ARAŞTIRMA - Orhan Beşikçi

Sefaradlara özgü tedavi eylemi yüzyıllar içerisinde bir sanat dalı olarak gelişmiştir. Bu sanat dalına “arte de curar” (iyileştirme sanatı) adı verilmektedir. Formüller ve dualar tedavi temeli üzerine inşa edilen sanat dalına ilişkin bilgi, aslında bir sır niteliğini taşımaktadır. 

Şifacı kadınlar
Sanata hâkim olanların topluluk yapısı ise anaerkildir. Başka bir deyişle yöntemlerine ve uygulamalara ilişkin bilgi, anneden kıza aktarılmakta, her yeni nesil, deneyimleriyle sanat dalına katkıda bulunmaktadır. Bu yüzden toplumda tedavi uygulamalarının genellikle kadınlar tarafından üstlenildiğini görmekteyiz. Basit olarak adlandırılabilecek rahatsızlıklar söz konusu olduğu zaman doktordan önce şifacı kadınların çağırılması âdettendir.
İlkel toplumlardan beri kadının doğurganlığını yaratıcılığa ve güce atfeden inanç sistemlerinin bu geleneksel uygulamanın oluşumu üzerinde egemen olması muhtemeldir. Hastalıklarda hekimden önce çağrılan şifacı kadın, evden içeri girer girmez bir eline tuz, diğer eline bir avuç şeker alarak onları evin bir köşesine doğru savurur ve şöyle derdi:
“Kötülük olduğu yere, tuzsuz yenen yumurtanın olduğu yere gitsin.”
Bu sözlerden kasıt ev ahalisini kötü gözden korumaktı. Sonra şifacı kadın tarafından şeker içeren bir içecek hazırlanır ve bu içecek, hasta ve yakınlarına içirilirdi. Amaç moral vermek ve telkin yoluyla hastanın iyileşmesini sağlamaktı…
Mide ya da böbrek ağrısı varsa, zeytinyağında pişirilmiş elma hastanın ağrıyan bölgesi üzerine, sırt ya da göğüs ağrısı varsa üzerinde yorgan iğnesiyle delikler açılmış gazete kâğıtları hastanın ağrıyan bölgesi üzerine konurdu. İshale ya da mide ağrısı varsa kaynatılmış limon içirilirdi. Diş ağrısı varsa, diş üzerinde rakılı pamuk kullanılırdı. Kabakulakta kulak arkasına tentürdiyotla kafes şeklini alacak çizgi çekilirdi.
En son yapılan kötü ruhları kovma tütsüsüydü. Genellikle karanfil, şeker, tarçın ve biberiye bir arada yakılmaktaydı. Yakılan bitkiler eşliğinde evde dolaşılarak evin bütün odalarının tütsülenmesi sağlanmaktaydı. Aslında karanfilin ve sarımsağın kötü enerjiyi evden kovduğu inancı yaygındı. Bu yüzden pek çok evin mutfağında bir kavanoz içerisinde sarımsak ve karanfil bulunurdu…” (1)

 

İzmir Sağır Dilsizler Okulu’nu kurdu
Erma Malkuna, İzmirliler tarafından tanınan, geleneksel tedavi konusunda ihtimal annesinden el almış iyileştirme sanatını bilen bir şifacıydı. Erma Malkuna’nın reçeteleri 1900 yılında Kuşadası’nda dünyaya sağır ve dilsiz olarak gelen oğlu Albert Karmona’yı tedavi etmeye, konuşup duymasına çare olamadı. İleriyi gören bir anne olarak oğlu Albert’i 10 yaşında tedavi için Paris’e özel doktora gönderdi, ancak sonuç alınamadı.
Albert, Paris’te sağır ve dilsizler için eğitim veren terzilik okuluna devam etti, okulunu bitirip diplomasıyla birlikte İzmir’e döndü. Büyük Kardiçalı Han’da terzi dükkânı açtı, diktiği kostümlerle İzmirlilerin dikkatini çekti ve kısa bir sürede ünlendi.


Albert Karmona, yoğun olan işlerinden zaman ayırıp sağır ve dilsiz çocuklara özel eğitim verdi. Arkasından İzmir Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü olarak bilinen ikiz binaların birinde Sağır ve Dilsizler Okulu’nu kurdu. 1925 yılında Dr. Zibil’in kız kardeşi Judith ile evlenen Albert Karmona’nın üçü kız ikisi erkek beş çocuğu dünyaya geldi.
Valikonağı’nın karşısındaki troleybüs durağana bakan merdivenli evde oturan Albert Karmona, başarılı iş adamı ve iyi bir aile babası oldu. 1962 yılında İzmir’den ayrılıp İsrail’e, çocuklarının yanına gitti ve 1964 yılında İsrail’de vefat etti. Onun kurduğu okulda eğitim gören sağır ve dilsiz çocuklar aldıkları eğitimle sosyal yaşama katılıp meslek sahibi oldular…

İzmir Sağır Dilsizler Okulu’nun öyküsü
Osmanlı döneminde ilk “Sağır-Dilsiz Okulu” Padişah II. Abdülhamit döneminde İstanbul’da 1889 yılında açılmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk “Sağır-Dilsizler Okulu” ise İzmir Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde kurulur. Okulun kurucusu, 1900 yılı Kuşadası doğumlu, sağır ve dilsiz bir kişi olan, 1910’lu yıllarda Paris Sağır Dilsizler Okulu’nda eğitim gören ve sonrasında İzmir’in en meşhur terzisi olan, Musevi kökenli yurttaşımız Mösyö Albert Karmona’dır.
Karmona, kurduktan birkaç yıl sonra bu okulu 1923 yılında Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâlet’ine devreder ve 1924 yılında, İzmir Karşıyaka’da Cumhuriyet’in ilk “Sağır-Dilsiz ve Körler Müessesesi” kurulur. Bu okulun müdürlüğüne Dr. Necati Kemal Bey getirilir. Dr. Necati Kemal Bey (Kip), Nöroloji Mütehassısı olup, eğitimini Fransa’da yapmış ve özel eğitim konularını öğrenmiştir.
1924 yılında 25 talebe ile eğitime başlayan bu kuruluşun ilerleyen yıllarda talebe sayısı giderek artar ve 1937 yılında 115 öğrenciye ulaşır. Bu okula daha girişte öğrencilerin işitmesi değerlendirilir ve “method orale” ile konuşma eğitimi verilir.
Burada bir yandan öğrencilere okuma, matematik ve fizik dersleri verilirken, diğer yandan da marangozluk, oymacılık, demircilik, tesviyecilik, kaynakçılık, kunduracılık, terzilik ve dokumacılık gibi meslekler öğretilir ve onların Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında üretici bir vatandaş olarak yetiştirilmesi amaçlanırdı.
İzmir Sağır, Dilsiz ve Körler Müessesesi 1937 yılına kadar çeşitli mesleklerde 73 mezun verir. Bu okulda kurulan “Ses ve Pedagoji Laboratuvarı”nda “method orale” ile konuşma eğitimi de başlatmıştır. Bu eğitimin başarılı sonucunu Dr. Behçet Kamay, bir radyo konuşmasında aynen şöyle anlatır:
“Necati Kemal Bey, müessesenin kurulmasından iki sene sonra, 1925’de ilk Türk tıp kongrasına yetiştirdiği dört çocuğu arz etti. Büyük Atatürk locasında bulunuyordu. Necati Kemal, bu dört çocuk üzerinde metotların tatbikatını birer birer gösterdikten sonra, netice olarak anadan doğma sağır dilsiz bu çocuğa sözü terk etti. Bu yavrucak, ‘Gazi Mustafa Kemal Paşa’ diye söze başladığı zaman bütün salonu hayret ve takdirin derin sükûtu istila etmiş, alkışlara Gazi’nin mübarek ellerinin de sesi iştirak etmişti…” 

1932 yılında bu okulun 52’si sağır ve dilsiz olmak üzere toplam 68 öğrencisi vardı. Bu öğrencilerin sosyal eksikliklerini gidermek üzere oluşturulan ilk sivil toplum örgütü olan “Sağır, Dilsiz ve Körler Himaye Cemiyeti” de 1937 yılında İzmir’de kurulmuştu.
İlerleyen yıllarda sağır-dilsiz sayısının artımı ve Karşıyaka’daki okulun yetmemesi üzerine 1951 yılında görme engelliler bu okuldan ayrılarak, sağır öğrenciler Alsancak’taki eski İngiliz Hastanesi’nin binasına taşınmış ve ismi de “İzmir Sağırlar Okulu” olarak değiştirilmiştir. Burası daha büyük ve modern bir yapıdır.
Prof. Dr. Övünç Günhan hocamız, uzmanlık tez çalışmasını 1963 yılında burada yapmış ve sağır-dilsizlik konusunu 127 sağır öğrenci üzerinde Atlas odyometre cihazı ile yapmış ve onların işitme durumlarını bilimsel biçimde değerlendirmiştir. Aynı yıllarda Ege Üniversitesi KBB Bölümü’nde “İşitme Engelliler Anaokulu” açılmış, 12 çocuğun konuşma eğitimine başlanmış ve alınan olumlu sonuçlar daha sonra bilimsel platformlarda sunulmuştur.
1951 yılından sonra 40 yıl süreyle eski İngiliz Hastanesi’nde eğitim veren Sağırlar Okulu 1992 yılında Bornova’ya yeni binasına taşınmış ve burada “İşitme Engelliler İlköğretim Okulu” olarak, 86 yatılı, 64 gündüzlü olmak üzere toplam 150 öğrenci ile eğitimine halen devam etmektedir.
1998 yılından itibaren ağır işitme kaybı olan hastalar İzmir’de Bozyaka Hastanesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Tepecik hastanelerinde Değerli KBB hekimlerimizce 2 binin üzerinde “Koklear implant” ameliyatı yapılarak işitmelerine yeniden kavuşturulmuş ve Sağır-Dilsiz Müesseseleri artık tarihteki yerini almıştır. (2)

İzmir Sağır Dilsizler Okulu’nun kurucusu Albert Karmona adının kent belleğinde anılıp yaşatılması için Karşıyaka Belediyesi’nin gerekli duyarlılığı göstereceğine inanıyorum.
Dr. Siren Bora’ya, Prof. Dr. Yücel Tanyeri’ye, Yusuf Azulay’a, Nesim Bencoya’ya teşekkür ederim.

Kaynaklar:
(1)Araştırmacı - yazar Dr. Siren Bora, Batı Anadolu Yahudilerine Özgü Hastalık Tedavi Yöntemleri ve Uygulamaları. Selim Amado’nun (1935-2018) aziz anısına ithafen.
(2)İzmir Sağır Dilsizler Okulu. Prof. Dr. Yücel Tanyeri, Çeşme 3 Eylül 2014.

Fotoğraflar: 
Prof. Dr. Yücel Tanyeri, Nesim Bencoya

Editörün notu:
4 Ekim 2021 tarihinde kentyasam.com sitesinde yayınlanmış olan bu yazı aldığı ilgi üzerine yazarın izniyle tekrar yayınlanmıştır.