Sevinçten havalara uçtuğumu hatırlıyorum.
Babam eve elinde her biri piyango bileti büyüklüğünde bir demet kâğıt ile gelmişti. Birini bana verdi. İlkokula yeni başlamıştım. Zar zor, yataklı tren ve Ankara yazılarını okuyabildim. Ayaklarım yerden kesildi. Havalara uçtum...
Ankara’ya gidecektik; hem de trenle, yataklı vagonda
Bunlar, benim için bir rüyanın gerçekleşmesi demekti. Anıt Kabir’i, Ata’mızı ziyaret edecek ve baba tarafından yerlisi olduğumuz toprakları görecektim.
Trene bindiğimizi, ranzanın üst katını seçtiğimi, “çuf çuf” sesini, yatağımın yanında file cepler içinde birbirine çarpan su şişelerini, çok sıcak olduğunu ve heyecandan uyuyamadığımı hatırlıyorum.
Babaannemin babası büyük dedem Mahir Sait Bey
Büyük dedem Mahir Sait Bey
Büyükbabam Refik Halid Karay’ın ikinci eşi, babaannem Fatma Nihal Karay tarafından Ankaralıyız. Mahir Sait Bey, büyükannemin babası, Jön Türklerden 1908-1912 Osmanlı Ankara Meclis-i Mebusanı. Eylül 1908’de, İttihat ve Terakki’nin istibdat yönetimi oluşturacağı endişesi taşıyanlar tarafından kurulan Ahrar Fırkası’ndan girdiği seçimleri Ankara mebusu olarak kazanmış. 23 Kasım 1897’den itibarenki hatıralarını anlattığı Fizan Hatırları ve 31 Mart Hatıraları “İsyan Günlerinde Bir Muhalif” kitaplarını Nice’te kaleme almış. Arkadaşları sürgüne giderken o da onlarla beraber Halep’e giderek, büyükbabam Refik Halid Karay ile tanışmış, yakın dost olmuşlar. Ve sonrasında büyükbabam, Mahir Sait’in kızı olan babaannem Fatma Nihal ile evlenmiş.
Mahir Sait Bey’in eşi Nefise Nimet Hanım yanında, daha sonra Refik Halid’in eşi olacak babaannem Fatma Nihal
Elbette evde hep Mahir Sait büyük dedemin, eşi Nefise Nimet Hanım’ın fotoğrafları, hatıraları ile büyüdüm. Onların doğduğu yerleri çok merak ediyordum. Ayrıca orada akrabalarımız vardı. Çocukları benimle yaşıttı. Sonunda onlarla tanışacağım için de çok mutluydum.
Büyüklerimden hep Atatürk’ü dinlemiştim
Kendimi ilk bildiğim zamanlardan beri Atatürk’ü tanıyor ve çok seviyordum. Anneannem ve dedemden, annem ve babamdan hep Atatürk’ü dinlemiş, anaokulunda Atatürk şiirleri ezberlemeye başlamış, ilkokulun bu ilk zamanlarında Atatürk’ün adını renk renk kalemlerle defterlerime yazar olmuştum. Atatürk’ün fotoğrafları evimizin ve okulumuzun her yerinde idi. Bize Çocuk Bayramını hediye eden, ülkemizi düşmanlardan kurtaran Başöğretmenimizin Cumhuriyet’i kurduğu yere gidecektim. Ata’mızın huzuruna çıkacaktım.
Ankara’nın kalbimdeki yeri
Babam yolculuğumuzdan bir gün önce kütüphanemizin raflarından Ankara adında bir kitap çıkarıp, bu kitabı büyükbaban yazdı, demişti. Ankara’nın kalbimdeki yeri büyüdükçe büyüyordu. Trende aklımda işte hep bunlar vardı. Sabah olup da trenimiz Ankara’da perona varınca, hazırlıklarımızı tamamlayarak trenden indik. Akrabalarımız bizi karşıladı, arabayla Ankara’yı dolaştırdılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk binasını gördük. Ankara Kalesi’ne çıktık. Mahir Sait Dedemin soyunun dayandığı Hacı Bayram Veli Türbesi’ni ziyaret ettik. Akşam, çocuk oyunları ve biraz da ders çalışması ile sonlandı. Ertesi gün Anıt Kabir’e gidecektik.
Sabah erkenden, herkesten önce hazırlandım. Sabırsızlıkla Ata’mızı ziyaret etmeyi bekliyordum. Nihayet o an geldi. Arabaya bindik ve Anıt Kabir’e vardık.
Anıt Kabir
Babam Ata’mızın vefatından seneler önce Rasattepe’yi gezerken, “Bu tepe ne güzel bir anıt yeri” dediğini, buranın adının daha sonra Anıttepe’ye çevrildiğini, yapımının dokuz sene sürdüğünü ve mimarlarının yarışma sonucuna göre belirlendiğini; yarışmayı Emin Onat ile Doç. Orhan Arda’nn projesinin kazandığını anlattı. Anıt Kabir’in inşası tamamlanınca Ata’mızın naaşı, Etnoğrafya Müzesi’nden buraya taşınmış; Suriye’de Ceber Kalesi’nden, Kore’deki Türk Şehitliği’nden, Selanik’teki Ata’mızın doğduğu evin bahçesinden ve çeşitli illerden getirilen toparlaklar karıştırılıp oluşturulan “vatan toprağına” defnedilmişti.
Ve Aslanlı Yol…
Aslanlı Yol’a varmadan hemen önce babam Anıt Kabir’deki kuleler ile ilgili bilgi vermeye devam etti. İstiklal Kulesi’ni ve Hürriyet Kulesi’ni gördük. Annem Atatürk’ün sözlerini okudu. Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, 23 Nisan Kulesi, İnkılap Kulesi… Heykeller, bezemeler… Ve Aslanlı Yol. Hepsini dinlendim, sordum, tekrar ettim. Kalbime yazmaya çalıştım.
Aslanlı Yolda fotoğraflarımı çekti babam. 24 Aslanı saydık. Anadolu uygarlıklarından Hititlerin sanatından esinlenerek yapılan aslanların Ata’mızın Türk ve Anadolu tarihine verdiği önemi vurguladığını öğrendim. Barış Kulesi’nde, “Yurtta Barış, Cihanda Barış” cümlesini okuduk Ata’mızın.
Sessizce saygı duruşu
Mozole ve mezar odasını ziyaret ettik. Sessizce saygı duruşunda durduk. Gözlerimiz doldu. İçimin sevgi ve saygıyla titrediğini hissettim; bu his asla terketmedi beni. Atatürk’ü tanıdıkça daha çok sevdim, devrimlerini anladıkça saygım daha da arttı. Benliğimin ayrılmaz ve değişmez bir parçası oldu.
Sanata olan ilgim o yaşlarda başlamıştı, Sakarya Meydan Muharebesi eserine hayran olmuştum. Eserin İlhan Koman’a ait olduğunu ailem muhakkak söylemişti ama şimdi ben tam olarak hatırlayıp hatırlamadığımı söyleyemem çünkü aradan geçen seneler boyu Anıt Kabir ile ilgili o kadar çok okuma yaptım ki, yedi yaşımda yaptığım ziyaretin bazı ayrıntılarını dün gibi yaşıyor oluşum, bu okumalardan olmalı.
Ailem Anıt Kabir ziyaretimiz sonrası eve döndüğümüzde defterime duygularımı yazmamı önerdi. Akşam babamın yanına giderek, bir kere daha Anıt Kabir’i ziyaret etmek istediğimi söylediğimi hatırlıyorum. Ertesi sabah tekrar Anıt Kabir’e gittik, onu dinledikçe artıyordu Ata’mıza saygım ve sevgim. Atatürk’üm sözlerini okumaya çalıştım, fotoğraflar çektirdim her köşede.
İstanbul’a dönerken, Mahir Sait Dedemin, isimlerini yeni duyduğum semtlerdeki arazilerinin panoraması, hayatımın ilk yürüyen merdiveni, Kuğulu Park’ın güzelliği, Ata’mızı ziyaret edebilmenin gururu ile trene bindim.
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir…”
Beni Ankara’ya bağlan çok şey var. Bunlardan en önemlisi, kan değil kalp bağı. İlk Ankara ziyaretimde içten içe tanımaya başladığım Atatürk’ün çocuğu olarak onun bize çizdiği yolda yürümeye hâlâ devam ediyorum, edeceğim.
Ankara’da küçücükken, “Uzun uzun kavaklar / Dökülüyor yapraklar / Ben Ata’ma doymadım / Doysun kara topraklar” demiştim. Şimdi, “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir,” sözünü her gün düşünüyor ve her gün Ata’mızı daha iyi anladığıma inanıyorum.