Günsu Özkarar

Ezgi Yargıcı 2007’de Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nden mezun olmasının ardından eğitimine Amerika’daki Temple Üniversitesi’nde devam etmeye karar vererek, Philadelphia’ya taşınan ve on üç yıldır mesleğine orada devam eden genç çellistlerimizden biri. Kendisi ile Amerika-Türkiye saat farkı çerçevesinde buluşup, taşındığından bu yana neler yaptığını, nelerin farklı olduğunu ve gelecek projelerini konuştuk.

Neden Temple Üniversitesi’ni seçtiniz?
Aslında hikâye şöyle başlıyor: Ailemin bir kısmı Amerika’da yaşadığı için henüz Ankara’da okurken okulları araştırmaya başlamıştım. Temple Üniversitesi yetiştirdiği müzisyenlerle oldukça isim yapmış bir üniversite. Oradan kabul alınca hiç düşünmeden yüksek lisans eğitimime başladım. Bir de Philadelphia Orkestrası dünyaca ünlü bir orkestra. Onlara da yakın olmak istedim açıkçası.

Yurtdışında okurken gördüğünüz farklılıklar ve bazen zorluklar nelerdi?
İnsanların birçok etkinliğin içine müzik koymaları bir farklılıktı. Ülkemde bununla karşılaşmamıştım, bu çok hoşuma gitti ve ben de olabildiğince müziği hayatımın her alanına koymaya çalıştım. Bir de sanat faaliyetlerini çok takip ettim, çünkü buradaki insanlar devamlı boş zamanlarında çeşitli atölyelere katılıyor ve eğitimlerini hiç durdurmuyorlardı. Ben de bundan ilham aldım.


Kiminle çalıştınız?
Jeffrey Solow ve Mihai Tetel’le. Bu arada Jeffrey Solow’un çok ilginç bir hikâyesi var. Çünkü aslında müzik bölümü mezunu değil kendisi, felsefe mezunu. Bu sebeple de çok farklı bir bakış açısı vardı her şeye. Çello tekniğine bile bu farklı bakış açısıyla yaklaşıyordu. Geçmişte bir de Piatigorsky ile çalışmış hatta Haifetz’le bile çalmış, yani solist olarak yetişmiş. Belki ben de bunun ilhamıyla çift ana dal yaptım master sırasında.

Çift ana dalın nasıl bir yararı olduğunu düşünüyorsunuz?
Her müzisyen sadece çalmaktan hoşlanmıyor. Bu sebeple pedagoji diplomasına sahip olmak da başka okullardan size iş fırsatı sunuyor. Ben de mesela farklı şeyler yapmak istiyordum mezun olduktan sonra. Şimdi istediğim gibi freelancer olarak çalışıyorum ve birçok farklı projede yer alıyorum. Çünkü bence özgür olmak insana daha fazla bir yaratıcı alan açıyor.

Eğitim hayatında eksik bulduklarınız oldu mu?
Evet. Bazı şeyleri okulda öğretmiyorlar mesela. Bence bir müzisyenin en ihtiyaç duyduğu konular arasında nasıl çevre yapılır, nasıl ayakta kalınır, nasıl network sağlanır gibi konular da var. Benim şahsi fikrim bunların da öğretilmesi gerekiyor. Çünkü hayatta karşımıza çıkan en önemli şeyler bunlar oluyor, özellikle doğru irtibat kurmak istediğimizde. Hatta belki düşüncem ütopik gelecek ama, “Nasıl çevre yapılır?” gibi bir ders bile girebilir müfredata.

Peki bu dersin olmadığı ortamda müzisyenler nasıl sağlıyorlar iletişimlerini?
Sosyal medya günümüzde çok kurtarıcı. Mesela ben şöyle bir örnek yaşadım. Bundan birkaç sene önce tanımadığım bir müzisyen, başka eyalette yaşayan bir meslektaşım beni Facebook’tan ekledi ve yaptığım çalışmalara bakarak benimle birlikte çalışmak istediğini belirtti. Beni de o eyalete davet etti ve biz onunla bir iş gerçekleştirdik. Sosyal medyanın hayatımda böyle bir yeri olmuş oldu.

Hatta hikâyenin devamı da var. Oradaki konsere gelen dinleyicilerden biri New York’ta yaşayan bir caz kemancısıymış ve onunla da konser sonrası iletişim kurmuş olduk. Daha sonra o da beni bir sene sonra Carnige Hall’da çalmaya davet etti. Bu davet müzik hayatımın en büyük fırsatlarından biri oldu.

Şahane duyuluyor. Nasıl bir deneyimdi Carnige Hall’da çalmak?
Öncelikle çok eski ve tarihî bir bina. Bu sebeple yaşanmışlığı var. Ayrıca da akustiği çok güzel tabi. İkisi birleştiğinde birçok müzisyen için çok etkileyici oluyor çünkü senden önce de orada bir sürü ünlü ismin çalmış olduğunu bilmek çok etkiliyor. Yani yaşanmışlık çok etkiliyor ve belirttiğim gibi akustik de her anlamda tekniğine yardımcı oluyor. Performansı kolaylaştırıyor.

Sosyal medyada hala aktif misiniz?
Tabi ki. Hatta bir YouTube kanalım var ve performanslarımı elimden geldiğince orada paylaşmaya özen gösteriyorum. Adresi şöyle: www.youtube.com/ezgithecellist

Her müzisyen bir ekolden geliyor siz hangi ekolden geliyorsunuz?
Bu çok ilginç bir soru. Buna şöyle cevap verebilirim: Ben Türkiye’de iken hem Fransız ekolünden hem de Rus ekolünden hocalarla çalıştım ancak Amerika’ya geldiğimde Amerikan ekolünün hepsini kapsadığını fark ettim. Buradaki ekol oldukça evrensel ve birçok öğretinin de birleşiminden oluşuyor. Ancak ufak bir nüans farkı var. Burada yani Philadelphia’da “Philadelphia Sound” dedikleri, özellikle yaylı sazlardaki sıcak tonu vurgulayan bir terim var ve bu terim teknik olarak müzik literatüründe kabul görmüş durumda.

Kültürler arası etkileşim hakkında ne düşünüyorsunuz?
Amerika çok çeşitlilik barındıran bir yer. Burada sadece müzikte değil her alanda farklı kültürlerden insanlar var. Özellikle de büyük şehirlerde. Mesela bütün büyük şehirlerde China Town var ya da Kore Mahallesi, Rus Mahallesi de görebilirsiniz buralarda. Tabii ki gruplaşmalar da oluyor ama bu kültürlerin birbirine etkileşimini engelleyemez.

Bu etkileşimin bir kanalı olarak çok daha açık fikirlerin olduğu, herkesin kendini ifade etme özgürlüğünün olduğu bir yere dönüşüyor. Her türlü fikri görebilirsiniz. Bu haliyle müziğe de yansıyor. Daha özel bir yerden örnek vermem gerekirse songwriterlar istedikleri gibi beste yapabiliyorlar. Sonuçta klasik müzik de artık evriliyor ve daha farklı bir yere gidiyor.

Bu arada Barok üstüne de uzmanlaştınız bildiğim kadarıyla. Başka hangi türlerde çalıyorsunuz?
Evet, Phoebe Carrai, Emlyn Ngai, Kenneth Slowik ve Lisa Terry gibi ustalarla Barok çalmayı çok seviyorum ama aslında bir türlü sınırlanmayı değil yaratıcı olmayı seviyorum demem daha doğru. Farklı olan her şeyi birleştirip yaratmak bana haz veriyor. Hatta bir sonraki projem Megan Flynn isimli bir dansçı ile olacak. Bu, Barok müzik üzerine bir modern dans projesi. Burada da iki kültürü birleştireceğim görüldüğü üzere. Özetle farklı alanları birleştirmekten hoşlanıyorum. Hatta bazen güncel konulara da dikkat çekmek istiyorum.

Nedir bu güncel konular?
Özellikle recycle konusu. Bu konu bence şu an dünya gündemindeki en önemli konulardan biri. Özellikle plastik tüketiminin sonlanması yeterli olmuyor, çevre duyarlılığının da her bireyde teker teker gelişmesi gerekiyor. Yarattığımız çöplerimiz en aza indirgenmesi gereken şeylerin birinci sırasında yer alıyor. Müzisyenlerin de toplumsal bilinç konusunda aktivist olmaları gerektiğini düşündüğüm için yaptığımız işlerde muhakkak bu sosyal mesajı barındırmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü müzik çok güçlü bir araç ve müziğimizle birçok insana ulaşabiliriz.

Boş zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Boş zamanım olduğunda kafamı rahatlatacak şeyler yapmaktan hoşlanıyorum. Mesela meditasyon diyebilirim ama meditasyonu o kadar çok günlük hayatıma aldım ki, artık sadece boş zamanımda yaptığım bir şey olmaktan çıktı. Günde muhakkak 15 dakika kendime ayırıp, zamanı durdurmaya çalışıyorum. Bence bu çok önemli çünkü hayat çok hızlı geçiyor ve hayatı yavaşlatmak en ince ayrıntılarından zevk almaya yönlendiriyor insanı.

Ama özellikle pandemide iki tane yeni hobi geliştirdim. Biri puzzle yapmak, diğeri de eskiden daha az okurdum şimdi daha çok okuyorum, yani okumak. Önereceğim kitaplar arasında psikoloji kitapları olabilir. En son okuduklarım arasında Karyl McBride’ın “Will I Ever Be Good Enough” var. Kitabı İngilizce orijinal dilinde okudum ama Türkçesi (“Boş Ayna”) de var, yani çevirisi de bulunabilir diye biliyorum. Narsist annelerin kızlarının nasıl olduğunu anlatıyor ve bence bu konu çok ilginç. Neticede biz büyürken fark etmiyoruz ama ailemizin bize nasıl davrandığı gerçekten hayatımızda çok önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla son zamanlarda okuduğum kitaplar arasında en iyisi diyebilirim.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz!