Haber resmi: Çiçek Açan Badem Ağacı, Vincent Van Gogh

Vincent Van Gogh, o gün son haftalarda her zaman yaptığı gibi eski manastırdaki odasının penceresinden boş gözlerle bakıyordu. Bir süredir yaşama sevincini kaybetmişti. Haftalardır ağır depresyon içerisinde idi.
Kapının yavaşça çalındığını duydu ve arkasını döndü. Odaya giren hemşire ona bir mektup getirmişti. Önce ailesinden her zaman gelen mektuplardan birinin daha geldiğini zannetti. “Yine öğütlerle dolu bir mektup” diye düşündü. İsteksiz açtı ve okumaya başladı. Mektup erkek kardeşinin eşi Johanna’dan geliyordu…

“Sevgili kardeşim,” diye başlıyordu mektup;
“Sana bu kez Fransızca yazmaya karar verdim, çünkü biliyorum ki, kırık dökük Fransızcam senin çok hoşuna gidiyor... Bizi son zamanlarda oldukça heyecanlandıran bir gelişmeden bahsetmeliyim. Şubat ayında bir bebeğimiz olacak. Erkek olmasını diliyoruz. Eğer vaftiz babası olmayı kabul edersen çocuğun adını Vincent koymaya karar verdik...”

Van Gogh o gün, haftalardır kendisini yiyip bitiren sıkıntılarından bir anda uzaklaştı. Pencereden dışarı, kışın puslu havasına, kara bulutlara, yapraklarını dökmüş ağaç dallarına yine baktı.
Ama bu sefer bir başka baktı...
Sonra tuvalini pencerenin yanına çekti ve o an başladığı muhteşem yapıtına, dışarıdaki manzarayı gördüğü, daha doğrusu içinde hissettiği şekilde aktardı.
O gün, masmavi ümit dolu bir gökyüzü, çiçeklenen tomurcuklanan ağaç dalları ile bezenmiş, insanın içine bahar coşkusu veren, “Çiçek Açan Badem Ağacı” isimli eserini yarattı.
O gün Van Gogh taa içindeki sevince göç etmişti.
Çok değil, 3 hafta sonra, şubat ayının başında Vincent Van Gogh, erkek kardeşi Theo’dan ikinci bir mektup aldı. Theo şöyle diyordu:
“Sana artık Amca demeliyiz. Küçük bir erkek yeğenin oldu. Daha önce Johanna’nın yazdığı gibi bebeğe senin adını koyacağız. Dilerim, oğlum senin kadar azimli ve cesaretli olur...”
Van Gogh hemen bir kâğıda bir şeyler karalayıp tek cümle ile cevap verdi:
“Onun yatak odasına asmanız için bir resim yaptım.”
Tek bir cümle. Ve tek bir resim. Fazla söze ne gerek var?
Kışın karanlığına bakıp da insanın içerisinde olan coşkuyu görebilen ve yansıtabilen bir ruh, kelimelerin dar anlamlarında sıkışır mı ki? Ümit dolu öyküler hissettirebilecek bir bebek ve bir resim var artık.
Bir bebek, asla bilemeyeceğimiz bir yerlerden kucağımıza göç ediveren olağanüstü bir mucize değil midir?

Evet, tıpkı Van Gogh’un kendi içinde göç ettiği gibi, hepimizin gönlünde doğada olan mevsimler ve o mevsimlerde değişen mekânlar var. İnsan bunların arasında göç etmeyi bilmeli.
Küçücük odamızdan, doğanın sonsuzluğuna.
Yeisten, ümide.
Hüzünden, sevince.
Öfkeden, huzura.
Hırstan, yetinmeye.
Olmayacak isteklerden, küçük keyiflere.
Zamanın karmaşasından, güzel anılara.
Acı anılarımızın hüznünden, ümidin ışıltısına.
Üretememekten, esine.
Bizi sarıp sarmalayan tutukluğumuzdan, bilinmezin büyüsüne.
Anlamsız kuruntulardan, anlayış ve hikmete.
Çekişmelerden, sevdiklerimizin ruhuna.
Yeknesaklıktan, aşka.
Berelenmiş ruhumuzdan, çocukluğumuza.
Kuru dallardan, badem çiçeklerine...
İçimizdeki kıştan, içimizdeki bahara.

Bizler en çok göç edenleriz, bilir misiniz?

---------

Not: Vincent Van Gogh aynı yıl içerisinde önce tekrar yalnızlığına, kuruntularına, ümitsizliğe ve sonra da haziran ayında henüz 37 yaşında sonsuz derinliğe göç etti.