Yaklaşık on yedi sene önce, Miami’de bir Yahudi okulunda tuhaf bir şey oldu. Derste, tüm öğrencilerin, ailelerinden bahsetmeleri gerekiyordu. Şaklabanlık yapmayı sevmesi ile tanınan 14 yaşındaki Tal Wollschlaeger, “Benim büyükbabam meşhur bir Nazi subayı” dedi. Okul karıştı, velisi okula çağırıldı. “Bu çocuğun psikolojik problemleri mi var, yoksa uyuşturucu mu kullanıyor?” diye soruldu. Tal’ın babası Dr. Bernd Wollschlaeger, uzun senelerdir herkesten sakladığı, yakın zamanda oğluyla paylaştığı sırrını, orada bulunan hahama ve müdüre anlattı. O, bir Nazi’nin oğluydu, ama kendi isteğiyle Yahudi olmuştu.
Haham çok heyecanlandı ve bunu öğrencilere anlatması için onu yüreklendirdi. Anlatmanın ruhuna iyi geleceğine ikna etti. O zamandan beri hikâyesini anlatıyor…


Baba Arthur Wollschlaeger, Himmler ile (Arthur en solda, Himmler sağdan ikinci)

Babası bir savaş kahramanı
Bernd Wollschlaeger 1958 yılında, Almanya’da Bamberg’de doğdu. Burası, 1000 yıllık bir Ortaçağ şehriydi. Savaştan zarar görmemişti. Her yerinden tarih fışkıran, turistik bir şehirdi. Main nehri üzerinde inci gibi köprüler, geleneksel evler, her köşede küçüklü büyüklü kiliseler, büyük katedral… Babası Arthur Wollschlaeger, şövalye sınıfı demir haç madalyalı eski bir Alman tank komutanıydı. 1939’da Polonya’da, 1940’ta Fransa’da, 1941’de Sovyetler Birliğinde çarpışmış bir gaziydi. Bir savaş kahramanı… Gurur duyduğu madalyasını bizzat Führer’den almıştı. Annesi Elizabeth dindar bir Katolikti. Hatta oğlunun din adamı olmasını istiyordu.
Küçük Bernd büyürken öğretmenleri onlara şehrin hikâyesini ev ev, sokak sokak anlattılar. Ama yakın tarihten pek bahsetmediler. Oysa yaşadığı şehirde, zenciler dâhil 10.000 Amerikalı asker ve aileleri -yaklaşık 75.000 yabancı vardı. Neden acaba? Evde sorduğunda pek cevap alamadı. Savaş olmuş, yenilmişler…
Babası ile iyi bir ilişkisi vardı; oğluna avlanmayı, balık tutmayı öğretirdi. Babası savaşı ve o görkemli günleri özlerdi; Çekoslovakya’da doğan ve her şeyini kaybetmiş olan annesi ise savaştan nefret eder, savaşı facia olarak nitelerdi. 

“Vatan haini!”
Oturdukları evin üst katında mal sahibi “Kontes” otururdu. Kontes Nina yaşlı bir kadındı, uşağı da vardı. Duvarlarındaki aile resimlerinde bulunan özellikle birisi, Bernd’in babasının resimlerine benzerdi. Madalyalı bir Alman subayı.

Daha sonra Hitler’e başarısız bir suikast girişiminde bulunacak olan Kont Claus von Stauffenberg ve eşi Kontes Nina, gençliklerinde


Bernd, resimdeki adamı babasına sorduğunda, babası tiksintiyle “Vatan haini!” demişti. Bernd onun kim olduğunu sonradan öğrenecekti. 1944’te Hitler’e suikast girişiminde bulunan ve kurşuna dizilerek infaz edilen, Nina’nın eşi Kont Claus von Stauffenberg…
Esas dönüm noktası 1972 Münih Olimpiyatlarıyla başlayacaktı. Olimpiyatlar Almanya için çok önemliydi. Başbakan Willy Brandt, 1933’te Nazi Partisi başa geldiğinde, sosyalist olduğu için ülkesinden kaçmak zorunda kalmış, sonradan da geri dönmüştü.
Willy Brandt, Polonya’ya gidip, Varşova Gettosundaki anıtın önünde diz çöküp af dilediğinde, babası küplere bindi, “Hain!” dedi. Oysa gazeteler Başbakan’ı takdir ediyordu.
Bernd, Almanya’nın değişik yüzlerini keşfediyordu. Olimpiyatları televizyondan seyretmek için babasının arkadaşları eve geldiler. Değişik ülkelerin bayraklarıyla sporcular geçerken heyecanla seyrettiler. Ancak, mavili beyazlı İsrail bayrağıyla sporcular geçerken odaya bomba düşmüş gibi oldu, ölüm sessizliği vardı. Daha sonra, İsrail Olimpiyat takımının 11 üyesinin rehin alındığı, Alman polisinin müdahalesi sonucu rehineler ve bir polisin ölümü ile sonuçlanan terör olayları oldu. Gazeteler, “Almanya’da yeniden Yahudiler öldürüldü!” diye manşet attı.

“Biz evde ‘onlardan’ bahsetmiyoruz!”
Babası normalde Bernd’le gazete okur, haber tartışırdı, ama bu sefer konuşmayı reddetti. “Biz evde ‘onlardan’ bahsetmiyoruz!” dedi. O güne kadar okulda da Soykırım’dan bahsedilmemişti. Çocuklara yakın tarih anlatılırken, 1933’te başa diktatör bir partinin geldiği, savaşa girildiği, bu arada 6 milyon Yahudi’nin de ‘sivil zayiat’ olduğu öğretilmişti. Şimdi ise öğretmenler, toplama kamplarından bahsetmeye, hatıralarını öğrencilerle paylaşmaya başlamışlardı. Bernd o zaman babasının bu işin neresinde olduğunu merak etmeye başladı, ama babası, “Senin öğretmenlerin komünist!” dedi.
Araştırdı, kitaplar okudu. Babası içki içerdi, hatta alkolikti. Tam cevap vermesi için uygun zamanları kollayıp babasına sorular sordu. Babası, “Ne olduysa biz yapmadık!” diyordu, ama aslında trenlerin nereye gittiğini daha baştan biliyordu. Babasının hain dediği Kont, ileride Hitler’in yerine geçebilecek kadar önemli biriyken bile, olup biteni öğrendiğinde rejime cephe almıştı, oysaki babası her şeyi tasvip ediyor, Yahudileri av hayvanları ile karşılaştırıyordu. Bernd babasının simgelediği her şeye isyan etmeye başladı. Aralarındaki uçurum gitgide büyüyordu. 

Hayatında ilk defa Yahudilerle tanıştı
Eski bir Cizvit papazı olan bir öğretmeni, “Madem öyle, sen de bu durumu düzeltmek için bir şeyler yap” dedi. 1977’de Katolik Kilisesinin düzenlediği bir seminerde hayatında ilk defa Yahudilerle tanıştı: İsraillilerle. Kızlar çok güzeldi. Hatta bir tanesiyle çok samimi oldu. Kız ülkesine döndüğünde, para biriktirmeye başladı. İtalya’ya gitti. Oradan gemiyle Akdeniz’i geçti ve en sonunda Hayfa’ya vardı.
Kızın annesi garson, babası liman işçisiydi. Onu ağırladılar. Kızın babasının kolunda Auschwitz dövmesi vardı. Bernd onlara hikâyesini anlattığında, baba onu Yad Vaşem’e (Holokost Müzesi) götürdü. Çok etkilendi. Orada ‘6 milyon’un ne demek olduğunun bilincine vardı. Sadece bir rakam değil, 1 kişi, 1 kişi daha, 1 kişi daha, toplam 6 milyon kişi!
Almanya’ya döndüğünde Yahudileri aradı; yaşadığı şehirdeki minik sinagogda buldu. Önce onu okul için proje yapan bir öğrenci zannettiler. Sonra, kovdular. Ama ısrar etti, “Yahudiliği öğrenmek istiyorum” dedi. Sinagogun Shabbos Goy’u (Şabat günü, yapılması yasak işleri yapan Yahudi olmayan kişi) oldu. Cuma akşam ve Cumartesi sabahları onlara yardımcı oluyor, duayı dinliyordu. Orada haham yoktu. Yemek, Amerikan üssünden geliyordu.
Cemaat, kamplardan kurtulmayı becerip sağ kalanlardı. Her birisinin acı hatıraları vardı, bunları kendi aralarında bile konuşmazlardı. Küçük cemaatin başkanı, görevli Itzhak Rosenberg, bildiği kadarıyla ona Yahudiliği öğretiyordu. Bernd onlara yaklaştıkça, evinden uzaklaşıyordu.

Kıyamet, bir Noel günü koptu
Noel, ailesi için önemliydi. Kiliseye giderler, sonrasında ailece evde yemek yerlerdi. Babası boynuna sevgili demir hacını takar, hep birlikte Noel ağacının yanında Noel şarkıları söylerlerdi. O sene, Noel cumaydı. Ancak Bernd, eve cumartesi döndü. Annesi ağlıyor, babası bağırıyordu. Bernd, babasına “Sen boynuna bu kana bulanmış demir hacını takarsan, ben seninle aynı masaya oturmam!” dedi; babası da onu evden kovdu.
Bernd bir tıp öğrencisiydi. Bursu vardı, ama günlük yaşam için parası yoktu. Yatakhane köşelerinde sürünüyordu. Sinagogdaki cemaat durumun farkına vardı. Sinagoga gittiği 5 sene boyunca ona tek bir kelime bile etmemiş olan Aaron isimli biri, kendisine çeki düzen vermesi için 100 mark verdi. Bu çok büyük paraydı. Aaron bu olaydan birkaç ay sonra öldüğünde, Kadiş (cenaze töreninde söylenen, Allah’a övgüler içeren dua) okunacağı ve gömüleceği zaman, Bernd’i aralarına aldılar. Yıkamaya yardım etti; duaya katıldı. Sonrasında, Itzhak’a Yahudi olmak istediğini söyledi. Itzhak ise, kolundaki dövmesini gösterip bunun iyi bir fikir olmadığını belirtti. Yine de onu Frankfurt’taki bir hahama yönlendirdi.

“Yahudi olmak istiyorum.”
Frankfurt’taki haham, Almanları Yahudi yapmaya kesinlikle karşıydı, yine de Bernd’i iki sene boyunca çalıştırdı. En sonunda durumunu Bet-Din’e (Hahamlar konseyi) bildirmeyi kabul etti. Küçük bir cerrahi işlemden geçmesi (sünnet ancak İsviçre’de yapılabiliyordu) ve Mikve’ye (dinî arınma amacıyla girilen bir cins hamam) girmesi (ancak Fransa’da vardı) gerekiyordu.
Hahamlar konseyinin karşısına çıktı. İki saat boyunca sorguya çekildi. Bunu suçluluktan yapmadığına ve inançlı olduğuna ikna olmaları gerekiyordu.
En sonunda Yahudi oldu. Ona dinî bir isim ve soyadı verdiler. Soyadı “Ben Abraham” oldu. İsminin anlamını bilip bilmediğini sordular. Bernd ismi “ayıdan güçlü, ayı öldürebilen” gibi bir anlam taşıyordu, ona Dov (‘Ayı’ -kuvvet simgeleyen İbranice bir isim) adını uygun gördüler. Yahudi olduktan sonra İsrail’e gitme işlemlerini başlattı.


Bernd Wollschlaeger, ilk eşi ve çocukları Tal, Jade ve Natalia ile
(2007)

İsrail vatandaşı oldu
Itzhak ona Yahudi olmanın, anne ve babasını onurlandırmayı gerektirdiğini söyledi ve onlarla vedalaşmasını istedi. Babası konuşmak bile istemedi. Annesi perişandı, bu kararı anlayamıyordu. Bernd 1987’de, Yahudi olduktan altı hafta sonra İsrail’e göç etti. İlk kez İsrail’e gittiğinde 19, şimdi ise 29 yaşındaydı.
Alman vatandaşlığını bıraktı ve İsrail vatandaşı oldu. Önce muz yetiştirilen bir Kibutzda çalıştı ve İbranice öğrendi; arkasından Tel-Aviv’de İhilov hastanesinde bir sene staj yaptı ve orduya girdi. IDF’de (İsrail Savunma Kuvvetleri) teğmen oldu.
Geçmişinden bahsetmiyordu. Askeri doktor olarak, türlü cephelere gitti. Büyükbabası Prusya ordusunda, babası Alman ordusunda yükselmişti. Şimdi o da İsrail ordusundaydı.
Arada İsrail’de İsrailli-Amerikalı bir kızla evlenmiş, ama köklerini ona bile söylememişti. İsrail’deyken Tal isimli oğlu doğdu. Körfez savaşından (1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan krizin sonucunda çıkan, İsrail’in çok etkilendiği savaş) sonra, sinirleri bozulan karısı Amerika’ya geri dönmek istedi. 

Sırları vardı ve karısına yalan söylüyordu
1991’de Miami’ye yerleştiler. Doktorluğa orada devam etti. Jade isimli bir de kızları oldu. Ancak, 1995’te boşandılar. Bernd bunun, daha ziyade kendi kabahati olduğunu düşünüyor. Amerika’ya dönmek istememiş, eski hayatını dolaba kilitleyip anahtarı çöpe atmak istemişti. Sırları vardı ve karısına yalan söylüyordu, ayrıca çok fazla içki içiyordu. Bernd daha sonra iyi bir baba olmak istediği için içkiyi bıraktı, hatta kendisi aile doktorluğunun üstüne, bağımlılık uzmanı oldu.
Bu arada, 1999’da Hispanik ve Katolik bir kadınla yeniden evlendi. Natalia isimli bir kızları oldu. Onu, dinini seçmek konusunda özgür bırakmışlardı; şimdi her üç evladı da Yahudi. Aralık 2020 itibariyle Tal 31, Jade 26, Natalia 23 yaşında.

Bernd hem bir doktor hem bir yazar, toplam beş kitap yazmış; en meşhuru “A German Life: Against All Odds Change is Possible” (Bir Almanın Hayatı: Her Şeye Rağmen Değişim Mümkün). Yaptığı konuşmalarda, insanları önyargılara ve yükseldiğini gördüğü faşizm ve milliyetçilik akımlarına karşı uyarıyor; nefretin uzaydaki karanlık madde gibi olmadığını, insanlar tarafından beslenen bir şey olduğunu vurguluyor.

Almanya’ya oğlu Tal ile gitti
Bernd Wollschlaeger, uzun senelerden sonra Almanya’ya ilk kez, 2004’te oğlu Tal ile gitti. (Daha sonra birkaç kez gitti.) Doğduğu ev hâlâ yerinde duruyor. O İsrail’e göç ettikten 6 ay sonra babası, 2001’de de annesi ölmüş.
İki kız kardeşi -Christa ve Helga- ile senelerce görüşmemişti; onlarla barışabildi. 2006’da Christa öldü, ama Helga ile görüşüyor. Helga, hâlâ onun aileyi mahvettiğini düşünüyor, ancak kendisinin, babasının savaştaki rolünü bilmekten özellikle kaçındığını itiraf ediyor.
Bernd, yaşadıklarından pişman değil, sadece babasının 6 ay boyunca ona yazdığı mektupları açmadığı ve cevaplamadığı için pişmanlık duyuyor. Bir de annesi ile görüşemediği için. Annesi bir kerecik onu görmeye İsrail’e gelmiş, askeri üniforma içinde görünce babasına benzediğini söylemiş. Zaman içinde bunamış, seneler sonra Bernd onu aradığında konuşamamışlar.


Baba Arthur Wollschlaeger, 1987’de askeri törenle gömüldü

“Cenazeme gelme ve mezarımı asla ziyaret etme…”
Babasını kendi namına affetmiş, ama başkalarına yaptıklarını affedememiş. Çünkü daha derinlemesine araştırdığında, babasının Rusya’da sivillerin ve Yahudilerin öldürülmesi ile ilgili olan bağlantılarını bulmuş. Belki babası pişmanlık duyuyor olsa, olaylar farklı gelişebilirmiş.
Son mektubunda babası Bernd’den cenazesine gelmemesini ve asla mezarını ziyaret etmemesini istemiş. Cenazeye zaten gitmemişti, ama oğlu Tal ile onların mezarına gitti. Anne ve babasının ebedi uykularına yattığı mezarlık çok eski; farklı dinlere ait bölümler aynı mezarlıkta yer alıyor, birbirlerinden alçak duvarlarla ayrılıyor. Mezarlıktaki yerleri, Yahudi mezarlığına çok yakınmış. Hatta günün bazı saatlerinde, yandaki mezarlıktaki Davud’un yıldızı biçimindeki yüksek mezar taşlarının gölgeleri uzuyor; anne ve babasının mezarının üstüne düşüyormuş…

Kaynaklar
https://www.dailymail.co.uk/news/article-8858617/Remarkable-story-decorated-Nazi-commanders-son-joined-Israeli-army.html
https://www.nj.com/news/2011/05/holocaust_memorial_lecturer_sh.html
https://www.tallahassee.com/story/life/2018/10/22/jewish-son-nazi-officer-speaking-holocaust-remembrance-dinner/1699326002/
https://programm.ard.de/TV/Programm/Jetzt-im-TV/?sendung=2810816031344038
https://www.ocregister.com/2015/10/16/healing-hearts-jewish-doctor-sheds-yoke-of-fathers-nazi-past/
https://aish.tv/my-father-was-a-nazi-i-am-a-jew-with-dr-bernd-wollschlaeger/
https://www.chabad.org/multimedia/video_cdo/aid/2375263/jewish/I-Am-the-Son-of-a-Nazi.htm
http://bwollschlaeger.com/home/bio/
https://jewishjournal.com/news/116681/a-german-life-against-all-odds-change-is-possible-by-bernd-wollschlaeger-book-recommendation/
http://www.jewishledger.com/2015/04/conversation-with-dr-bernd-wollschlaeger/
https://www.jnf.org/menu-3/speakers-bureau/bio-page/?id=10e972c9-caae-67a8-a4cf-ff000038378d
https://www.timesofisrael.com/jewish-son-of-nazi-officer-describes-growing-up-under-shadow-of-holocaust-denial/
https://www.cjnews.com/news/international/jewish-doctor-talks-german-life
https://philjason.wordpress.com/2007/12/26/book-beat-60-bernd-wollschlaeger/