BELGESEL

1945’te Alfred Hitchcock’un gözetiminde, İngiliz yapımcılarından olan bir takım, toplama kamplarının dehşetini belgelemek için Almanya’ya gitti. Bir başyapıt olarak kabul edilmesine rağmen, bu film hiçbir zaman gösterilemedi. 2015 yılında “The Night Will Fall” adlı belgeselde, savaşın sona ermesinden tam 70 yıl sonra, yaratılışının ve bastırılmasının tüm hikâyesi anlatıldı.
1945 yılının baharında, Almanya’nın tam da kalbinde ilerleyen Müttefikler, Bergen-Belsen’e geldi. Düzenli ve iyi durumdaki meyve bahçeleri, iyi stoklanmış çiftlikler yol kenarına dizilmişlerdi. İngiliz askerleri çevredeki manzarayı ve oradaki sivilleri izlerken hayranlıklarına engel olamıyorlardı. En azından iğrenç bir koku hissetmeye başlayana kadar…


“The Night Will Fall” belgeselinde görülen bir ABD savaş kameramanı

70 yıldır rafa kaldırılan, Holokost hakkındaki belgesel film
Böylece, siyasi açıdan çok hassas görüldüğü için rafa kaldırılan ve 70 yıldır terk edilen Holokost hakkındaki bir İngiliz filmi başlıyordu. O sözü edilen iğrenç ve dayanılmaz koku ölülerden geliyordu, vücutları yanmış veya çürümüş; ya da Bergen-Belsen toplama kampında, gelişmekte olan tüm o Alman çiftliklerinin yakınında, yetersiz beslenmiş ve genellikle hastalıklı mahkûmlardan…
Müttefik Birlikleri, Alman işgali altındaki Avrupa’da bu tür kampları kurtardığında, Britanya Enformasyon Bakanlığından Sidney Bernstein (daha sonra Granada Televizyonu’nu kurdu) Nazilerin suçlarının tartışılmaz kanıtlarını sağlayacak bir belgesel hazırlamakla görevlendirildi.
Filmin lirik senaryosunu yazanların arasında, gelecekte İngiliz İşçi Partisi’nin kabinesinde Çalışma Bakanı olacak olan Richard Crossman ve Bernstein’a filmin yapısıyla ilgili tavsiyelerde bulunmak için Hollywood’dan gelen Alfred Hitchcock’un da dâhil olduğu dikkate değer bir ekip vardı.


Alfred Hitchcock, 1939

Hitchcock olaya nasıl dâhil olmuştu?
Sidney Bernstein, Hitchcock’un iyi bir arkadaşıydı. Nisan 1945’te Bergen-Belsen’e gittikten sonra filmi çekmeye başladığında, bunu yapmak için sinematik bir göze ihtiyacı olduğunu fark etti; Hitchcock’u, Hollywood’dan Londra’ya gelip ona tavsiye vermeye ikna etti. Hitchcock geldiğinde tüm çekimler tamamlanmıştı. Onun tavsiyeleri post prodüksiyon ve kurgu üzerineydi.
Hitchcock editörlerle konuştu, midesini bulandıran görüntülere baktı ve devam edip daha fazlasını izleyemedi. Tüm bu deneyimden dehşete düşmüştü. Son olarak, filmdeki malzemenin nasıl kullanılacağına dair tavsiyelerde bulundu, böylece seyircinin üzerinde daha fazla etkisi olacaktı.
Uzun çekimlerde, kırsaldan kampa kadar yatay kaydırmayı seçmelerinden emin olmalarını sağladı. Ayrıca Bernstein’a haritalama konusunda tavsiyelerde bulundu: “Orijinal filme haritalar eklendiğinde, kampların, yerel sakinlere göre nerede olduklarının görülebileceğinden emin olursunuz. Böylece Dachau’nun, örneğin şehir merkezinde olduğu ve insanların oraya yakın yaşadıkları fark edilmiş olur. Ayrıca bu insanların, orada bir kampın varlığından bihaber olduklarını söylemelerinin bir mantığı olamayacağını da ortaya çıkarmış olacaksınız,” demişti.
Alman toplama kamplarının görüntülendiği “Factual Survey” (Gerçekçi İnceleme) adlı bu belgesel üzerinde çalışmaya başladılar. Böylelikle İngiliz, Amerikan ve Sovyet savaş ve haber filmi kameramanları tarafından Auschwitz, Buchenwald, Dachau ve Bergen-Belsen dâhil 11 kamptan gönderilen film makaraları gelmeye devam etti. Görüntüler, ölülerin yanı sıra açlıktan kurtulanları ve fırınlardaki insan kalıntılarını gösteriyordu.

“Ağızlarındaki dişler bile söküldü.”
Majdanek Toplama Kampı’ndan alınan tek parça filmde, içinde insan saçı bulunan devasa bavullar görülmekte. Öldürülenlerden toplanan saçlar, dikkatlice ayrılacak ve tartılacaktı. Filmin anlatıcısı, “Hiçbir şey boşa gitmedi” diyor. “Ağızlarındaki dişler bile söküldü.” Bernstein’ın filmi daha sonra büyük bir gözlük yığınına odaklanıyor. “10 kişiden biri gözlük takarsa,” diye soruluyor, “bu gözlük yığını kaç kişiyi temsil ediyor?”


André Singer’in filmi, müttefiklerin Bergen-Belsen Kampı’na girişinden alınan arşiv görüntüler


70 yıl sonra
2015’te, savaşın sona ermesinden tam 70 yıl sonra, yönetmen ve antropolog André Singer, kampları filme almanın olağanüstü hikâyesini ve Bernstein’ın projesinin kaderini anlatan “The Night Will Fall” (Karanlık Basacak) adlı bir belgesel yaptı.
Singer, orijinal görüntüde görünen hayatta kalanların (survivor) izini sürdü ve röportajlar yaptı. Bunların arasında, İngiliz birliklerinin Bergen-Belsen’e geldiği günü hatırlayan, röportaj sırasında 89 yaşında olan Anita Lasker-Wallfisch de vardı: “İnanılmaz bir andı. Birden bire İngilizce konuşulduğunu duyuyorsunuz. Kendi kendime, ‘Sakin olmalısın. Kampı terk etme. Bu yardım yollarından biri olabilir’ diyordum. Bu tür şeyler düşünüyordum.”
Lasker-Wallfisch ve kız kardeşi Renate, 1944’te, Naziler ilerleyen Kızıl Ordu’dan kaçıp geri çekilirken, diğer Yahudilerle birlikte ‘Ölüm Yürüyüşü’ne zorlanmışlardı. Aslında kendisi, Auschwitz’deki kamp orkestrasının bir üyesiydi. Köle işçilerin, her gün işten kampa döndükleri sırada, müzik yapan orkestrada çello çalıyordu. Ayrıca SS’lere verilen konserlerde de sahneye çıkardı.

“Kendini ölüme hazırlıyorsun ve aniden buradasın…”
Lasker-Wallfisch, kurtuluşunu “Tarif edilmesi zor” diyerek anlatıyordu. “Kendini ölüme hazırlayarak, yıllarını harcıyorsun ve aniden hâlâ buradasın, hayattasın. 19 yaşındaydım. O sırada her İngiliz askeri bize Tanrı gibi görünüyordu. Hâlâ hayatta olmak, beklediğimiz gibi değildi - ama oradaydık…” Kız kardeşler savaştan sonra İngiltere’ye yerleşti. Anita, İngiliz Oda Orkestrası’nda çaldı ve solo çellist olarak ün kazandı. Kız kardeşler olağanüstü insanlardı.
Singer, “Bunu bilmiyordum ama bilmem gerekirdi,” diyor. “Kurtulanlardan bazıları, özgürlüğün ardından beş yıl boyunca bu kamplarda kaldı. Çoğunlukla gidecek başka hiçbir yerleri yoktu. Kesinlikle İngiltere’ye veya ABD’ye gidebilirlerdi ama onları kabul etmedik.”
Singer ayrıca, Holokost’tan sağ kurtulan bir başka ünlü, Branko Lustig adlı bir Hırvat ile röportaj yaptı. Branko, Belsen’deyken bir çocuktu. Özgürleştiği sırada o kadar hastaydı ki, tuhaf bir ses duyduğunda, cennete, meleklerin trompetlerinin korosuna geldiğini sanmıştı. Gerçekte duyduğu sesler ise, İskoç askerlerinin çaldığı gaydaların müziği idi.

“O sırada, İngilizlerin Yahudilerle yeterince sorunları vardı.”
Yıllar sonra Steven Spielberg, o zamanlar film yapımcısı olan Branko Lustig’i, “Schindler’s List” adlı filmi için yapımcı olarak seçti. Lustig’in, İngiliz yetkililerin Bernstein’ın belgesel filmini neden engellediklerine dair bir teorisi var: “O sırada, İngilizlerin Yahudilerle yeterince sorunları vardı.” Lustig bu sözleriyle şüphesiz olarak, şunu anlatmak istiyor: “Britanya, Filistin’de İngiliz Mandası altında bir Yahudi vatanı kurmak için baskı kuran Siyonistlerle uğraşıyordu ve Yahudi çilesinin tüm boyutlarını sıcak sıcak dünyaya gösterirlerse, oradaki olayların alevleneceğinden çekiniyordu.”
André Singer, Lustig’in bu teorisini “The Night Will Fall” isimli filmine dâhil ettiği için, hemen eleştirilmeye başlandığını ekliyor: “‘Film berbat olduğu için belgelenemedi’ diyenler de var.” Singer, “Aslında Branko haklıydı” diyor; 1945’te yeni İşçi Partisi Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’in Anti-Siyonist olduğuna ve bir Yahudi devletinin kurulmasına sempatiyle bakmadığına işaret ediyor. Ancak güçlü bir kanıt olmadığını da kabul ediyor: “Aslında elimizdeki tek belgesel kanıt, Dışişleri Bakanlığından böyle bir ‘vahşet filmi’ göstermenin iyi bir fikir olmayacağını söyleyen bir not.”


Singer, orijinal görüntülerden, Holokost’tan kurtulanların bir kısmını bulmak için detektiflik çalışması yaptı


“İngiliz belgeselinin unutulmuş bir şaheseri”
Singer’e göre, bu notun gerekçesinin bir kısmının, İngilizlerin, Sovyetler Birliğinin büyüyen gücüne karşı Almanların müttefik olarak yetiştirilmesi gerektiğini düşünmeleriydi. Ancak bu tür baskılar gerçekçi değildi. Filmi savaş sonrası Almanya’ya göstermek, İngilizler için tersine bir propaganda olur mu, Almanları yabancılaştırmaya ve ortaya çıkan Soğuk Savaşı Sovyetlerin lehine çevirmeye hizmet eder miydi? Singer bundan şüphe ediyor. Bazılarının, “İngiliz belgeselinin unutulmuş bir şaheseri” olarak adlandırdığı film 70 yıllığına rafa kaldırıldı. Bernstein 1993 yılında öldü ve Singer’e göre, onun pişmanlıklarından biri, Holokost belgeselini tamamlayamamış ve gösterilmemiş olmasıydı.

Film mahkemelerde kilit rol oynadı
Bununla birlikte, bitmemiş filmden alınan görüntüler, 1945’teki Nürnberg ve Lüneburg Mahkemelerinde kamp komutanlarının yargılanmasında kilit rol oynadı. Anita Lasker-Wallfisch, Lüneburg’da, Bergen-Belsen komutanı “Canavar” lakaplı Joseph Kramer aleyhine ifade verdiğini hatırlıyor. Kanıtları, sanığın savunmasıyla çelişen bir filmle desteklendi. “Kramer, mahkûmlarını doyuracak yiyeceğe sahip olmadığını ve bu yüzden aç olduklarını söylemişti. Görüntüler onu mahvetti” diyor Singer. Kramer ve Bergen-Belsen’deki diğer Nazi yetkililer o yıl asıldı.

Bergen-Belsen canavarı Josef Kramer


Bernstein’ın filmi, Lanzmann’ın “Shoah”, Resnais’in “Night and Fog” ve Ophüls’ün “The Sorrow and The Pity” gibi daha sonra çekilmiş Holokost belgeselleri kadar saygı görme şansı bulamadı. Singer’in açıkladığı üzere, tamamlanmamış bir versiyon, 1984’te Berlin Film Festivali’nde ve 1985’te ABD’de ve PBS’de “Kampların Hafızası” başlığı altında gösterildi. 2015’te İmparatorluk Savaş Müzesi’nden bir ekip resmi tamamlayıp dijital hale getirdi.
1945’te Bernstein’ın filminin hasıraltı edilmesiyle bırakılan boşluğa, daha sonraları büyük bir Hollywood yapımcısı olan, Naziler tarafından sürgüne gönderilen Avusturyalı Yahudi Billy Wilder’in yaptığı başka bir belgesel geldi. Ancak Wilder’in “Death Mills” adlı filmi, Almanları suçlamaya yönelik direkt bir propaganda çalışmasıydı. Bernstein ve Crossman ise filmlerini tüm insanlık için bir uyarı haline getirmeye çalıştı. Singer, “Bernstein’ın belgeseli, esas olarak Crossman’ın lirik senaryosu nedeniyle, bir sanat eseriydi” diyor.

“Almanlar Dachau’yu biliyordu ama umursamadılar.”
Alman izleyiciler, “Death Mills”ten elbette hoşlanmamışlardı. Wilder, “Film, Würzburg’da gösterildiği gün, sinema salonundaki 500 kişilik seyirci topluluğu, filmin sonunda 75 kişiye inmişti” diye anlatıyor. Crossman’ın senaryosu, Dachau Toplama Kampı yakınlarında yaşayanları, ancak orada meydana gelen barbarlığın cehaletini etkileyenleri suçladığında: “Almanlar Dachau’yu biliyordu ama umursamadılar” diyor.
Crossman’ın senaryosu şu sözlerle bitiyor: “Dünya bu resimlerin öğrettiği dersleri öğrenmezse, karanlık çökecek. Ama Tanrı’nın lütfuyla, yaşayan bizler öğreneceğiz.” Singer ise aynı fikirde değil. “Keşke haklı olduklarını ispatlamış olsalardı, ama 1945’ten beri geçmişten alınması gereken derslerle durdurulamayan bir dizi soykırım oldu” diyor.


“Yeni nesil için bunun gibi görüntülere ihtiyacımız var.”
Bununla birlikte, Singer hâlâ, böylesine ıstırap verici ve korkunç görüntülerin görülmesi gerektiğini düşünüyor. “4 Mayıs 1945’te doğdum, bu yüzden bunları çok iyi bilen kuşaktanım. Ancak çok az şey bilen yetişkin yaşta oğullarım var. Yeni nesil için bunun gibi görüntülere ihtiyacımız var.”
Peki Singer, “Night Will Fall”un okullarda gösterilmesi gerektiğini düşünüyor mu? “Bu konuda güçlü bir karşıt görüş var. İnsanlar bu filmi aşırı üzücü buluyorlar, ancak bu tür görüntülerin çok fazla üretildiği bir çağda yaşıyoruz. Bence Bernstein’ın filmindeki ve benim filmimdeki görüntüler, doğru bağlamda kullanılırsa, ancak anlamaya yardımcı olabilir. Savaşın dehşetini, ancak bunun gibi görüntüler kullanırsak gerçekten anlayabiliriz.”

Kaynaklar:
The Guardian
dw.com web sitesi