SİNE-YORUM - Neşe Binark


“Her Holokost filmi, Holokost filmi değildir”
Yaşarken, öyle sahnelerle karşılaşırız ki, olan biteni izleme biçimimiz bizi birer kameraya dönüştürür. Kamera bir makinedir, izleyici değil… Tıpkı yaşamı izler gibi film izlemek gerekir. Bir filmi, hakkını vererek izlemek için ise “kendinizi izlerken izlemeniz gerekir”. Sinema yalnızlık içerir, tek başınasınızdır. Bakıyorsunuz ama görüyor musunuz? Bakmak ile görmek arasında fark vardır, sinema bize görmeyi öğretir. Yaşamın yap-boz parçalarını, acılarını, mutluluklarını, ya da insanı insana kırdıran haksızlıklarını beyaz perdede kareler halinde izlersiniz. Beyaz perdenin kara kareleri de Yahudi Soykırımı filmleridir. Dünyanın pek çok yerinde Yom Ha-Şoa ya da Holokost’u Anma Günü kapsamında, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi Soykırımı’nın kurbanları anılırken, sinema sektöründe de yapılan filmlerle izleyiciye o dönem canlandırılır. Schindler’in Listesi, Hayat Güzeldir, Piyanist ve daha sayısız başarılı Holokost filmi varken bir de Holokost filmi seyrediyormuşuz gibi aslında bambaşka filmleri seyrediyor oluşumuz var. Ezcümle, her Holokost filmi Holokost filmi değildir. İşte bu filmlerden biri; The Zookeeper’s Wife (Umut Bahçesi).

“Hayvanat Bahçesi” değil “İnsan Bahçesi”
Yeni Zelandalı film yönetmeni ve senarist Niki Caro tarafından 2017 yılında çekilmiş bu filmde, Varşova’da hayvanat bahçesi çalıştıran Polonyalı bir çiftin, 1939 Nazi işgali sonrasında Yahudi vatandaşlara yardım edebilmek amacıyla hayvanat bahçesini sığınak haline getirişleri, yaşanmış olaylardan yola çıkılarak anlatılıyor. Buraya kadar her şey tamam. Filmi izlemeye başladığınızda ise filmin ilerleyiş biçiminden, anlatım merkezinin ekseninden kaymasından ve kullanılan dilin betimleme mi yoksa aşağılama mı içerdiğinden şüphe etmeye başlıyorsunuz.

Başroldeki Jessica Chastain’in, Marlyn Monroe ses tonuyla, seksapelini ortaya dökecek şekildeki sahte hareketlerine filmin başından sonuna kadar tahammül etmek zorunda kalıyorsunuz. Gereksiz çıplaklıklar, yerli yersiz yatak sahneleri ve tansiyonu yüksek libido enjeksiyonu ile neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Bir dakika, biz bu filmde neyi izliyorduk? Jessica Chastain’in yapmacık oyunculuğu izleyiciyi filmin konusuna yabancılaştırıyor.
Antonina karakteri öylesine abartılıyor ki, hayvanat bahçesinden sorumlu doktor olan kocasının dahi önüne geçirtiliyor. Filmin ilk planlarından itibaren hayvanat bahçesinin tek sorumlusu Antonina imiş gibi gösteriliyor. Karşılıklı diyaloglarında ise ne yapmak istedikleri, neye karar verdikleri belli değil.


Doktor Zabinski’yi görevinde göreceğimiz nadir birkaç sahneden biri

Filmi ya kendi dilinde Lehçe çekeceksiniz altyazılı seyredeceğiz, ya da adam gibi bir İngilizce ile. Rus aksanlı bozuk İngilizce konuşturtmak da nedir? Filmdeki her karakter sussun konuşmasın istiyorsunuz, o derece kulakları tırmalıyor.

Küçük bir oğulları var, her yerde dolaşıyor, başına hiçbir şey gelmiyor mesela. Annesi ile sokakta yürürlerken Yahudi işçilere ağır iş yükü yüklediklerini görüyor ve soruyor: “Anne bu adamlar ne yapıyorlar, katırlar gibi?” Bu ne şimdi? Kurulacak cümle mi bu? Keza filmin diğer bir yerinde Antonina yani Jessica Chastain yatak odası ses tonuyla kocasına şöyle diyor: “Yani burası artık hayvanat bahçesi değil, insan bahçesi”. Buyurunuz hakaret içerikli ikinci cümle!


Antonina yani Jessica Chastain’in filmin ilk sahneleri boyunca kucağından düşürmediği yavru aslanlar ile görüntüsü

Dişi ayı mı yoksa naif bir genç kız mı?
Filmin kurtarıcısı diyorum ben ona, Shira Haas da oynuyor ama gerçekten oynuyor. Başarılı oyunculuklarını Unorthodox ve Shtisel dizilerinde izlediğimiz yetenekli oyuncunun bulunduğu bir sahnede Antonina ile konuşurken kendisine Urszula (dişi ayı) denildiğini söylüyor. İzleyici olarak bir kez daha afallıyorsunuz, dalga mı geçiliyor acaba diye de düşünmeden edemiyorsunuz.

Telef olan hayvanlar gözümüze batırılıyor
Nazi bombalarıyla telef olan hayvanlar seyircinin gözüne gözüne sokuluyor. Kan, bağırsak, et görmekten rahatsız oluyorsunuz. Oysa filmin başındaki mutluluk sahnesinde bu pıhtı haline gelmiş hayvancıkları sevmiştik, onlarla empati kurmuştuk. Gözümüz önünde fili, kartalı, lamayı vurdular. Filmin hangi yerindeydi, ben göremedim de: “Bu filmde hiçbir canlıya zarar verilmemiştir” notu. Filmde gerçek hayvanlar oynuyor, bilginize.

Mantıksız senaryo, ebleh cümleler
Varşova’yı işgal eden Alman kuvvetlerine filmde şöyle bir anons yaptırılıyor: “Alman hükümeti Polonya’yı ele geçirmiştir. Varşova halkının Alman kuvvetlerinin şehre girişini SESSİZCE ve ŞEREFLERİNE YAKIŞIR bir şekilde SAKİNCE kabul edeceğine inanıyoruz”. Bu anonsu, bozuk İngilizce ve tuhaf bir Almanca ile iki kez dinliyoruz. Bu nasıl bir eblehliktir ki, hangi kuşatılmış ülke insanı bu durumu sessizce kabullenir? Bu kabulleniş o halkın şerefini mi şerefsizliğini mi gösterir? İzleyiciye seyrederken ‘yok artık’ dedirten haller, cümleler…


Zabinskiler domuz çiftliği kurma isteklerini Nazi yetkili subayı ile konuşmak üzere karargâha giderlerken

Domuz eti mi?
Ne alaka?
Antonina’nın kocası Doktor Zabinski’nin, domuz çiftliği kurması ve yem olarak çöplerini toplamak amacıyla sınırı geçmesinden sonra gettodaki Yahudi arkadaşlarına birer paket domuz eti götürmesi sizce nasıl karşılanmalıdır? Tuhaf, anlamsız…


Film içinde başarılamayan mesaj verme olayının filmin son sahnesine aceleyle yerleştirilmesi de yapmacık duruyor. Jessica Chastain’in duvara Davut Yıldızı boyaması sahnesi

Sarı yıldız mı, mavi yıldız mı?
Bildiğimiz neredeyse her Holokost filminde aşina olduğumuz, fotoğraflardan geçen bilgiler ışığında sarı Davut yıldızlı kolluklar mavi yıldızlı olarak değişiyor. İzleyici şöyle bir afallıyor.

Bu yüzü saklayamam ya!
Gettoda yaşayan genç bir Yahudi arkadaşının Doktor Zabinski’ye söylediği söz şu: “Bu yüzü saklayamam ya! Nereye gideyim?” Bakıyorsunuz, aktörün yüzünde Yahudi olduğunu belli edecek ne var diyorsunuz? Sıradan Almanlara benziyor. Ayrıca düşünüyorsunuz, bu cümlenin ifade etmeye çalıştığı şey ne? Bu yüz, bu saç rengi vs. vs. Ayırt edici özelliklerini belirtmek istiyorsanız bu şekilde çekmezsiniz bu sahneleri, saç rengini değiştirdikleri, saçlarını boyadıkları için infaz edilen Yahudi kadınları da bu denli güçsüz, kös kös, silahların karşısına diz çöktürtmezsiniz? Kim direnmeden ölüme gider ki?


Gettodan tahliye edilen Yahudi çocukları, ellerindeki bavullar alınıyor, bir mal gibi trene yükleniyorlar

Holokost’u sinemada anlamak
Holokost için çekilmiş sinema filmleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının gerçekleştirdiği Yahudi Soykırımı’nı anlamaya çalışanlar için izleyiciye ışık oluyor. Çok sayıda çekilmiş Holokost filmlerini anlamlandırma çabası ancak beyaz perdeye baktığınızda görmekle olur. Sinemanın gücü etkisindedir. Holokost filmlerinde geçen kareler renkli değil, kara hatta kapkaradır. Bu karanlığın nedenini çözmek ise izleyiciye düşer. En büyük Yahudi gettosunun olduğu Varşova’da neredeyse yarım milyon Yahudi’nin hapsedildiği bir dönemi resmetmesi iddiası ile çekilen bir filmde asıl anlatılması gereken doğru resmedilemiyorsa bunu görüp ayırt edebilmeliyiz. Yapılan her filmi draje kabul edip yutamayız. Bakalım ama görelim.

The Zookeeper’s Wife (Umut Bahçesi) filmini, iyi etüt edilmiş dönem kostümleri, dekorlar, aksesuarlar, iyi çekilmiş film planları, kötü oyunculuklar, odağından sapmış senaryosu ve kötü İngilizcelerini göz ardı ederek izlemenizi öneririm. İzleyelim ve görelim ki, her Holokost filmi Holokost filmi olmayabiliyormuş diyelim.