Her daim çocuklarıma nasıl bir hafızanın mirasını bırakacağım derdinde oldum… Hayatım boyunca, atalarımın izini sürerek, her bir yaşanmışlığın kalbine inerek değerlerimizin şekillenmesinde aidiyetlerimin bilinciyle ilerlemeyi yeğledim.
Aidiyetlerim mi?
Annemin babası Abdullah Fransız bir anne ile Sefarad bir babaya, Halep’te doğdu (1897-1981), Bağdat’ta askeri okulda yetişti. Balkan Savaşı’nda, bir Osmanlı subayı olarak I. Dünya Savaşı’nda Galiçya cephesinde, Alman müttefik ordusuyla birlikte görev yaparak savaştı (1917). Ailesinin büyük bölümü Halep Pogromunun ardından (1947) İsrail’e göç ederek hayatlarını sürdürdüler. Kendisi ise Osmanlı kökenli bir subay, bir Türk vatanseveri olarak yaşadı.
İspanyol Engizisyonu tehdidiyle asırlar boyu yaşadıkları İber Yarımadası’ndan kovulan Sefaradlardan biri olan babamın babası, büyükbabam eczacı Simantov (1861-1926), Hasköy’de doğdu - yaşadı… Çocukları henüz çok küçükken yeni doğan Cumhuriyet’in güvensiz ve karmaşık günlerinin birinde eczanesinden evine dönerken bir meczup tarafından bıçaklandı, öldü.
Babaannem Sultana (1888-1962), tek başına üç evladını sancılı bir dünyada büyüttü. Daha iyi yaşam peşinde olan iki kardeşi, Türkiye’den Fransa’ya göç etmişti. Kardeşi David (1901-1944), II. Dünya Savaşı’nda Fransız direnişinin yeraltı hareketinde Gestapo’ya yakalandı. Kız kardeşi Klara (1914-1944) ise aynı dönemde üç aylık hamileyken Marsilya’da tutuklandı. Her ikisinin sonu Auschwitz olmuştu. Babaannem yaşama veda ettiği güne kadar bu kötülüğü algılayamamıştı.
Raşel Anneanne’min (1904-2002) babası bugün Rusların savaş açtığı Ukrayna’da, Dinyeper nehri yakınlarında doğmuş, Rus Bolşevik askerlerinin bir baskınında annesiyle babasının katledişi esnasında o hala annesinin (ölü) memesini emerken anneannesi tarafından bulunmuştu. Şmil Rabinoviç 13 yaşına geldiğinde, her aileden bir çocuğun ömür boyu askerlik görevi için Rus Ordusuna katılması kuralına uymaması üzere anneannesi ona, “Kaç, kaçabildiğin kadar,” demişti. O da yaya olarak Odesa’ya gelmiş, kendini Konstantinopolis’e getirecek uygunlukta bir geminin yolunu gözleyerek sonuçta kentimize ulaşmıştı. İstanbul’da Aşkenaz toplumunun ileri gelenlerinden biri olarak Terziler Sinagogu’nun ve şimdilerin Aşkenaz Mezarlığı’nın alımında etkin olmuştu.
Ebeveynlerimin, annem Jülyet (1923-2021) ile babam Nesim Doris’in (1917-1992) geçmişini oluşturan böylesi temel taşlardı; hayatların sahne aldığı böylesi bir coğrafyada, böylesi hayatlardı. Bu tarihçenin bütün ayrıntılarıyla olmasa da çocuklarımın, torunlarımın genetik hafızalarının derinliklerinde yer bulduğu aşikâr, aynen hepimizin kolektif hafızasında olduğu gibi…
Özetlenmiş, kısacık bir aile tarihçesi: Sefarad Göçü... Halep… Bağdat… Ukrayna… Bolşevikler… Odesa… Konstantinopolis… Galiçya… Auschwitz…
Bugün, yarın ve her zaman, her durumda empati yaparak umudu diri tutmanın kaçınılmazlığına inanıyorum, aynen Mevlana’nın dediği gibi: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir…” Dil, din, ırk, renk, ulus, etnik köken, soy-sop ayırt edilmeksizin, elbette!