MÜZİK - Günsu Özkarar

Masis Aram Gözbek, günümüzün en hatırı sayılır şeflerinden, müzik insanlarından biri olarak biliniyor. Onu artık sadece Boğaziçi Caz Korosu ile anmamız yeterli olmuyor, çünkü yedi farklı korodan ve her yaştan bine yakın koristten sorumlu. Yakın zamanda korolarıyla 2021 Avrupa Video Ödülü ve 66. Cork Uluslararası Koro Festivali İkincilik Ödülünün de sahibi oldu. Biz de Şalom DERGİ olarak tüm bu süreci ve müziğin hayatında nerede olduğunu konuştuk.

 

Size bakılınca büyük bir müzik tutkusu görülüyor. Nereden geliyor bu tutku?
Bana bu soruyu sorduklarında genelde şöyle cevaplıyorum. Bendeki, sadece müziğe ya da koroya dair bir tutku değil. Direkt yaşamın kendisine dair bir tutku. Her ne yapıyorsam aynı güçlü hissiyatı yaşıyorum. Hayatı dolu dolu yaşamaya dair bir tutku kısacası. Müziğe eğilimim çocuklukta gösterdi kendini. Aslında ailede müzisyen yok. Ben gördüğüm duyduğum her şeyden ilham alarak, kurcalayarak başladım. Müzik aslında hiç hayatımın merkezinde değilken, kendi kendine bu noktaya kadar geldi. Merkezinde değildi diyorum çünkü başka çok fazla şeyle de uğraşıyordum.

Müzik hayatınıza koroyla başlıyorsunuz değil mi? Yoksa bu eksik bilgi mi olur?
Aslında hayalim astronot olmaktı benim çocukken. Olmadı tabii. (Gülüyor) Kilise korosunda yedi yıl şarkı söyledim. Lisede tiyatroyla ilgilendim. Hatta üniversitede tiyatro mu okusam diye düşündüm. Radyo Boğaziçi’nin yarışmasında (Battle of the Bands) lise grubumuzla birinci olduk. Boğaziçi Üniversitesi’ne başladığım yıl TRT İstanbul Radyosu Çoksesli Gençlik Korosu’nda şarkı söylemeye başladım. Aynı zamanda da üniversitenin müzik kulübünün koroları olduğunu gördüm. Caz korosunun dinletisine denk geldim ve hoşuma gitti. Yine aynı dönem Yasemin Mori’yle klavye çalmaya başladım. Müzikle artık iç içeydim ama kafamda yine koro yoktu. Belki Berklee’ye giderim diye düşünüyordum. Caz korosunda şefimiz Cihan Aydın’ın da asistanlığını yapıyordum bir yandan. O Amerika’ya gitmeye karar verince, koroyu bana devretmek istedi. Koronun sorumluluğunu alınca da ben tamamen olayın içine girdim. Daha sonra Boğaziçi Matematik’i bıraktım, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde müzik okumaya ve bir yandan da koroya tüm enerjimi vermeye başladım. Müzik de hayatımın merkezine yerleşmiş oldu.

Boğaziçi Caz Korosu 2011 yılından beri büyük başarılara imza attı. Bu kadar hızlı bir başarı yolculuğunu neye bağlıyorsunuz?
Üniversiteyle yollarımızı ayırmamızın ardından, bu yıl onuncu yılımızı kutluyoruz. Artık sadece Boğaziçi Caz Korosu demiyoruz tabii, MAGMA ve Boğaziçi Caz Korosu Ailesi diyoruz. Şu an bünyemizde yedi tane aktif topluluk var. On yılda çok fazla şey yaptık, iki Dünya Şampiyonluğu da buna dâhil. Bunu da idealistliğe, mükemmelliyetçiliğe, vizyonerliğe, cesur olmaya, risk almaya ve her şeye rağmen asla vazgeçmemeye bağlıyorum. Çünkü bu yolda çok fazla olumsuzlukla karşılaştık. Türkiye’de tarihi çok geriye gitmeyen çok sesli koro müziğiyle bu kadar büyük işler başarmak büyük bir fedakârlık ve direnç istiyor. “Metroda söylediler, ünlü oldular” diyenler de oldu ama bu kadar basit değil, arkasında çok özverili bir çalışma var. Zaten on yılda geldiğimiz nokta ortada.

Bu arada en genç üyeniz kaç yaşında?
Az önce de dediğim gibi içerideki yapı farklı şu an. Bünyemizde yedi aktif topluluğumuz ve dokuz yüze yakın amatör koro şarkıcımız var. En genç koromuz MAGMA Gençlik Korosu. Onun en genç üyesi de on dört yaşında olmalı.

Avusturya, Almanya, ABD, İtalya, Fransa, Belçika, İsviçre gibi ülkelerde en prestijli organizasyonlara davet edildiniz, sayısız ödül kazandınız. En akılda kalıcı geri dönüş ne olmuştu, hiç unutamadığınız?
2016 yılında Boğaziçi Caz Korosu ile Belçika’ya, Avrupa Genç Müzisyenler Festivali’ne davet edilmiştik. Yarıştığımız iki kategoride de 97 puanla birincilik ödülü ve üstün başarı unvanı kazandık. 2018’de beni jüri olarak davet ettiler. Hatta bu ay online gerçekleşecek ve ben yine jüri olarak davetliyim. Bu festivalin önemli bir özelliği var. Yarışmalar ve ödül töreninin hemen sonrasında jüri üyeleri, koro şefleriyle bir araya gelerek fikirlerini, izlenimlerini paylaşıyorlar. O yıl Fransa’dan gelen çok etkileyici bir gençlik korosu vardı. Herkes çok etkilenmişti onlardan. Enerjik, dinamik, böyle zıpkın gibi bir performans sergilemişlerdi. Baktım ki, Fransız koronun şefi geliyor, ben çok güzel izlenimlerimi paylaşmaya başladım. “Sözünüzü kesmek istemiyorum ama size anlatmam gereken bir şey var” dedi ve devam etti: “Ben 2016’da buradaydım, sizi ve koronuzu çok iyi hatırlıyorum. Tüm performanslarınızı hayranlıkla izlemiştim. Fransa’ya döner dönmez sizi iyice araştırdım ve sizden aldığım ilhamla bir gençlik korosu kurmaya karar verdim ve işte şimdi karşınızdayız!” Türkiye’den bir koro olarak çok sesli müziğin beşiği olarak kabul edilen Avrupa’dan böylesi etkileyici bir koronun kurulmasına ilham olmak, tarifsiz bir duygu...

Nil Karaibrahimgil, Sertab Erener, Yasemin Mori, Selami Şahin, Ali Kocatepe gibi isimlerle de çalıştınız. Biraz koroyu duyurmak için miydi yoksa her türde müzik yapmak için miydi bu tür müzik buluşmaları?
Öncelikle şunu söylemek isterim. Bu kıymetli isimlerin hepsi kendileri iletişime geçtiler bizimle. Bazen soruyorlar “Ya, ‘Mor ve Ötesi’ni nasıl ayarladınız?” diye. Dediğim gibi bu isimlerin hepsi istisnasız kendileri bizimle çalışmak istediler. Bu tabii bizim için çok gurur verici. Çok iyi müzisyen olmalarının yanında çok iyi insanlarla da bir aradaydık bu projelerde. Bu buluşmaları değerli kılan da güzel enerjilerin bir araya gelmesi oldu. Çok güzel anılar kaldı geriye. Mesela, Mor ve Ötesi ile bir plağımız bile var, 29 Ekim 2018 Aya İrini konserimizden. Türkiye’deki en iyi rock gruplarından biriyle, lise zamanımda en çok dinlediğim, hatta defalarca şarkılarını çaldığım bu insanlarla çalışmak benim için ifade edemeyeceğim kadar kıymetli.

Destekçileriniz kim?
Şu an bu topluluğun tek destekçisi Yücel Kültür Vakfı. Yaklaşık sekiz yıldır bize prova mekânı konusunda destek oluyorlar ve onlara bir kez daha teşekkür ediyorum. Ama üzülerek söylüyorum ki, bunun dışında hiçbir maddi destekçimiz yok. Hala türlü imkânsızlıklarla ayaktayız diyebilirim. Hatta 2012’de, o dönemin parasıyla 100.000 euroluk bir borcun altına girdikten sonra, 5 yılda kapatabilmiştik. Yönetim kurulumuz ben dâhil hala gönüllü çalışıyor. Neredeyse tüm zamanımızı buraya ayırmamıza rağmen hiçbirimiz tek kuruş para kazanmıyoruz. Ama eğitmenlerimiz ve ekibimiz profesyonel. Hem onlar için, hem de türlü lojistik masraflar için büyük bir bütçe gerekiyor. Biz yıllar içinde finans konusuna fazla eğilemedik, aslında üstüne düşmek lazım.

Bu arada siz Matematik bölümünde okuyordunuz diye biliyorum. Bitirmeyi düşünmediniz mi?
2008’de Boğaziçi Üniversitesi’ni bırakma kararını aldıktan sonra bir gün bile pişman olmadım. Çünkü bu kararı çok iyi düşünerek aldım, inanın.

Sonra da Yıldız Teknik eğitiminiz var...
Evet, 1 yıl. Sonra 2009’da MSGSÜ Devlet Konservatuarı’nda kompozisyon okumaya başladım ama koro çalışmaları yoğunlaştıkça devam edemedim. 2013’te Maestro Antonio Pirolli ile şeflik çalışmak için döndüm ama bir dönem sonra “Hocam olmuyor” diyerek bırakmak zorunda kaldım. Pandemide okul yeniden aklıma düştü. Kaydımın silinmediğini öğrenince de okuluma geri döndüm ve Maestro Cem Mansur’un şeflik sınıfına dâhil oldum. Kaldığım yerden, yani Lisans 1’den.

Orkestra şefliği çalışmalarınız değil mi? Nasıl Cem Mansur’la çalışmak?
Cem Ağabey ile bizim tanışmamız yıllar öncesine dayanıyor. Biz meslektaş olarak da birçok yerde çalıştık, birbirimizi tanıyoruz. Bu yüzden de şimdi kendimi hoca öğrenci ilişkisine adapte etmeye çalışıyorum. Asıl hikâyemiz 2015’te TUGFO’yla beraber çalışmamızla başlıyor. Bir gün beni “Masis, bu projede bizle olmak ister misiniz?” diye aradı. Birçok badire atlatıldı, stresli zamanlardı. Ardından da iletişimimiz hep devam etti. Benim zaten hocalarımla meslektaşlık anlamında hep daha fazla hukukum oldu. Şanslıyım bu konuda. Hasan Uçarsu’yla da öyledir, hatta Maestro Pirolli’yle de.