Elinde fırça, kalem, çekiç her ne olursa olsun bir yolculuğa yelken açmıştır sanatçı… Malzeme yanında yoldaştır...
Heyecanlıdır çünkü anlatacak bir hikâyesi vardır veya anlatacağının bir hikâyesi vardır...
Bizler neyi görürüz sanatçının anlattıklarını mı yoksa yolculuğun anlattıklarını mı?
Tuval mi, mermer mi bizi etkileyen, yoksa içinde barındırdığı figür mü?
Konu Michelangelo olunca biraz farklı etkileniyoruz...
Michelangelo’nun Musa Heykeli
“Konuş artık” diye haykırdığı Musa heykelinden, acı çekerek resmettiği Sistine Şapeli’ne, kimsenin pek yüz vermediği bir blokun fazlalıklarını çıkarttığını iddia ettiği Davut heykeline kadar Michelangelo bir dahi...
Hayat hikâyesinden başlayarak bu heykelin özündeki ayrıntılara göz atalım...
Michelangelo kimdir?
Kral David kimdir?
Bu heykel kimdir?
Michelangelo Buonarroti, 6 Mart 1475 tarihinde, İtalya’da, Floransa’nın güneyindeki Caprese şehrinde dünyaya geldi. Çocukluğu çekiçler, kalemler ile geçti. Babası tarafından hep desteklendi. İlk gittiği atölyede fresk yapmayı öğrendi. Yolu zamanın en ünlü ailelerinden biri olan Medici ailesi ile kesişti. Mediciler onu gerçek çocuklarından hiç ayırmadılar ve eğitimine destek verdiler.
Zamanın bilgin filozof ve sanatçılarıyla tanışma ve onlardan feyz alma fırsatını yakaladı. Ünlü doktorlar onu morga götürerek insan anatomisini incelemesini sağladılar. Venedik Floransa arasında mekik dokurken “Uyuyan İlahi Aşk” adlı heykelle kaderi değişti. Roma günleri başladı.
Araştırmalarına devam ederken “Pieta” heykeli oldukça beğeni topladı. O günlerde kendisine Davud heykelini yapması rica edildi. Pek de kaliteli olmayan mermeri kullanarak bir eser yaratmaya çalışan Michelangelo ise kendisine tanınan süreyi kat be kat aşarak bir şaheser çıkarttı. Davud heykeli, Donatello’nun yaptığı “Judith” heykelini yerinden ederek en önemli meydana Palazoo della Signora’ya kondu.
Sistine Kilisesi’nin bezeme yolculuğu
Ününe ün katan heykeltıraşın bu kez Sistine Kilisesi’nin bezeme yolculuğu başladı. 14x40 metre boyutundaki tavanı süslemek için 4 yıl boyunca yardımcılarını uzaklaştırdı, kendini kiliseye kapatarak çalıştı. Bu çalışma son derece zor hatta tehlikeli idi. Fresk tekniğine göre boya duvara yaş iken vurulmalı, çok fazla kuvvet sarf edilmeliydi. Sırtüstü durmaktan sancılanan vücudu yara içinde idi. Delice bir çalışma...
İşte bu yüzden kilise törenle halka açıldığı zaman, içeri girenler korku ve hayret içinde kaldılar. Tek bir kişinin elinden çıkması adeta imkânsız olan bu çalışmaya halk hayret hatta şüphe ile bakarken Papa ise bu kadarını beklemediğini itiraf etmekten çekinmiyordu.
1544 yılında Sistine Kilisesi nedeniyle yarım kalan Musa heykelini bitirmeyi başardı. Heykelin cansız bir mermer olduğunu bir an için unutan sanatçı heykelin karşısında “Konuş” diye haykırdı. Ruh kuvveti ile madde gücü adeta bütünleşmiş tarihe imza atan bir sanat eseri ortaya çıkmıştı.
Michelangelo şöhretin zirvesine ulaştı. Papaların gözbebeği, Medici ailesinin medar-ı iftiharı idi. “Hiçbir düşüncem yoktur ki ölüm fikri ile şeklini bulmuş olmasın” diye düşünen sanatçı 89 yaşında yaşama veda etti. Ardından, yüzyıllar boyunca hayranlık uyandıran eserler bırakarak…
Michelangelo’nun karakteri
Ağırbaşlılık, sanatçı kişilik, sözünün eri olmak Michelangelo ile Kral Davut arasındaki ortak karakter özellikleri… Bunlar, sanatçının heykelin ruhuna girmesine neden olabilir mi?
Kral Davut’un yaşamına ait sayfalarca kitaplar yazıldı. Birçok araştırmaya konu oldu.
Kimdir Kral Davut? Rut soyundan gelen, savaşçı ruhu ile 40 yıl saltanat süren bir kral... Bir çoban, savaş kuşamına alışık olmayan biri... “Ve Şaul kendi esvabını Davut’a giydirdi ve başına tunç başlık koydu ve ona zırh giydirdi. Davut zırhı ve kılıcı kuşandı, yürümeye çalıştı ve Şaul’a ‘bunlarla yürüyemem çünkü alışık değilim’ dedi. Soyundu, eline beş taş ve sapanını aldı ve düşmanın üzerine yürüdü.” Onun için yazılan bu birkaç cümleden de anlaşılacağı gibi sıradan biri değildir Kral Davut. Dev Golyat’ı yenmiş, Bat Şeva’ya âşık olmuştur. Kralın hayatı ile ilgilenen herkes Bat Şeva’yı bilir. Davut’un ilk görüşte âşık olduğu, Hititli Uriya’nın karısıdır Bat Şeva.
O dönemde savaşa giden her erkek karısından boşanmakta, savaş sonunda dönebilirse, tekrar evlenmekteydi. Hititli Uriya işte böyle bir askerdir. Savaşa gider ve dönemez. Kral Davut Bat Şeva’ya kavuşur ancak ilk çocuğu sakat doğar. Bu felaket karşısında Kral Davut 7 gün oruç tutar, yaptıklarından dolayı Tanrı’dan af diler.
İlk evladı ölen Kral Davut, ikinci oğluna “Yedidya” - Rabbin sevgilisi adını verir. Bat Şeva’nın uğraşıları ile Yedidya tahta çıkar. Arp çaldığı, şiirler yazdığı bilinen Kral hem savaşçı hem hassas kişiliği ile tarihe geçer.
Davut heykeli
Koskoca taş kütlesini zamana karşı yarışıp bütün gücü ile kan ter içinde yontmaya çalışırken Michelangelo’ya sorarlar: “Ne için bu kadar acele edip de kendini zorluyorsun?”
Büyük sanatçı, koca usta, bir yandan işine hızla devam ederken, cevap verir: “Davut taşın içinde hapis kalmış, bir an önce onu kurtarmaya çalışıyorum.”
Böylece, muhteşem Davut heykeli, canlı gibi çıkar ortaya...
Bu sanat eseri hakkında kimi zaman tarihî, kimi zaman dinî yakıştırmalar yapıldı. Üç boyutlu tasarımlarda olması gereken ögelerin her biri bu heykel için geçerli. Uyum, tezat, tempo, süreklilik ve denge. Hâlbuki Davut heykeli hakkında o kadar çok bilinmeyen ve bir o kadar da çok yorum var ki...
Yakından baktığınızda, Davut’un sağ eliyle bir taş tutmakta olduğunu görürsünüz. Bu, Davut’un zalim dev Golyat’la karşı karşıya geldiği ve ona saldırmaya karar verdiği anı betimler. Ancak Michelangelo, gelecekteki kralın, korkunç düşmanını yenerken hissettiği endişeyi yüz ifadesine yansıtmıştır. Bu bir kral için hiç de kabul edilir bir durum değildir. Davut’un sağ eline dikkatlice baktığınızda, vücudunun geri kalanına oranla fazla büyük kaldığını fark edersiniz. Bu asimetri Michelangelo için bir sinyaldir. Çünkü Davut solaktır. Ve elinin gücü ile beden dili arasındaki tezat sanatsal bir göndermedir.
“Birinin çöpü, başkasının hazinesidir.”
Bu söz adeta bu heykel için söylenmiştir. Davut’a hayat veren mermer blok, tarihin en ünlülerinden olmuştur. Michelangelo, Davut heykelini, daha önce iki heykeltıraşın çöpe attığı bir mermerden yaptı. Agostino di Duccio, mermeri 10 yıl bir köşede hiç dokunmadan bekletti. Sonra Rosselino, mermerin üzerinde küçük bir kırık yaptı ve bu mermerle çalışmanın çok zor olacağına karar verdi. Mermer Michelangelo’nun eline geçtiğinde 40 yıldır birinin onu alıp işlemesini bekler haldeydi.
Replikalar…
Birçok replikası olan eserin geçmişinde bir de sansür gerçeği var. Bunlardan en bilineni; 1857 yılında Toskana Dükü, İngiltere Kraliçesi Victoria’ya heykelin bir replikasıyla sürpriz yapmak ister. Bu durum, kuralcı kraliyet içinde büyük bir krize neden olur. Yetkililer, çıkarıp takılabilir plastik incir yaprağıyla Davut’un çıplaklığını kapatmaya çalışıp, mermerin iffetini ve “Victoria and Alber Müzesi”ni ziyaret eden hanımefendilerin ahlakını korurlar.
Kusursuzluk ile özdeşleşen heykelin aslında birçok kusuru barındırması da ayrı bir paradoks.
Heykelin bir alçı maketi, el çizimleri, planı hakkında en ufak bir kanıtının olmaması da şaşırtıcı. Bu Michelangelo’nun alamet-i farikası; sadece Davut Heykeli’ne özgü bir yöntem değil. Kalıpsız heykel yontmayı hakkıyla becerebilmek için yapmak istediği heykeli hayalinde su dolu bir küvete yerleştirip küvetin tıpasını çektiğinde suyun alçalmasıyla birlikte ortaya çıkan bölgeleri sırasıyla kafasında canlandırır, sonra bu bölgeleri aynı sırayla blokta ortaya çıkarır.
Her ne kadar Michelangelo başarısının sırrını şu cümle ile özetlese de deha, farklı bir düşünce tarzı farklı bir görüştür: “İnsanlar, usta olmak için ne kadar çok çalıştığımı bilselerdi, bu heykel onlara hiç bir şekilde güzel gelmezdi.”
Şimdi bu heykele baktığınız zaman neyi görüyorsunuz?
Savaşçı bir kahraman mı?
Dahi bir sanatçı mı?
Çalışma azmi mi?
Yoksa…