öğrendik, 80’i yaşadık, liberal pazarı yaşadık, bir sürü iş koluyla iç içesin ve onları tanıma fırsatın da oluyordu. Derneğimiz için Sal isimli; sabun, çay ve yakında da aromatik yağlar olmak üzere bu ürünlerle bir marka yaratma şansımız oldu. Buradan da bir şey beklemiyoruz aslında.

Bir de yemekçi tarafım var, o işlere de bulaştım hala da içindeyim. Osmanlı’da şerbet var, likör var bunları sunalım. Artık koruk suyunu herkes sunuyor diye düşündük. Itır şerbeti, hardaliye otunu kullandık mesela. Özgün ürünlere sahibiz. Özen gösterdiğimiz bir diğer konu da biz ne bekliyorsak onu sunuyoruz.


Türkiye’nin en değerli reklamcılarından olmanıza rağmen Destek Tasarım Akademisi’ni hala bilmeyenler var. Ticari olmayan bu güzel oluşuma nasıl ulaşabiliriz?
Çok ünlü bir reklamcıyım diyemem, yukarıda söylediğim gibi o dönemde vardım; bir tasarımcı olmak konusunda çaba gösterdim. Grafik tasarım üzerinden hep var oldum. Reklamcılığımı çok öne çıkarmadım. Bunun iki nedeni var; birincisi benim bilgilerim artık geçerli değil, temeller değil. Bugünün medyasını tanımıyorum diyebiliriz. Yepyeni bir sosyal medya var. Kişisel olarak içinde olmak bir yana, karşısındayım diyebilirim. İnsanların bu kadar hızlı akan bir bilgi içinde var olmaları mümkün değil. Gençlerle zor iletişim kuruyorum, her şey iki cümlede bitiyor. Her şeyden haberleri var ama hiçbir şey bilmiyorlar. Bu bizim jenerasyonumuzun anlayışı değil. Bu nedenle de sosyal medyanın o hızlı akışı beni çok rahatsız ediyor. Biraz yavaşlamak gerek. Bu kadar şeyi kaldırmak imkânsız geliyor. Bu platformlar her şeyi önünüze sunuyor, ben hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeyleri ayırt edebilmeliyim. Her şey sunulursa aralarında kaybolur giderim, tadını alamam.

İkincisi de dili bilmiyorum! Üçüncü olarak da bunun için yeterli bütçemiz yok. Şu an başlıca platformların hepsinde varız. Son olarak da akademimizin öğrencileri bir yerlere varıp bir şeyler başarıyorlarsa biz de amacımıza ulaşmış oluyoruz.

“Bir yanı masal, bir yanı mavi!”, “Masal gibi uçuyor, rüya gibi!” diye anlattığınız, birbirinden güzel evlerinin, yaşamın sokaklarda olduğu, sokaklarının ve taş yollarının tüm dokusu ile doğal sit, kentsel sit olarak korunduğu, her yerden, her dinden güzel insanların yaşadığı, “Tasarım kenti olmaya çok uygun bir kent” dediğiniz Ayvalık’ı tasarımcı gözüyle anlatmanızı rica edebilir miyiz?
Gençlerin ve genç kalabilenlerin Ayvalık’ta yaşamak üzere yeni bir başlangıç yapması hakkındaki görüşlerinizi de öğrenebilir miyiz?
Bir Ayvalık var, herkesten bağımsız. Kendi dinamikleri olan bir kent. Butik kentler böyledir. Bu varoluş kente kendi kimliğini verir. 21. yüzyılda daha da hızlanan bir şeyle yöneticiler bu kimlikleri yok etme çabasındalar. Bütün kentleri birbirine benzetmeye çalışıyorlar. Aynı aydınlatmalar, aynı zincir mağazalar, aynı ağaçsızlık... Oysa bu kentlerin özgün mimarileri vardır. Mevcuttur yani zaten. O iklimin, o coğrafyanın gerektirdiği şeylerle yapılırlar çünkü.

Bir de kentteki yaşam şekli vardır. Buranınki, zeytin kenti hayatıdır. Kıyıları fabrika, arkalara doğru yerleşim olmak üzere Ayvalık zeytin odaklıdır. Turizm ise bir amaç değil sonuçtur.

Yarattıklarınızı, koruduklarınızı, sahip çıktıklarınızı görmeye gelir insanlar, saygı duyarlar. Yerel halkın kalkındırılması çok önemlidir, bu tarihî yapılar, evler onların. Pansiyon yapacaksa da, dükkân açacaksa da o yapsın. Sermaye gelebilir, yatırımcılar, gençler gelebilir. Kim gelirse gelsin güzel bir şey çünkü mikro milliyetçilik hat safhada ama bu gelenlerle yumuşar. Ben, siz, onlar buraya gelirler, Ayvalık’ta değerler, kültür alışverişi olur, o zaman yumuşar! Devlet, kamu ve yerel yönetim olmadan, onlar yol göstermeden, onlar akıl danışmadan ve paylaşımcı olmadan bu kalkınma olmaz.

Mesela belediyenin yeri amfi tiyatrosu var, orada bir bale sahnesi yaptım. Bale gösterimleri yapılsın, Klasik Türk Müziği konserleri verilsin, türkü festivali yapılsın, adını bile bilmediğimiz popçular yerine kalitesi yüksek müzikler yapılsın. Tüm Türkiye’den insanlar gelsin, kültür müdürlüğünde kurulan güzel bir ekip tarafından ağırlansın. Bu kentte yaşayan bir sürü insan var; Giritli var, Midilli’den gelen var, Kürtler var, Romanlar var. Tüm bu insanların kendi kültürünü ortaya çıkaracak etkinliklerle birbirimizin nasıl yaşadığını görelim öğrenelim.

Siz bir kent yaratırsınız, yarattığınız kent çok güzelse o güzellikte ne koyduysanız içine, insanlar o güzelliği görmeye gelirler; bilinçli gelirler, ne alacağını bilerek gelirler. Bu nedenle bu kente ben yeni bir vizyon gerektiğini düşünüyorum. Bu vizyonda da benim alanım hem mimari hem yapısal sahiplikleri nedeniyle tasarım kenti projemi sunuyorum.

Tasarım kenti deyince insanlar sanatla ne uğraşacağız diyorlar oysa tasarım çok kalifiye insan gerektirir. Tornacısı, bilgisayarcısı, terzisi, marangozu vesairesi çok hassas işler yapmak zorundadır. Tasarım öyle gerektirir çünkü ve bu kişiler artık dünyaya iş yapacak seviyede olur. Biz senelerce kalıp işlerimizi bir tasarım geleneği olan İtalya’da yaptırdık. Neden en iyi tornacı, en iyi baskıcı Ayvalık’tan çıkmasın? Bu proje böyle bir kapıyı açar. Tasarım ciddi bir sanayidir. En ufak bir bacası yoktur, pisliği yoktur.

Önerim şuydu; önce kentin kimliğine uygun bir vizyon geliştirirsin, sonra bu vizyonla ilgili stratejilerini belirlersin ve bunlar üzerinden de projelerini yaparsın ve yönetirsin. Kültürün, turizmin, ticaretin, her şeyin bir politikası olmak zorundadır. Yönetimler değişse de politikalar değişmemelidir. Buradan 2017 yılında 3.700 öğrenci çıktı, ancak 700-800’ü üniversiteye gidiyor. Bir kısmı iş buluyor bir kısmı da aile işini sürdürüyor. İşsiz çok büyük bir kitle var geriye kalan. Potansiyelleri var ama sadece turizm işi var burada. Geri kalan dokuz ay ne yapacak bu gençler?

Ayvalık’ın potansiyeline kavuşamaması beni derinden üzüyor. Yerel ürün, yerel insan ve yeni vizyonlar desteklenmeli. Yerel gençler birer maden. Dışardan da gelsin gençler, genç açığı var, gelsinler ve özgün şeylere yönelsinler. Bir olsunlar, güçlü olsunlar her mevsim ayakta dursunlar isterim.

Zeytininin, adalarının, konaklarının, hatta sarımsak taşının, en çok da insanının anlatacak pek çok hikayesi vardır Ayvalık’ın. Duyabilmek için taş sokaklarını yürümeniz, adaların gizli yerlerini keşfetmeniz, bazen de kapkaranlık bir gecesinde yıldızlara bakmanız gerekebilir. Zeytin ağaçlarının gölgesinde veya şöyle denize nazır bir koyunda, en sevdiğiniz renge boyanmış kapılı evin önünde verdiğiniz pozunuzda veya oturup uzaklara dalmayı seçtiğiniz kahvede, kendi hikâyenizi yazarsınız Ayvalık’ta. Duyduklarınızla sizi dost yapabilirseniz, kalmak isteyecek, kalmak yetmeyecek belki renklerinizle kızacağınız bir tuval veya kalan tüm gücünüzle çalacağınız bir piyano ya da umudunuzun ışıltısını yansıtacak bir vitray, belki de ve en önemlisi sizi gerçekten duyacak bir seyirci isteyeceksiniz.

Ayvalık sizin de hikâyenizi anlatacak artık…

Kim bilir belki de ilgi alanınız olan sanatla ilgilenmek, bu desteğin bir parçası olmak sizin için yeniden başlangıç olacaktır.