İki yılı geride bıraktık… Öncelerinde Covid19 diye başlayarak, Delta adıyla devam eden, şimdilerde de Omicron varyantı olarak hayatlarımıza ipotek koyan Pandemi bütün dünyada olduğu gibi hâlâ yakamızı bırakmadı. Bu satırların yazarına gelince… Bilgisayarımla baş başa kalır kalmaz bir proje üretmem gerektiği inancıyla tam iki yıl boyunca, yazdım… yazdım.
Yahudilerin İstanbul’daki kültür mirasının izini sürdüğüm “Bir sabah Galata’da uyandım”, “Çek kayıkçı Balat’a” ile “Kuşaktan kuşağa Kuzguncuk yolculuğum” adlarındaki sözlü tarih çalışmalarım bir İstanbul Üçlemesi oluşturdu. Yahudi mirasını, İstanbul gibi tarihsel bir kentin farklı katmanları, olanakları, çelişkileri ve kapsayıcılığı içinde anlamlı kılmaya çalıştım. Görüşme yaptığım kişilerin atalarının serüvenini, kent içindeki varoluş biçimlerini, eğitim-öğretim hayatlarını, yakın dönemde azınlıklara yönelik uygulanan politikaların hayatlarına ne ölçüde yansıdığını, etnik ve kültürel aidiyetlerinin sınırlarını, Yahudi toplumuna ve geniş topluma katkılarını farklı boyutlarla göstermenin mekânları oldu İstanbul semtleri…
Son olarak, “Baba bize neden Dönme diyorlar?” adlı dördüncü çalışmam geçtiğimiz haftalarda gün yüzü gördü. Bu kez, Kastilya ve Aragon kraliyetlerinin Elhamra Sarayı’nda alınan kararıyla İber Yarımadası’ndan kovularak Osmanlı İmparatorluğu’nda yerleşen Sefaradlar arasından ataları Sabetay Sevi’nin inancını sürdüren Selanikli, Sabetayist, Maamin, Avdeti veya Dönme (Batı dillerinde de çoğunlukla Dönmeh, Doenmeh şeklinde ifade edilmekte) olarak nitelendirilen kişilerin tanıklıklarına başvurdum. Yüzyıllar içinde Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar şeklinde gruplaşan bu insanlar “dışlanma”, “farklı görünme” korkusuyla ketumiyetlerine sıkı sıkıya sarıldılar. Kitabın önsözünü kaleme alan, konusunda uzman, Prof. Dr. Cengiz Şişman görüşmecilerimle gerçekleştirdiğim söyleşilere, kitabın önsözünde şöyle değiniyor:
“… Kitap bütün zorluklara rağmen iç sesini duymaya ve bunu başkalarına duyurmaya çalışan bir grup insanın yüzlerce yıllık suskunluklarının, kendi tabirleriyle ‘ketumiyetlerinin’ yükünden bir şekilde kurtulma çabasıdır. Kitaptaki mülakatlarda anlatılan hikâyeler 17. yüzyılın sonlarında Sabetay Sevi’nin Mesihlik hareketi ile ortaya çıkan ve yüzlerce yıldır çok kimlikli bir yaşam sürdüren bir cemaatin renkli parçalarıdır. Aslında günümüzde buna Cemaat demekten ziyade topluluk demek daha doğru bile olabilir zira, Cemaat mensuplarının arasındaki eski organik bağların çoğu, küçük bir kesim hariç yitip gitmiştir. Burada anlatılanlar kendilerini her şeyden ziyade ‘Selanikli’ olarak adlandırmayı tercih eden bir topluluğun son iki-üç kuşağının hatıraları, aile ilişkileri, kaygıları, öfkeleri, hayal kırıklıkları, sevinçleri, umutları ve belki de daha önemlisi kendilerini keşfetmelerinin hikâyesidir.”
Bu sözlü tarih çalışmam, Yahudilik tarihinde önemli bir rol oynayan Sabetay Sevi’nin takipçilerinin soyundan gelenlerin, genellikle kökenlerini ileri yaşlarında keşfeden çocuklarının, torunlarının, günümüzdeki Dönmelerin son iki-üç kuşağının dinî tarihinden ziyade sosyal, ekonomik ve psikolojik tarihi addedilebilir.
Pandemi’nin tetiklemesiyle yola çıktığım bu yolculuğumun devam edeceğine inanıyorum. Farklı renkleri, farklı bakış açılarını resmetmeyi sürdüreceğime dair kendime verdiğim ant ile…
Sezgi ve keşif yollarımızın hep açık olması dileğiyle…