Önce ben bilmiyordum heykeltıraş falan olacağımı. Bilemezdim de çünkü hep Michelangelolar var zannediyordum yeryüzünde. Onlarla da aşık atamayacağımı biliyordum. Ama o kadar çok seviyordum ki, bir özel uğraş olarak yapabilir miyim diye girdim Akademi´ye. Orada Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara diye iki tane kocaman ustanın kocaman yüreğiyle karşılaştım.

Türk heykel sanatına adını altın harflerle yazdıracağını tahmin etmeyen Heykeltıraş Kuzgun Acar 28 Şubat 1928'de İstanbul'da dünyaya gelir. Annesi Habeşistan kökenlidir. Çocukluk e gençlik yılları fakirlik içinde geçmiştir. Sanatçı bu yıllarını şöyle anlatıyor: "İlginçti aslında ya şamımız. Babam çok olanaklıydı, ama tavırlıydı bize karşı. Ben üç yaşındayken ayrılmışlar. Ben bir işçi ananın çocuğu olarak büyüdüm. Zaten hep otomobil halısı yıkadım. Mensucat ustaba şıliğı yaptım. Belki de hâlâ süre gelen hırçınlığım bundan kaynaklanıyor..."

Öğrenim Yılları ve Sergileri
Sultanahmet 1. Ticaret Lisesinden mezun olduktan sonra 1948 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Heykel bölümüne girer. Burada büyük Alman heykeltıraş Rudolf Belling'in öğrencisi olur. Daha ilk öğrencilik yıllarından itibaren soyut çalışmalara yönelen Acar, ömrü boyunca bu yaklaşıma sadık kalır. Heykelleri için gereken malzemeleri de çoğu kez hurdacılardaki metal malzemelerden sağlar. Mezun olduktan sonra, 1962 yılında Venedik Devlet Resim ve Heykel Sergisinde mansiyon alır. Aynı yıl, büyük ses getiren Paris Genç Sanatçılar Bienali'nde birincilik ödülünü kazanır. Bu ödülle yabancı sanatçılara verilen iki burstan birini kazanır ve Fransa'ya gider. Paris Modern Sanatlar Müzesi'nde açtığı sergideki iki yapıtı müze tarafından satın alınır. Paris'te geçirdiği bir yıldan sonra İstanbul'a dönen Kuzgun Acar, heykeli, iş ham ve otel binalarına süsleme unsuru olarak kullanılmasında öncü olur. 1962 yılında 23. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde, demir bir heykelle birinci olur. Fransa'da Havre Müzesi, Lacloche Galerisi ve Rodin Müzesi'nde açtığı sergiler onu Avrupa sanat çevrelerinde tanınmasını sağlar. Bir film yönetmeni ve usta bir karikatürist olan Tan Oral, Kuzgun Acar'ın dostlarından biridir ve Acar'ın Paris'ten aldığı ödülü şöyle yorumlar: "Bugünün kuşaklarının anlaması zor. O kadar içine kapalı bir Türkiye'de yaşıyorduk ki... Bir Türk sanatçısının Avrupa'da birincilik alması hepimizi müthiş etkilemişti."

Önemli Eserleri
Sanatçı, içinde hep bir isyan ve hırçınlık barındırır. Malzemelerini hurdacılardan toplar ve kaynakçı gözlüğüyle çalışır. Bu nedenledir ki, tüm heykellerinde durağanlığa karşı, hareketli bir tema bulunur. 1970 yılında Kuşlar heykelini Manifaturacılar Çarşısı 1. Blok duvarına asar. Doğal şartlardan bozulan heykelin 2016 yılında restorasyonu yapılır; bir müddet Sabancı Müzesinde sergilendikten sonra tekrar eski yerine döner. Cumhuriyet'in ellinci yılı kapsamında 1973'te Gülhane Parkı'na yaptığı heykel bir süre sonra kaldırılır.

Heykeli Hurdacıya Satılır
Sanatçı'nın bazı eserleri tartışmalara sebep olmuş ve yerlerinden kaldırıp depolara koymuştur. Döneminin en büyük rölyefi olan Ankara Kızılay'daki Türkiye sökülüp bir hurdacıya satılır. 1971 yılında Metalİş Gönen tesisleri için hurda malzemeleriyle yaptığı 13 metrelik rölyef, sonrasında sökülerek bir depoya kaldırıldı, 1997"de hatırlanarak depodan çıkarıldı ve yerine asıldı. 1975 Heykel Sempozyumu için 1940'lı yılların Antalya valisi Haşim İşcan anısına yaptığı dev el heykeli ise, bir süre sonra bir depoya kaldırılmış, uzun zaman sonra Antalya Karaalioğlu parkına yerleştirilmiştir.

Masklar Üretir
1968 yılında Mehmet Ulusoy'un başlattığı sokak tiyatroları için masklar da üreten Acar, 1975'te Mehmet Ulusoy'un davetiyle Paris'e gitti. Ulusoy tarafından sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyun için, savaştan kalma eski çelik ve lastik malzemelerinden ürettiği 140 adet mask, önemli çalışmalarındandır.

Eşi Fersa Acar'ın Gözünden...
Kuzgun Acar'ın eşi Fersa Acar, Almelek Sanat Galerisi açık olduğu yıllarda, tanıdığım ve birlikte çalışma fırsatını bulduğum çok değerli bir dostumdur. Kendisi Orhan Taylan, Su Yücel gibi birçok önemli sanatçının menajerliğini yapmaktadır. Birlikte açtığımız sergilerde çok sohbetlerimiz olmuştur. Kuzgun Acar hakkındaki bu yazıyı kaleme aldığım zaman onunla bizim evde buluştuk ve eski günleri andık. Sanat camiasının dedikodularından sonra, tabi sohbetimizin konusu sevgili eşi Kuzgun Acar'dı... Eski bir tiyatro oyuncusu olan Fersa, eşi Kuzgun Acar'', L.C.0 de tiyatro bölümünde okuduğu yıllarda hocası Beklan Algan sayesinde tanımış. O sıralar Kuzgun, tiyatro için heykel ve masklar yapıyormuş. 1969'da tanışıp, 1970 yılında evlenmişler. Ona nasıl bir insandı diye sorduğumda, öyle bir tutku ile anlatıyor ki, beyin kanaması geçirip ani olarak kaybettiği ve hala unutamadığı hayat arkadaşını... "Kuzgun dünyanın en mütevazı insamydı. Şöyle enteresan bir hadiseyi anlatayım. TRT 1'den çekime geldiler. O zamanlar Gümüşsuyu 'nda oturuyorduk. `Kuzgun Bey kendinizi anlatır mısınız' diye bir soru sordu muhabir. 'Olur' dedi Kuzgun, başladı Onat Kutlar, Can Yücel, Mengü Ertel, Orhan Taylan'ı anlatmaya. `Onlar olmadan asla bir Kuzgun olamaz. İnsan her zaman dostlarıyla var olur ve kimi dost seçtiyseniz karakteriniz öyle belirlenir. Ben tek başıma hiçbir şey değilim...' Bu benim için çok iyi bir öğreti oldu. Kuzgundan çok şey öğrendim. Tabi ailem de çok kültürlüydü. Avusturya Lisesinden sonra yurt dışında okudum. Ama ben her zaman söylerim, Kuzgun'dan insan ne demektir onu öğrendim." Büyük bir zevkle bu büyük sanatçının bilmediğim yönlerini öğrendim. Fersa, eşi Kuzgun'un dostluğunu, yardımseverliğini şöyle anlatıyor: "Kuzgun olağanüstü bir insandı. Bunu ben söylemiyorum, bütün dostları söylüyor. O kadar beyefendi bir insandı ki... Benim babam her odaya girdiğinde Kuzgun ayağa kalkardı. Ama küfürlü konuşurdu. Bir insan o kadar beyefendi olur ve nasıl bu kadar da Tophaneli olabilirdi bilemiyorum. Nerede ne gerekiyorsa içinden o çıkıyordu. Çok keyifli, çok espriliydi. Aramızda 18 yaş fark vardı ama ben ona zor yetişiyordum. Bir yere giderdi, sonra dostlarını toplar eve getirirdi. Onu herkes tanır& Dostları her zaman bizdeydiler. Bizim evde bazen 10 kişi oturduk. Böyle bir hayatımız vardı. Çok mutluyduk. Onu unutmam mümkün değil. Böyle bir insan yok. Cenazesine, taksisine bindiği bir şoför geldi. Sonradan öğrendim, onun çocuğunu okutuyormuş. Yıllar sonra Galata Kulesinin asansöründe çalışan çocuğa rastladım, İş Bankasında müdür olmuş. Boynuma sarılıp, beni siz okuttunuz dedi. Ne kadar çok çocuk okutuyormuşuz. Herkese iyilik yapar, herkese koşardı. Sevgisini çok yoğun gösteren bir insandı."

Kuzgun Acar Anısına...
Kuzgun Acar'ın ölümünün 40. yılı vesilesiyle, Seyhun Topuz, Kuşlar heykel 'nden ilham alarak, onun anısına bir heykel üretti ve SSM' nin Boğaz manzaralı terasında sergilendi. Kuzgun Acar anısına, 2007 yılından bu yana Bursa Nilüfer Beledi yesi tarafından bir uluslararası heykel sempozyumu organize edilmektedir. Sempozyumda, yerli ve yabancı sanatçılar tarafından taş ve beton heykeller üretilmektedir. Bu sene de "Kuzgun Acar 92 yaşında" başlıklı hem Antalya'da hem İstanbul'da paneller düzenlendi. Bu yazımı sanatçının sözleriyle noktalamak istiyorum: "Önce kendi işimde devrime' olmaya uğraşıyorum. Kaçınılmaz bir şey bu. Ben kendi heykelimde bir şey beceremiyorsam bir yeni tat, bir yeni koku, bir yeni inanç koyamıyorsam kime ne söyleyeceğim ki? Önce sevmek gerek... Karşına bir malzeme çıkar, ona sevgiyle yanaştıkça, sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça da seversin. Bir kere sevdin mi, gönlünü verdin mi bu malzemeye, nakış da olur, heykelde, mask da…”