Giriş resmi: Pair of Lovers 1954-55, Marc Chagall

Harika bir Zen öyküsü biliyorum. Önce izin verin onu paylaşayım;
Tapınaktaki talebelerden biri huzurlu ortamı bozmaya başlamıştı. Sürekli arkadaşları ve hocası ile tartışıyor, asık suratla köşesine çekiliyor, zaman zaman öğretileri bile sorguluyordu. 
Sonunda sabrı taşan hocası onu yanına çağırdı;
“Nedir senin ruhunu sıkan? Niye sürekli öfkeli, duygu dolu ve çelişkilisin?” diye sordu. 
Genç bir an konuşup konuşmamakta tereddüt etti sonra da aniden bir zen okulunda olmayacak bir yanıt verdi: “Benim artık amacım zengin olmak hocam, kızmayın ama burada öğrettiğiniz saçmalıklar canımı sıkıyor.” 
Hoca çok şaşırmıştı, bir süre sustu, başını önüne eğdi düşündü ve: “Biz burada öğrencilerimize kendileriyle barışık olmayı ve sevmeyi, sevilmeyi, faydalı olmayı öğretiyoruz. Özgürlüğün ve benzer değerlerin yüceliğini anlatıyoruz,” dedi. 
Genç: “Ailesini barındıramayan, giydiremeyen, besleyemeyen biri bu değerleri ne yapsın?” diye yanıtladı.
O zaman başrahip başını salladı, gülümsedi ve muzip bir bakışla öğrenciye bakıp şu soruyu sordu: “Söyle bakalım. Kime âşık oldun sen?”

Ah aşk...
İnsanı iyi ve güzel anlamda allak bullak eden bir şey şu “Aşk”
“Akıllı adam işi değil” diyecek olanlarınıza içimden şu yanıtı vermek geliyor: 
“Tam tersine, keşke akıllı insanlar yaşamlarının âşık oldukları o harika dönemlerini sık sık anımsasalar. Daha akıllı bile olabilirlerdi!”

Beni etkileyen kitaplardan biri de biyolog Richard Dawkins’in yazdığı “Gen Bencildir” isimli kitaptır.
O kitap ve bu konudaki kitaplar özetle derler ki;
“Yaşam, vücudunuz ve genleriniz, sizin mutluluğunuz ya da mutsuzluğunuz ile hiç ilgilenmezler. Onlar için önemli olan sizin çoğalmanızdır.”
Gerçekten öyledir!
Çoğalmak için -daha doğrusu kaliteli çoğalmak için- de aşk lazım. 

Küçükken annemin mutfakta söylediği bir şarkının ilk sözleri aklıma geliyor:
Kalbe dolan o ilk bakış unutulmaz unutulmaz, 
Sevda ile ilk uyanış unutulmaz unutulmaz.*
...

Evet, öyle bir gün gelir ki, hülyalı bakışlarımız hep güzellikleri seçer, kusurları görmez.
Kulaklarımız hep güzel sözleri, sesleri duyar, bazı aykırılıkları işitmez.
Kendimize bakmaya, şık, akıllı görünmeye özeniriz.
Sevindirmek sevinmekten bile daha coşku vericidir artık.
Şarkılar daha güzel, renkler daha canlı oluverir.
Çiçekler, parfümler, kırmızı kurdeleler girer gündemimize.
Şiir bile yazmak ya da okumak isteriz.
Başka her konu, sorun önemsizdir. Hiç ne yapacağım, ne düşüneceğim, nasıl halledeceğim diye kurmak istemeyiz.
Mutluluk olanca hınzırlığı ile karnımızda bir yerlerde tatlı bir şişkinlik yapar.
Hele bir de sevdiğimizden açık karşılık da görüyorsak dünyanın en yüksek dağlarının zirvelerinde gezer hissederiz kendimizi.

Bunların hepsi seve seve anlatabileceğimiz duygular.
Bir de anlamadığınız, fark etmediğiniz, bilsek de dile getirmediğimiz tepkilerimiz vardır ki evlere şenlik.
Vücudumuzda daha önce hissetmediğiniz hatta varlığını bile bilmediğiniz hormonlarımız zirve yaparlar.
Tenimiz mesaj niteliğinde kokular saçar.
Burnumuz müstakbel eşimizin / aşkımızın kokusunu onlarca koku arasında seçip, beynimize harika kışkırtıcı mesajlar gönderir.
Nefes sanki yetmez olur, iç çekişler alır başını giderler.
“O” yanımızda, civarımızda iken sanki bir elektrik sarar, sarsar bizi.
Göz bebeklerimiz sevdiğimize bakarken büyür, manalarını bir anlayabilsek yüzümüzü kızartacak iç gıcıklayıcı mesajlar fısıldar.

Daha ne anlatayım?
Rüya gibidir aşk.
7-8 yaşlarında iken okulu asıp ilk kez lunaparka gitmiş gibi hissederiz kendimizi.
İnanın, öyle bir macerada bile böyle bir cümbüş ile karşılaşmamışızdır. 

Sevdiğimizin cilveleri, sokulmaları, kazara değen elleri, manalı bakışları, yalnız ikimizin anlayabileceği şakaları, imaları, tavırları, mimikleri...
İşte hepsi yaşamdan çalınan büyülü anlar.
Bütün bunlar olurken ruhumuz, genlerimiz, hormonlarımız, en büyük cinsel organımız olan beynimiz, benliğimiz, tenimiz, tutkularımız hep birlikte harika rüşvetleri birbiri arkasından sunuverirler bize ve büyük kısmımız geri dönülmez (dönmek istenilmez) bir yola gönüllü giriveririz.

Sonra ne mi olur?
Aşkın ve bizim, görevlerimiz tamamlanır, evimiz gül suyu, çocuk bezi, bebe maması ve süt koktuğunda, geceler boyunca “vakit bulup da uyuyabilsem” diye düşündüğümüzde, bir kısmımız “zen öğretileri” ile ilgilenebilir tabi.
Hiç mahsuru yok. Doğa nasılsa görevini tamamlamıştır. 

Evet, kim demiş “aşk çılgınlıktır” diye?
Aşk bizi hedefe kilitler.
Akıllı, farkında, diri yapar.
Yaşamımızın hiçbir döneminde âşık olduğumuz devir kadar çok, kendi benliğimizin farkında olmayız aslında.
Tam anlamıyla yaşadığımızı hissederiz.
Rüşvet de olabilir, bedeli yüksek bir şekerleme de, ama yaşamında en az bir kere aşkı tatmalı insan.
Yaşayamamış olanlar için çok üzgünüm, neler neleri ıskalamışlar. 

Aslında sevgiliye değil aşka âşık olmalı.
Şair boşuna dememiş;
Ben seni değil, seni sevmeyi sevdim...”

* Beste: Erol Sayan / Güfte: Mehmet Gökkaya / Makam: Nihavend / Usûl: Semâî