TİLDA TEZMAN İtalyan Lisesi mezunu. Fransa’da Kimya Mühendisliği lisansını tamamladı. Fransa’da Grenoble Nükleer Santralı’nda ve İstanbul’da Eczacıbaşı İlaç Araştırma Bölümü’nde çalıştı. 1997 yılında New York Film Akademisi’ni bitirdi. Çocukluğundan beri büyük bir tutkuyla bağlı olduğu tiyatro, 2012’de “Oyunname I” ve 2021’de “Oyunname II” adlı kitaplarına ilham kaynağı oldu.

 

Tilda Tezman, tutkusunun peşinde giden bir sanatsever. “Oyunname II” adlı kitabını, “Bu kitaptaki yazılarımda Avrupa ve Amerika tiyatrosundan yansımalar var… Yüreğimle baktıklarım… Gözlerimle gördüklerim… Oyun izleyerek geçirdiğim sihirli saatlerin zihnimde canlı kalması için, yaptığım yolculukların dönüşünde kaleme aldığım ve Türk tiyatro severlerle paylaştığım samimi mektuplardan ortaya çıkan bir hatıra defteri,” sözleriyle tanımlarken,  tüm tiyatro sevdalılarına, emekçilerine ve sadık seyircilerine değerli bir yapıt armağan ediyor.

Kitabın tasarımı Harun Sönmez, heykeller Çağdaş Erçelik, kapak fotoğrafı ise Tamer Yılmaz imzalı.  Sanatseverlerin yoluna ışık ve ilham kaynağı olacak nitelikte pek çok oyunu barındıran ikinci kitabını tiyatro severlerle paylaşmış olan TİLDA TEZMAN, Şalom DERGİ sayfalarımızda yerini alıyor. Kendisi ile sizler için kaleme aldığımız tiyatro ve yaşam hakkındaki sohbetimizi okuyabilirsiniz.

Öncelikle sizi daha yakından tanıyabilmek adına, Tilda Tezman’ı siz kendi yaşam sahnesindeki rolünde nasıl bir kişilik olarak tanımlardınız; tiyatro tutkunuzun yanı sıra başka nelerle meşgulsünüz?
Yaşamımın başrolünde ailem var. Annelik, babaannelik en önemli değerlerim ve önceliğim. Yaşamımı sanatla süslemek ise oldum olası vazgeçilmezim. Kimya gibi pozitif bir bilim dalında eğitim almış olmakla beraber, sanat dünyası ayrılmazım oldu. Tiyatro sevdası çocukluğumda başladı. Annem ve babamla birlikte, haftada bir ya da iki defa tiyatroya gitme alışkanlığımız vardı. O yıllarda, her yeni yıla, yeni bir tiyatro oyunu seyrederek girerdik. Evlerimizde televizyonun olmadığı o dönemde, akşamlarımızı Fransızca müzik parçalarının sözlerini yazarak ve dizeler üzerine sohbet ederek veya kitap okuyarak geçirirdik. Tabii sinema da olmazsa olmazım. Oğullarım Boston’da üniversitede okurken, ben de onlara yakın olma bahanesiyle New York Film Akademisi’nde eğitim gördüm ve bir kısa film yaparak mezun oldum. Son yıllarda da, her gelen senaryoyu büyük bir ilgiyle okur, değerlendiririm. Bir film projesini hayata geçirebilmek için çalışıyorum.

Turgut Özakman, “Tiyatro, insanı insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır” demiş. Sizin için tiyatro ne anlam ifade ediyor?
Tiyatro zamansız… Tiyatro mekânız… Tiyatro evrensel bir mucize… Tiyatro sonu olmayan, bayram tadında, şenlik kıvamında bir yolculuk… Hayatın ta kendisi. Hayat devam ettikçe perde hiç kapanmayacak. Tiyatro’nun şiiri, imgeleri, fısıltıları, maskeleri, gölgeleri, ışığı, alkışları, sihri hepsi bir arada beni hayal kurmaya yönlendirir ve hayatı sorgulamayı öğretir.

İlkinin devamı olarak yazdığınız “Oyunname II” adlı kitabınız yetmişe yakın tiyatro oyununu sahneden alıp sayfalara taşıyor. Kitabınızda adı geçen Yahudi yönetmenler arasında sizi en çok etkileyen isimlerden bahseder misiniz?
İlk kitabımda, çok sevdiğim Çağdaş Tiyatro’nun en marjinal dramaturgları arasında sayılan Hanoch Levin’e geniş yer vermiştim. Yine bir Tatar Yahudisi olan Romain Gary (Émile Ajar) gibi çok ödüllü bir yazarın oyunlarını yazmıştım.
Bu kitapta, bu yüzyıla damgasını vuran, büyük yazar ve fikir adamı Éric-Emmanuel Schmitt’in beş oyunu yer alıyor. İran asıllı Yahudi yazar ve dramaturg Yasmina Reza’nın da son oyununu okuyabilirsiniz.
Bu kitabımda, II. Dünya Savaşı Nazizm döneminde geçen oyunlara ağırlık verdim. Bunlar arasında “Hatalı Nota”, “Berlin Kabarett” , “Elveda Mr. Haffmann”, Ich Bin Charlotte”, “Eduard Einstein Vakası”, “Picasso Nazi Tuzağında” ve “Stefan Zweig’in Son Günleri” dokunaklı metinleriyle seyirciyi derinden etkileyen çok ilginç oyunlar. Bu oyunların diyalogları insanın içine işleyen ve düşündüren cinsten.

Kitabınızda tiyatro sanatının en ünlü yazarı olarak bilinen William Shakespeare’e ait üç oyun var. Organik kişilik olarak tanımladığınız Shakespeare’in kurgularını nasıl yorumluyorsunuz?
Rönesans dönemi İngiliz Tiyatrosu’nun babası sayılan William Shakespeare’in eserleri çağların ötesine geçebilmiştir. “Oyun içinde oyun” kavramını zirveye çıkarmıştır. Eserleri çok evrensel ve şiirseldir. Ölümünün üzerinden 400 yıl geçse de, hala bu sanatın en iyisi kabul edilmektedir. Kitabıma aldığım Shakespeare oyunları, klasik metne modern yorumlar getirilerek sahnelenmiş gösteriler; Shakespeare’in sofrasında seyirciler, çok şiirsel, romantik ve etkileyici sahne düzenlemelerinden birine tanık oluyorlar.  Afrika kökenli Odile Sankara, etkileyici sesi ve olağanüstü vücut diliyle, Christophe Avril’in kuklalarını metafor olarak kullanarak sahnede bir destana imza atıyor: Shakespeare’in bütün kralları, bu oyunda tek bir kral.
“Kral Lear Hollywood’da” ise Shakespeare’in 1606 yılında yazdığı büyük tragedyası “King Lear”, 1929 yılına ekonomik krizin başlangıcında, servetini kızları arasında pay ederek Hollywood film endüstrisinin Kral Lear’ı olarak sahneye uyarlanmış.
André Engel’in modern bir yorumla Michel Piccoli’nin canlandırdığı “Kral Lear” ise 1930 yıllarında geçiyor. Shakespeare’in barok tarzından uzaklaşmış bu gösteri, bir fabrikanın içine yerleştirilmiş; bir ülkenin kralı gibi o da fabrikanın başı, şirketinin hükümdarı ve servetini kızları arasında bölüştürmeye karar vermiş.

Çağımızın en etkileyici tiyatro yazarı olarak adlandırılan Florian Zeller “Baba” adlı oyunundan sonra yazdığı “Uçmadan Önce”de aşkı irdeliyor. “50 yıllık bir beraberliği olan André ve Madeleine zaman içinde birbirlerine bağlanmış ve şefkatle dolmuştur. Aşkları artık son nefesinde ve ölüm, insanlığın çözülemez sırrı kapıdadır.” Bu oyunda sahnelenen aşk sizce seyirciyi nasıl etkiliyor?
Genç tiyatro yazarı Florian Zeller’in Anne, Baba, Oğul üçlemesi, birer yıl arayla Paris’te sahnelendi ve Molière ödüllerini topladı. Bu yıl Zeller “Baba” oyununu sinemaya uyarladı ve Oscarlarda birkaç ödülle taçlandırıldı. Anthony Hopkins’in rolünü sahnede 90 yaşındaki Robert Hirsch oynuyordu ve Alzheimer hastası olan bu aktör sahnede harikalar yaratıyordu. Hemen bir yıl sonra, Florian Zeller “Uçmadan Önce” (Avant de S’envoler) adlı piyesini Robert Hirsch için kaleme aldı. Onu ilgilendiren, bu sanatçının vücut dili ve sesiydi. Etkileyen, yıpranmış fiziğiydi. “Baba”da olduğu gibi iki oyunu da Ladislas Chollat sahneye koydu.

Alzheimer hastalığıyla pençeleşen Hirsch, bir buçuk saat boyunca, oyunu omuzlarında taşıdı ve seyircisine çok dokunaklı anlar yaşattı. Hirsch acaba sahnedeki aktörün acıklı durumunu mu, yoksa piyeste ölmek üzere olan karakteri mi canlandırıyordu? Bu oyun, seyirciye elli yıllık bir beraberlik, büyük bir aşk, bağlılığın ve biten bir aile yaşamının kırılganlığını anlatıyor. Kaçınılmaz sona rağmen, aşk üzerine yazılmış bir ayin. Yitirdiğimiz dev aktör Robert Hirsch’e de anlamlı bir saygı duruşu.

“Klasik oyunlar zamanın ve mekânın ötesindedir. Her devirde her koşulda geçerliliklerini, inandırıcılıklarını korurlar.”

Günümüz dünyasında artık klasikten uzak, çağdaş pek çok tür oyun sahneleniyor. Modern eserler hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de tiyatro dönüşüme uğruyor. İstanbul’da nüfusun artışıyla, tiyatro izleyicisi sayısındaki artış paralel seyretmedi. Benim çocukluk ve gençlik yıllarında oyunlar seyrettiğim tiyatro salonları bir biri ardına kapandı. Son yıllarda yeni mekânlarda tiyatro salonları, cep tiyatro sahneleri açılmaya, modern ve alternatif oyunlar sahnelenmeye başladı. Tiyatroda yeni arayışlar, farklı bakışlar önem kazanmaya, bu sanat dalına sevdalı gençlerin çağdaş yorumlarla alternatif deneme tiyatroları yapmaları yükselmeye başladı. Tabii ki ödenekli, büyük, sağlam ve özel tiyatrolar, yollarına başarıyla devam etmekteler. Sahnelerde modern ve klasik oyunların hepsine bir arada yer verilmesi taraftarıyım. Klasik tiyatro oyunlarıyla genç izleyicileri eğitmek de çok önemli.

Tiyatro son bir yıldır perdeleri kapalı dururken zorlu bir sınavdan geçiyor. Sanat dünyasında belki de en çok yara alan tiyatro için bugün Türkiye’de ve dünyada ne gibi uygulamalar var?
Yaşadığımız bu çok zor pandemi süresinde tiyatroların, dans-bale gösterilerinin süresiz kapalı olması, bu sektörde çalışanlarda büyük bir yıkım ve kayıp yılına neden oldu. Bu dönemde görsel sanatlar derin bir yara aldı. Bu sanat dalıyla iştigal edenler, maalesef büyük maddi zarara uğradı. Sektörün aldığı bu yaraları, sanatçılar ve seyirciler el ele saracaklar; en kısa zamanda göz göze, oyuncu-izleyici işbirliğiyle bu kara günlerin üstesinden gelinecek ve açılacak eski ve yeni salonlardan alkış sesleri yansıyacak.

Bu güzel dileğinize katılırken son sorum, bu değerli iki kitap projenizin devamı da gelecek mi?
Tiyatrolar açılır açılmaz, ben de eski yaşamıma, oyunlar izlemeye dönebileceğim ve umarım ki, izlediklerimi tiyatroseverlerle paylaşmaya devam edeceğim.