Yaşamın sorunlarıyla başa çıkmak için insanlar zihnen geliştikçe, gerek gelenek, hurafe, inanç kalıplarını, gerekse dinî bazı dayatmaları sorgular olmuşlar. Sahtesiyle gerçeğiyle bir dolu felsefe, bir dolu öğreti gelişti. Bir yandan inanç sahipleri cevabı kendi din kitaplarında ararken, öte yandan Reiki’ydi, yaşam koçluklarıydı, beyin formatlamalarıydı, regresyondu…
Okumuştum bir yerlerde bu, “dört nesil laneti”ni… Biraz kurcalayınca, tarihte ve din kitaplarında da yer alması bir yana, ne yaşanmışlıklar varmış altında! Kimine göre hurafe, kimine göre gerçek. Karar sizin!
Eski bir Yahudi atasözüdür: “Baba üzümü yer, çocuklarının diş etleri kamaşır” hesabı, Tevrat diyor ki, “Tanrı öfkelenmekte ağır, sevgi ve şefkat doludur ama yine de suçu cezasız bırakmaz, üçüncü, hatta dördüncü nesile kadar çocukları ve onların çocuklarını cezalandırır.” Devarim, “Ailelerimiz, günah kalıplarımız da dâhil olmak üzere, gelişimimiz üzerinde en büyük etkiye sahiptir ancak yaşamı ve kutsanmayı ya da ölümü ve laneti seçmek bizim elimizde” derken, Talmud bu kalıtımı reddederek, “Ceza sadece suçu işleyenle sınırlıdır,” diyor.
Hristiyanlıkta dört nesil laneti bir yana, Âdem ile Havva’nın öyle bir günahı var ki (ilk günah), nasıl ki boy, ağırlık, saç ve göz rengi gibi fiziksel özellikler nesilden nesile nakloluyorsa, ilahiyatçı John Karmiris’e göre, “İlk insanın günahı, tüm sonuçları ve cezalarıyla birlikte, doğal kalıtım yoluyla tüm insan ırkına aktarılır.” Ama bir kurtuluş yolu var!
İncil de, Devarim’e katılıyor bu hususta. Geçmiş günahlarının kümülatif etkisini devam ettirmek veya içten bir pişmanlıkla kendi davranışlarını dizginlemek, spiritüel olgunlukta ilerlemeye başlamakla bozulur, bazen de ebediyen engellenir. Doğru ana-baba seçilmeli. Bireylerin geçmişlerinde, kaçıncı nesilden olursa olsun lanet taşımıyor olması önemli.
İshak ve Rebeka
Tevrat’tan örnekle İshak, Rebeka ile evlendiğinde, kendisi spiritüel olgunluğa (yani doğruluğa) ermiş olsa da, karısı aileden hem de 4. nesilde lanet taşıyordu. Nitekim hayatları boyunca birbirlerine düşman olan oğulları Yakov ile Esav, daha ana karnında dövüşmeye başlamışlardı.
Kraliyetlerde ise hesap farklıdır, diyor gnostikler. Her kral, tahtta kalış süresine bakılmaksızın bir nesil sayılır. Anlayacağınız ister inanın ister inanmayın, dünyaya verdiğimiz her zarar, telafi etmediğimiz sürece, bize lanet olarak geri dönecek!
Pragmatik bir bakışla saçma görülse, bilimsel olarak reddedilse de…
Rıza Pehlevi ve Süreyya İsfendiyari
Pehlevi Hanedanı laneti
2500 yıllık bir hanedanın son kalesiydi İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi. Asil bir gelenekten olmayan babasının ardından çok daha acımasız, çok daha tiranik bir yönetici oldu. Üç evlilik yaptı. Mısır Kralı’nın kızı Fevziye Fuad ve ardından Süreyya İsfendiyari ile evlilikleri tahta erkek varis veremediği için bitti. Fevziye dünyanın en güzel kadınlarındandı. Yürümeyen evliliğine aslında son vermek niyetiyle, ülkesine güya ziyarete gider gibi kızı Şehnaz ile uçağa binmişti. Ancak Şah, bir kez daha kucaklamak bahanesi ile kızını uçaktan indirdi ve kapılar kapandı. Fevziye’nin sadece kızına değil, Tahran’daki tüm varlığına da el kondu. Şah, ikinci eşi Süreyya’yı da, çok sevişmelerine rağmen kapıya koydu. Diba üçüncü eşi oldu. Sırası ile Rıza, Farahnaz, Ali Rıza ve Leyla adlarında dört çocukları ile 1979’da Humeyni’nin İslamcı darbesi arifesinde ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Ülke-ülke gezdikten sonra Şah Pehlevi’nin kanserden vefat ettiği Mısır’a geri döndüler. Son olarak ABD’ye yerleşen aileyi, laneti orada da izledi. 2001’de Leyla’nın Londra’da bir otelde aşırı uyuşturucu dozundan ölü bulunması, yetmedi 44 yaşında kendini vurarak intihar eden küçük oğlu Ali Rıza’nın ölümü ile, bugün Diba’nın hâlâ bir imparatoriçeye yakışır bir vakar içinde ayakta durmasına hayran olmamak mümkün değil.
Kennedy Ailesinin laneti
ABD’de krallık veya asalet sistemi yoktur ancak, Kennedy ailesi ABD tarihinde o klâsmana denk görülmüş belki de tek ailedir. Baba Joseph Kennedy, Harvard mezunu ve her ne kadar kirli ilişkiler sayesinde olduğu söyleniyorsa da, otuz yaşından beri milyoner! Oğullarının üçü politika sahnesinde: John F. Kennedy, Senatör Ted Kennedy ve Senatör-başsavcı Robert Kennedy. Başkan John F. Kennedy’nin 1963’te öldürülüşü hakkında binlerce teori üretildi, oysaki trajedi aslında çok önce başlamıştı.
Geç gelişimli bir kız kardeşleri bakım evinde iken bir erkek kardeşin hava saldırısında, bir diğer kız kardeşin de uçak kazasında ölümü ardından Başkan Kennedy’nin de üçüncü çocuğu prematüre doğumda ölünce, yetmedi Başkanın ardından 1968’de kardeşi Robert’in öldürülmeleri ile sarsılan aileyi toparlama dördüncü erkek kardeş Ted’e düştü.
Peşlerini bırakmayan kör talih, 1999’da Başkanın oğlu John-John, karısı ve baldızının uçak kazasında ölmesi ile devam etti. Arkasından Ted’in ayrıldığı eşi intihar etti, kendisi bir uçak kazasından kurtulduysa da, kız arkadaşının boğulmasına sebep olduğu bir araba kazasından suçlandı. Buna rağmen, 1999’da beyin tümöründen ölümüne kadar ömrü boyu Senato’nun aslanı ve liberal sesi olarak değer gördü.
Christina Onassis son kocası Thierry Roussel ve kızı Athina ile
Onassis Hanedanı laneti
İzmir doğumlu, Yunanlı bir armatör Aristotle Onassis... Kriz yıllarında çok ucuza aldığı 6 gemi ile 25 yaşında milyoner olmuştu bile! II. Dünya Savaşı şartlarını kullanarak dünyanın en ucuz fiyatlı kargosu ve en geniş özel filolarına sahip oldu. Greta Garbo ile flörtünün ardından evlendiği Tina Livanos bir armatör kızıydı ve kocasını dünyaca ünlü Yunanlı soprano Maria Callas ile yakalayınca derhal boşandı.
Oysa kaçmakla kurtulunmuyordu. Gelini de gizemli koşullarda ölünce, bu kadarı Tina için çok fazlaydı, intiharı seçti. Onassis ise Maria Callas ile ilişkisini lehine çok kullandı, ancak asla evliliğe götürmedi. 1968’de aniden John F. Kennedy’nin dul eşi ile evlenmesi bütün dünyada şok etkisi yarattı. Amerikan basını, çok sevdikleri başkanlarının ardından habere şu başlığı atmıştı: “Nasıl yaparsın Jackie?”
Sular durulmuşken, biricik oğlu, varisi Alexander’in korkunç bir helikopter kazasında ölümü Onassis’i yıktı. 1975’e kadar dayanabildi. Ardından hayatında bir türlü mutluluğu bulamamış kızı Christina da 37 yaşında aşırı uyuşturucudan ölünce, koca mirasın bir kısmı damadına, büyük bir kısmı da tek varisi, torunu Athina’ya kaldı. O da son gelen haberlere göre ekonomik nedenlerle dedesine ait, üstelik aile mezarlarını da barındıran Scorpios adasını elden çıkarmak zorunda kalınca, hanedanın Yunanistan ile olan son bağı da kopmuş oldu!
Grace Kelly ve Prens Rainier
Grimaldi Ailesi laneti
Ülke Monako... Atalarından son ikisinin tam birer soyguncu olmalarına dayandırılıyor lanet. Francesco Grimaldi, küçük ülkenin esas sahiplerinin kalesini, hileyle ele geçirerek haklarını gasp etmiş. Prens Rainier I’in tecavüz ettiği hizmetkâr kızın, “Hiçbir Grimaldi evlilikte mutluluğu bulamasın” bedduasını yüklediği de iddia ediliyor. Masal düğünleri hâlâ anılarda iken Prenses Grace’in araba kazasında ölümü, zamanın şom ağızlarınca ülke bankalarındaki kara paraların manipülasyonuna çelme takmanın bedeli olarak değerlendirilmişti. Hemen ardından büyük kızları Prenses Caroline ilk kocasından ayrılıyor, ikinci eşini bir rallide kaybediyor, üçüncü eşi ile ilişkileri sorgulamada iken kız kardeşi Stephanie biri akrobat, biri fil terbiyecisi, diğeri de bodyguard olmak üzere evlilik dışı bir potpuriden çocuklar peydahlıyor, babasından tahtı devralan ağabey Prens Albert II ise evlilik dışı bir zenci evlattan sonra şimdilik Charlene Wittstock ile durulmuşa benziyor.
Habsburg Hanedanı laneti
Bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü ve etkili ailelerinden biri olan Habsburgları etkileyen lanet, kelimenin tam anlamıyla kuşlardan geliyordu. Özellikle kuzgunlar. Atalarının, kalelerinde yaşayan tüm kuzgunları katlettiği anda başladığı söyleniyor lanetin. Nitekim Turnfalken adlı doğaüstü kuzgunların, Marie Antoinette’in idamı da dâhil olmak üzere aile üyelerinin ölümünden önce veya esnasında ortalıkta dolandığı iddia edilmekte.
Romanov'lar
Saxe-Coburg ve Gotha Hanedanı laneti
Lanetin, bir hanedan mensubuna umutsuz aşkının kurbanı bir keşişten geldiği söylenmekte. Hanedan intihar, suikast gibi belalardan, hemofili, tifo, demans gibi hastalıklardan, kurtulamadı. Kraliçe Victoria’dan geçip Rus Çarlık ailesi Romanov’ların başını yakan ve evlatlarının hemofil olması nedeniyle Çariçe Alexandra Fyodorovna’nın Rasputin adındaki papazın etkisinde kalarak aldığı yanlış kararlar sonucu önce Rasputin’in sonra çoluk çocuk tüm aile fertlerinin Bolşeviklerce öldürülmeleri...
Nepal Kraliyet Ailesi laneti, Ejderhanın laneti, Wodeyar Raja’sının laneti, Guiness, Von Erich, Agnelli, Getty aileleri lanetleri… Keşke yerimiz olsa. Biz gene de son günlerde medyayı epey meşgul edenle noktalayalım.
Windsor laneti
Sevgi kimse için kolay değildir, ancak birçok Windsor için aşk ya imkânsız, ulaşılamaz ya da ölümcül derecede zarar vericidir. 1840 yılında Prens Albert’in Kraliçe Victoria ile evlenmesiyle Saxe-Coburg-Gotha hanedanı, İngiliz kraliyet soyuna girdi. Kraliçe Victoria eşine o kadar bağlı yaşadı ki, ölümünden sonra bir melankoliye düşmekten kurtulamadı. Oğlu Edward VII’nin sayısız evlilik dışı, hayat kadınları dâhil ilişkilerinin arasında, bugün Charles’in karısı olan Camilla’nın evli-barklı büyük-büyük annesi de var.
İki Amerikalı gelin
Bakar mısınız hayatın oyunlarına? 1937’de Elizabeth’in dayısı Edward VIII ile Amerikalı Wallis Simpson aşkı sonucu ortaya çıkan tahttan çekilme krizi, Windsor aşkları için neredeyse bir şablon haline geldi. Prenses Margaret, Prens Charles, Prenses Anne, Prens Andrew, Prenses Diana… Windsor’lar umutsuzca sevmek isterler, ancak bir şekilde bunu beceremezler. Kraliyeti Amerikalılar bitirecek diye şakalaşmıştık bir ara, hanedanın ikinci Amerikalı gelini Meghan Markle Harry’yi koparıp götürmekle yetinmedi, öyle bir zehirledi ki, TV’lere çıkartıp ailesinin ipini çeken konuşmalar bile yaptırdı.
Lanet, nesilden nesile aktarılıyor gibi görünüyor.
Nasıl unuttum kiminle bu alanda muhabbete girdiğimi? “Karşıyım ben bu işlemediğimiz günahların kefaretine” demişim ki, muhatabım bana bir örnek verdi: Küçük bir çocuğun var, emeklerken ayağa kalkıyor ve salonun orta sehpasının üzerindeki Bone China vazonu devirip kırıyor. Onu döver misin? Kesinlikle hayır; peki azarlar mısın? Bilerek yapmadı ki masum! Ama o vazonu çok seviyorsun ve gidip kendine yeni bir tane alıyorsun. Vazoyu kıran kim? Senin bebeğin. Cezasını çeken kim? Sen! Parandan oluyorsun; zamanından, üzüntün, araman…
“İşte böyle işler evrenin, enerjinin, Tanrı’nın (nasıl adlandırırsan adlandır) düzeni. Her birimiz, bu dünyaya verdiğimiz zararı, bu zarar ne olursa olsun, bir şekilde onarmakla mükellefiz. Aksi takdirde, o zararı onarmak, bir sonraki nesile borç olarak geçer” dedi ve tabiri caizse beni örs ile çekiç arasında bıraktı!
Okumuştum bir yerlerde bu, “dört nesil laneti”ni… Biraz kurcalayınca, tarihte ve din kitaplarında da yer alması bir yana, ne yaşanmışlıklar varmış altında! Kimine göre hurafe, kimine göre gerçek. Karar sizin!
Eski bir Yahudi atasözüdür: “Baba üzümü yer, çocuklarının diş etleri kamaşır” hesabı, Tevrat diyor ki, “Tanrı öfkelenmekte ağır, sevgi ve şefkat doludur ama yine de suçu cezasız bırakmaz, üçüncü, hatta dördüncü nesile kadar çocukları ve onların çocuklarını cezalandırır.” Devarim, “Ailelerimiz, günah kalıplarımız da dâhil olmak üzere, gelişimimiz üzerinde en büyük etkiye sahiptir ancak yaşamı ve kutsanmayı ya da ölümü ve laneti seçmek bizim elimizde” derken, Talmud bu kalıtımı reddederek, “Ceza sadece suçu işleyenle sınırlıdır,” diyor.
Hristiyanlıkta dört nesil laneti bir yana, Âdem ile Havva’nın öyle bir günahı var ki (ilk günah), nasıl ki boy, ağırlık, saç ve göz rengi gibi fiziksel özellikler nesilden nesile nakloluyorsa, ilahiyatçı John Karmiris’e göre, “İlk insanın günahı, tüm sonuçları ve cezalarıyla birlikte, doğal kalıtım yoluyla tüm insan ırkına aktarılır.” Ama bir kurtuluş yolu var!
İncil de, Devarim’e katılıyor bu hususta. Geçmiş günahlarının kümülatif etkisini devam ettirmek veya içten bir pişmanlıkla kendi davranışlarını dizginlemek, spiritüel olgunlukta ilerlemeye başlamakla bozulur, bazen de ebediyen engellenir. Doğru ana-baba seçilmeli. Bireylerin geçmişlerinde, kaçıncı nesilden olursa olsun lanet taşımıyor olması önemli.
İshak ve Rebeka
Tevrat’tan örnekle İshak, Rebeka ile evlendiğinde, kendisi spiritüel olgunluğa (yani doğruluğa) ermiş olsa da, karısı aileden hem de 4. nesilde lanet taşıyordu. Nitekim hayatları boyunca birbirlerine düşman olan oğulları Yakov ile Esav, daha ana karnında dövüşmeye başlamışlardı.
Kraliyetlerde ise hesap farklıdır, diyor gnostikler. Her kral, tahtta kalış süresine bakılmaksızın bir nesil sayılır. Anlayacağınız ister inanın ister inanmayın, dünyaya verdiğimiz her zarar, telafi etmediğimiz sürece, bize lanet olarak geri dönecek!
Pragmatik bir bakışla saçma görülse, bilimsel olarak reddedilse de…
Rıza Pehlevi ve Süreyya İsfendiyari
Pehlevi Hanedanı laneti
2500 yıllık bir hanedanın son kalesiydi İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi. Asil bir gelenekten olmayan babasının ardından çok daha acımasız, çok daha tiranik bir yönetici oldu. Üç evlilik yaptı. Mısır Kralı’nın kızı Fevziye Fuad ve ardından Süreyya İsfendiyari ile evlilikleri tahta erkek varis veremediği için bitti. Fevziye dünyanın en güzel kadınlarındandı. Yürümeyen evliliğine aslında son vermek niyetiyle, ülkesine güya ziyarete gider gibi kızı Şehnaz ile uçağa binmişti. Ancak Şah, bir kez daha kucaklamak bahanesi ile kızını uçaktan indirdi ve kapılar kapandı. Fevziye’nin sadece kızına değil, Tahran’daki tüm varlığına da el kondu. Şah, ikinci eşi Süreyya’yı da, çok sevişmelerine rağmen kapıya koydu. Diba üçüncü eşi oldu. Sırası ile Rıza, Farahnaz, Ali Rıza ve Leyla adlarında dört çocukları ile 1979’da Humeyni’nin İslamcı darbesi arifesinde ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Ülke-ülke gezdikten sonra Şah Pehlevi’nin kanserden vefat ettiği Mısır’a geri döndüler. Son olarak ABD’ye yerleşen aileyi, laneti orada da izledi. 2001’de Leyla’nın Londra’da bir otelde aşırı uyuşturucu dozundan ölü bulunması, yetmedi 44 yaşında kendini vurarak intihar eden küçük oğlu Ali Rıza’nın ölümü ile, bugün Diba’nın hâlâ bir imparatoriçeye yakışır bir vakar içinde ayakta durmasına hayran olmamak mümkün değil.
Kennedy Ailesinin laneti
ABD’de krallık veya asalet sistemi yoktur ancak, Kennedy ailesi ABD tarihinde o klâsmana denk görülmüş belki de tek ailedir. Baba Joseph Kennedy, Harvard mezunu ve her ne kadar kirli ilişkiler sayesinde olduğu söyleniyorsa da, otuz yaşından beri milyoner! Oğullarının üçü politika sahnesinde: John F. Kennedy, Senatör Ted Kennedy ve Senatör-başsavcı Robert Kennedy. Başkan John F. Kennedy’nin 1963’te öldürülüşü hakkında binlerce teori üretildi, oysaki trajedi aslında çok önce başlamıştı.
Geç gelişimli bir kız kardeşleri bakım evinde iken bir erkek kardeşin hava saldırısında, bir diğer kız kardeşin de uçak kazasında ölümü ardından Başkan Kennedy’nin de üçüncü çocuğu prematüre doğumda ölünce, yetmedi Başkanın ardından 1968’de kardeşi Robert’in öldürülmeleri ile sarsılan aileyi toparlama dördüncü erkek kardeş Ted’e düştü.
Peşlerini bırakmayan kör talih, 1999’da Başkanın oğlu John-John, karısı ve baldızının uçak kazasında ölmesi ile devam etti. Arkasından Ted’in ayrıldığı eşi intihar etti, kendisi bir uçak kazasından kurtulduysa da, kız arkadaşının boğulmasına sebep olduğu bir araba kazasından suçlandı. Buna rağmen, 1999’da beyin tümöründen ölümüne kadar ömrü boyu Senato’nun aslanı ve liberal sesi olarak değer gördü.
Christina Onassis son kocası Thierry Roussel ve kızı Athina ile
Onassis Hanedanı laneti
İzmir doğumlu, Yunanlı bir armatör Aristotle Onassis... Kriz yıllarında çok ucuza aldığı 6 gemi ile 25 yaşında milyoner olmuştu bile! II. Dünya Savaşı şartlarını kullanarak dünyanın en ucuz fiyatlı kargosu ve en geniş özel filolarına sahip oldu. Greta Garbo ile flörtünün ardından evlendiği Tina Livanos bir armatör kızıydı ve kocasını dünyaca ünlü Yunanlı soprano Maria Callas ile yakalayınca derhal boşandı.
Oysa kaçmakla kurtulunmuyordu. Gelini de gizemli koşullarda ölünce, bu kadarı Tina için çok fazlaydı, intiharı seçti. Onassis ise Maria Callas ile ilişkisini lehine çok kullandı, ancak asla evliliğe götürmedi. 1968’de aniden John F. Kennedy’nin dul eşi ile evlenmesi bütün dünyada şok etkisi yarattı. Amerikan basını, çok sevdikleri başkanlarının ardından habere şu başlığı atmıştı: “Nasıl yaparsın Jackie?”
Sular durulmuşken, biricik oğlu, varisi Alexander’in korkunç bir helikopter kazasında ölümü Onassis’i yıktı. 1975’e kadar dayanabildi. Ardından hayatında bir türlü mutluluğu bulamamış kızı Christina da 37 yaşında aşırı uyuşturucudan ölünce, koca mirasın bir kısmı damadına, büyük bir kısmı da tek varisi, torunu Athina’ya kaldı. O da son gelen haberlere göre ekonomik nedenlerle dedesine ait, üstelik aile mezarlarını da barındıran Scorpios adasını elden çıkarmak zorunda kalınca, hanedanın Yunanistan ile olan son bağı da kopmuş oldu!
Grace Kelly ve Prens Rainier
Grimaldi Ailesi laneti
Ülke Monako... Atalarından son ikisinin tam birer soyguncu olmalarına dayandırılıyor lanet. Francesco Grimaldi, küçük ülkenin esas sahiplerinin kalesini, hileyle ele geçirerek haklarını gasp etmiş. Prens Rainier I’in tecavüz ettiği hizmetkâr kızın, “Hiçbir Grimaldi evlilikte mutluluğu bulamasın” bedduasını yüklediği de iddia ediliyor. Masal düğünleri hâlâ anılarda iken Prenses Grace’in araba kazasında ölümü, zamanın şom ağızlarınca ülke bankalarındaki kara paraların manipülasyonuna çelme takmanın bedeli olarak değerlendirilmişti. Hemen ardından büyük kızları Prenses Caroline ilk kocasından ayrılıyor, ikinci eşini bir rallide kaybediyor, üçüncü eşi ile ilişkileri sorgulamada iken kız kardeşi Stephanie biri akrobat, biri fil terbiyecisi, diğeri de bodyguard olmak üzere evlilik dışı bir potpuriden çocuklar peydahlıyor, babasından tahtı devralan ağabey Prens Albert II ise evlilik dışı bir zenci evlattan sonra şimdilik Charlene Wittstock ile durulmuşa benziyor.
Habsburg Hanedanı laneti
Bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü ve etkili ailelerinden biri olan Habsburgları etkileyen lanet, kelimenin tam anlamıyla kuşlardan geliyordu. Özellikle kuzgunlar. Atalarının, kalelerinde yaşayan tüm kuzgunları katlettiği anda başladığı söyleniyor lanetin. Nitekim Turnfalken adlı doğaüstü kuzgunların, Marie Antoinette’in idamı da dâhil olmak üzere aile üyelerinin ölümünden önce veya esnasında ortalıkta dolandığı iddia edilmekte.
Romanov'lar
Saxe-Coburg ve Gotha Hanedanı laneti
Lanetin, bir hanedan mensubuna umutsuz aşkının kurbanı bir keşişten geldiği söylenmekte. Hanedan intihar, suikast gibi belalardan, hemofili, tifo, demans gibi hastalıklardan, kurtulamadı. Kraliçe Victoria’dan geçip Rus Çarlık ailesi Romanov’ların başını yakan ve evlatlarının hemofil olması nedeniyle Çariçe Alexandra Fyodorovna’nın Rasputin adındaki papazın etkisinde kalarak aldığı yanlış kararlar sonucu önce Rasputin’in sonra çoluk çocuk tüm aile fertlerinin Bolşeviklerce öldürülmeleri...
Nepal Kraliyet Ailesi laneti, Ejderhanın laneti, Wodeyar Raja’sının laneti, Guiness, Von Erich, Agnelli, Getty aileleri lanetleri… Keşke yerimiz olsa. Biz gene de son günlerde medyayı epey meşgul edenle noktalayalım.
Windsor laneti
Sevgi kimse için kolay değildir, ancak birçok Windsor için aşk ya imkânsız, ulaşılamaz ya da ölümcül derecede zarar vericidir. 1840 yılında Prens Albert’in Kraliçe Victoria ile evlenmesiyle Saxe-Coburg-Gotha hanedanı, İngiliz kraliyet soyuna girdi. Kraliçe Victoria eşine o kadar bağlı yaşadı ki, ölümünden sonra bir melankoliye düşmekten kurtulamadı. Oğlu Edward VII’nin sayısız evlilik dışı, hayat kadınları dâhil ilişkilerinin arasında, bugün Charles’in karısı olan Camilla’nın evli-barklı büyük-büyük annesi de var.
İki Amerikalı gelin
Bakar mısınız hayatın oyunlarına? 1937’de Elizabeth’in dayısı Edward VIII ile Amerikalı Wallis Simpson aşkı sonucu ortaya çıkan tahttan çekilme krizi, Windsor aşkları için neredeyse bir şablon haline geldi. Prenses Margaret, Prens Charles, Prenses Anne, Prens Andrew, Prenses Diana… Windsor’lar umutsuzca sevmek isterler, ancak bir şekilde bunu beceremezler. Kraliyeti Amerikalılar bitirecek diye şakalaşmıştık bir ara, hanedanın ikinci Amerikalı gelini Meghan Markle Harry’yi koparıp götürmekle yetinmedi, öyle bir zehirledi ki, TV’lere çıkartıp ailesinin ipini çeken konuşmalar bile yaptırdı.
Lanet, nesilden nesile aktarılıyor gibi görünüyor.
Nasıl unuttum kiminle bu alanda muhabbete girdiğimi? “Karşıyım ben bu işlemediğimiz günahların kefaretine” demişim ki, muhatabım bana bir örnek verdi: Küçük bir çocuğun var, emeklerken ayağa kalkıyor ve salonun orta sehpasının üzerindeki Bone China vazonu devirip kırıyor. Onu döver misin? Kesinlikle hayır; peki azarlar mısın? Bilerek yapmadı ki masum! Ama o vazonu çok seviyorsun ve gidip kendine yeni bir tane alıyorsun. Vazoyu kıran kim? Senin bebeğin. Cezasını çeken kim? Sen! Parandan oluyorsun; zamanından, üzüntün, araman…
“İşte böyle işler evrenin, enerjinin, Tanrı’nın (nasıl adlandırırsan adlandır) düzeni. Her birimiz, bu dünyaya verdiğimiz zararı, bu zarar ne olursa olsun, bir şekilde onarmakla mükellefiz. Aksi takdirde, o zararı onarmak, bir sonraki nesile borç olarak geçer” dedi ve tabiri caizse beni örs ile çekiç arasında bıraktı!