Kapak Resmi: Chloé Zhao
Oscar ve Cannes Film Festivali Ödülleri’nin kadın yönetmenler tarafından kazanılmasından sonra, dünyanın en eski sinema etkinliği olan Venedik Film Festivali’nde de genç bir kadın yönetmen Altın Aslan Ödülü ile taçlandırıldı.
Julia Ducournau
2021 yılı kadın yönetmenlerin sinema sanatına damga vurduğu “kadınların yılı” oldu. Nisan ayında Oscar Ödülleri dağıtıldığında, 3 Oscar’lı “Nomadland”in yaratıcısı, En İyi Film ve En İyi Yönetmen Ödülleri’nin sahibi Chloé Zhao “yılın sinema fenomeni” ilan edildi. Venedik Fstivali’nde “Nomadland”in geçen yıl Altın Aslan Ödülüyle başlayan yolculuğu, Bafta ve Toronto Film Festivali’nden aldığı ödüller takip etti. Temmuz ayında gerçekleşen Cannes Film Festivali’nde genç bir Fransız kadın yönetmen olan Julia Ducournau, güçlü rakipleri arasından sıyrılarak “Titanyum / Titane” ile Altın Palmiye Ödülü’nü kucakladı.
Eylül ayında yapılan Venedik Film Festivali’nde yine genç bir Fransız kadın yönetmen olan Audrey Diwan, “Olay / L’Événement” adlı filmiyle Altın Aslan Ödülü’nü kaldırdı. Sinemada 2021’in “kadınların yılı” olduğunu ilan eden bu 3 kadın yönetmenin ortak noktaları, tümünün çok genç olması: Chloé Zhao 39, Julia Ducournau 38, Audrey Diwan 41 yaşında. Son ikisinin sadece 2 filmi var. Chloé Zhao parlak kariyerini sadece 3 filmle yaptı. Her üçü de film endüstrisinde kadın-erkek eşitliğini savunuyor. Üçü de ödüllü filmlerinin merkezine kadın kahramanlar yerleştirmişler.
Cannes ödül listesindeki 6 ödülden 4’ünü kadınlar kazanmış, Julia Ducournau Altın Palmiye Ödülü’nü “tek başına” kazanan ilk kadın yönetmen olarak tarihe geçmişti. Venedik’te dağıtılan 8 ödülden 4’ü kadın sanatçılara gitti. Her iki festivalin jürisinde kadın üyelerin sayısı erkeklerden fazlaydı. Festival yöneticilerinin bu seçimindeki, kadınların pozitif ayrımcılığa uğramalarına itiraz eden çıkmadı.
Kürtaj konulu filme Altın Aslan ödülü
Bu girişten sonra yazımı Venedik Film Festivali ödül listesinde bir geziyle sürdürmek istiyorum. Tabii ki kadınlardan başlayacağım. Altın Aslan Ödüllü “Olay / L’Événement”ın yaratıcısı, Lübnan doğumlu Audrey Diwan yönetmenlikten önce gazetecilik ve senaryo yazarlığı yaptı. Filminde, 1963 Fransa’sında kürtajın yasak ve tehlikeli olduğu bir dönemde, hamile kalıp kürtaj kararı alan genç bir öğrencinin yaşadığı korkunç süreci anlatıyor. Bunu da duygu sömürüsünden uzak, süssüz, dümdüz anlatımlı, ama etkileyici ve şiirsel bir dille gerçekleştiriyor. Film, yasağa rağmen okumaya devam etmek için kürtaj kararını alan genç bir kadının izinden giden, basit ama cesur bir öykü anlatıyor. İngilizce yaptığı teşekkür konuşmasında Diwan: “Bu filmi öfkeyle, tutkuyla çektim, hem kalbimi hem beynimi verdim. Bu filmin bir deneyim olmasını istiyorum; izleyicinin kendisini bu genç kadının yerindeymiş gibi hissetmesini istiyorum” dedi. Cristian Mungiu’nun 2007’de Cannes’da Altın Palmiye kazanan “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”den sonra, “Olay” önemli festivallerden büyük ödülle ayrılan ikinci kürtaj konulu film oldu. Film ek olarak Venedik FIPRESCI jürisinden En İyi Film Ödülü’nü de kazandı.
Jane Campion
Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiye Ödüllü ilk kadın yönetmeni olma başarısını gösteren Yeni Zelandalı Jane Campion, 12 yıllık bir suskunluk döneminden sonra yaptığı “Köpeğin Gücü / The Power Of The Dog” ile En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandı. Konusu 1920’lerin Montana’sında geçen bu anti-western epizodik yapısıyla, mizaçları ve kişilikleri birbirine zıt iki kardeşi odağına alıyor.
Maggie Gyllenhaal
“Kayıp Kız / The Lost Daugther” ile ilk kez kamera arkasına geçen ünlü Amerikalı aktris Maggie Gyllenhaal, yazarlık yeteneğini Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanmakla kanıtladı. Pedro Almodóvar’ın fetiş oyuncusu Penélope Cruz, kadınların dünyasına eğilen “Koşut Anneler / Madres Paralelas”taki performansıyla, Cannes’dan sonra Venedik’te de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile taçlandırılıyor. Penélope Cruz’un en ciddi rakipleri Olivia Colman, Sandrine Kimberlain, Kristen Stewart ve Anamaria Vartolomei idi.
Penélope Cruz
Erkeklere haksızlık etmeyelim; ödül listesindeki diğer yarısının sahibi erkek sanatçıların başarısından söz edelim. Yarışmanın favorisi Paolo Sorrentino’nun “Tanrının Eli / The Hand Of God”, Venedik Film Festivali’nin 2.lik ödülü olan Jüri Büyük Ödülü’ne itildi. İtalyan yönetmen doğduğu şehir olan Napoli’ye saygı duruşunda bulunduğu bu en kişisel filmiyle izleyicisini 1980’lerin çalkantılı Napoli’sine götürüyor. Filmin başrol oyuncusu Filippo Scotti En İyi Genç Oyuncu Marcello Mastroianni Ödülü için seçilince, “Tanrının Eli” ödül listesinde iki filmle yer alan tek yapıt oldu.
Jüri Özel Ödülü, yine bir İtalyan yönetmen olan Michelangelo Frammartino’nun “İl Buco”suna gitti. Ödül listesindeki en büyük sürprizi 3,5 saatlik Filipin filmi “İş Başında: Kayıp 8 / On The Job: The Missing 8”deki John Arcilla En İyi Erkek Oyuncu seçilerek yaptı. Arcilla, favori gösterilen Antonio Banderas, Oscar Isaac, Tim Roth, Toni Servillo, Oscar Martinez, Vincent Lindon gibi ünlü rakiplerinin arasından sıyrılmayı başardı.
78. Venedik Film Festivali’nin öne çıkan özelliği, resmî seçkideki filmlerin, sinemayı edebiyat ile buluşturan roman uyarlamalarının başarı kazanarak öne çıkmaları oldu. Örnek vermek gerekirse; Altın Aslan’lı film “Olay / L’Événement”, Annie Ernaux’nun aynı isimli (bizde “Kürtaj” başlığıyla yayımlanan) otobiyografik romanından, Jane Campion’un “Köpeğin Gücü / The Power Of The Dog”u Thomas Savage’in 1967’de yazdığı romandan, Maggie Gyllenhaal’in “Kayıp Kız / The Lost Daugther”i Elena Ferrante’nin romanından sinemaya uyarlanmış. Her 3 filmin de ödül listesinde yer bulmaları, senaryo yazarların uyarlamaların hakkını verdiklerini doğruluyor.
Kristen Stewart
Venedik’in ödüllü kadın sanatçıları
Yazımın ikinci bölümünde kadınlara iltimasımı sürdürüp, Venedik’te kadın kahramanlara odaklanan ve kadın yönetmenlerin elinden çıkan filmlerden bahsedeceğim. Ödül listesinde yer almaması şaşkınlık yaratan filmler arasında, Jackie Kennedy’den sonra Prenses Diana’yı da değişik bir bakışla mercek altına alan Pablo Larrain’in “Spencer”i var. Prenses Diana gibi ikonik bir kadına odaklandığı filmde, Şilili yönetmen 1990’ların başında Diana’nın Prens Charles ile evliliğinin artık yürümediğine karar verdiği günde başlıyor. Kristen Stewart’ın canlandırdığı Diana, Noel kutlaması için Norfork’taki sarayda geçirdiği kritik hafta sonunun ardından, bir gün kendini kraliçe yapabilecek yoldan uzaklaşmaya karar veriyor.
Kariyerini kadınların dünyasını keşfetmeye adayan Pedro Almodóvar yaratıcılık dehasını sürdürdüğü “Koşut Anneler / Madres Paralelas”ta “annelik” temasını incelemeyi sürdürüyor. Üç annenin hikâyesini anlatan bu dram filminde, aynı gün, aynı hastanede doğum yapan iki annenin, çocuk yetiştirme sürecinin ilk yılları paralel bir şekilde anlatılıyor. Penélope Cruz’un canlandırdığı Janis, 40’lı yaşlarda, başarılı, duyarlı, bağımsız, yalnız yaşayan bir kadın fotografçıdır. İspanya İç Savaşında Falanjistler tarafından öldürülen dedesi ve arkadaşlarının toplu mezarlarının bulunması için kendisine yardımcı olan evli adamdan hamile kalınca hayatı bambaşka bir kulvara girer.
Audrey Diwan’ın yönettiği L’Événement filminden
Temmuz ayında Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapan Maggie Gyllenhaal (44), kamera arkasına ilk kez geçtiği “Kayıp Kız / The Lost Daugther”da erken yaşta anneliğe dair dehşet, kafa karışıklığı ve gerilimle örülü bir film yapmış. Film, bir üniversite profesörünün gittiği yaz tatilinde geçmişindeki sırlarla karşılaşmasını ve anneliğin ilk dönemlerinde hissettiği duygu karmaşasını anlatıyor. Oscar ödüllü Olivia Colman (47), hayatına giren yeni insanlar sonucunda bir kaosun içine sürüklenen üniversite profesörünü, Dakota Johnson ise yolunun kesiştiği ve bütün olayların başlamasına vesile olan genç kızı canlandırıyor.
Kariyerinde işlevsiz aile sorunlarını ele almakla tanınan Jane Campion, karikatürize tipler çizerek yazdığı “Köpeğin Gücü / The Power Of The Dog”un senaryosunu, yalın ve şiirsel bir sinema diliyle perdeye aktarıyor. 1920’lerin Montana bölgesinde bir kasaba yakınlarındaki bir çiftlikte geçen konuyu, Jane Campion kendine özgü estetiği ile sinemaya uyarladı. Çiftlik sahibi Phil (Benedict Cumberbatch) ve George Burbank (Jesse Plemons) kardeşleri odağına alan senaryoda ağabey Phil hem korkulan hem de hayranlık duyulan biridir. George’un eve yeni eşini (Kristen Dunst) getirmesinin ardından Phil, kadına ve kadının oğluna yapmadığı eziyet kalmaz. Ta ki kendini aşk olasılığıyla karşı karşıya bulana kadar. Bu noktadan sonra işler geri dönüşü olmayan bir bataklığın içine saplanır.