Sezonda, farklı sahnelerde üç oyunu birden oynayan MURAT MAHMUTYAZICIOĞLU ile, seyircinin en çok ilgisini çeken, dev isim Zerrin Tekindor’un oynadığı Toz’u yazma sürecini ve öncesini, tiyatro serüvenini, oyun yazarlığına nasıl baktığını konuştuk. Onu dinlerken İstanbul’daki tiyatronun dünü ve bugünü de gözümüzün önünden geçti. Keyifli okumalar…

Sizi kendi sözlerinle tanıyabilir miyiz?
İç mimarlık mezunuyum. Ardından Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’nda ve sonra Kadir Has film ve Drama’da eğitim alıp, 2010 yılından beri bir şekilde tiyatronun içindeyim. İkinci Kat başta olmak üzere alternatif sahnelerde hem oyunculuk hem yönetmenlik, hem de dekor, afiş tasarımı - her alanda çalıştım. 2012’de ise ilk oyunum olan Fü’yü yazdım. Fü seyirci ile buluştuktan sonra da daha çok oyun yazmaya karar verdim ve 6 yıl önce de Bam İstanbul’u kurduk. O gün bugündür de hem kendi ekibimle hem de başka tiyatrolarda oyunlarım sahneleniyor.

Sizin tiyatro merakınız nereden geliyor?
Aslında herkesin verdiği cevaba benziyor olabilir. Ben Ankaralıyım. Lisedeyken klasik, ben de tiyatroya meraklıydım, hatta tiyatro koluydum ve Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı isimli bir oyunun seçmeleri vardı, ona girmiştim. Fakat üniversite öncesi annem ve babam bana bakmak zorunda kalmasın, aç kalırım diye düşünerek (gülüyor) iç mimarlığı yazdım ve orayı bitirdim ve sonra tutkuya geri dönüş tabi...


Yazmak hayatınızın neresindeydi?
Aslında bir özenmeyle başladı. İkinci Kat Mısır Apartmanı’nın karşısındayken, Dot’tan esinlenerek, in your face metinleri sahneliyorduk. Sonra, hadi kendi metinlerimizi yazalım fikrine kapıldık. Önce Ebru Nihan Celkan’ın 17.31 isimli oyunu sahnelendi, akabinde Sami Berat Marçalı’nın Limonata adlı oyunu. Ben de Limonata’yı yönettim. Onu yönetirken aklıma iki yaşlı kadını konuşturmak fikri düştü. Ben bunu yazmaya başladım ve Deniz Türkali ile Serra Yılmaz da canlandırdı. Bu oyunu yazma sürecinin ardından bu işin hobi olarak yapılmayacağını anladım ve tam zamanlı bir oyun yazarı olma kararımı da o zaman verdim.

Oyunculuğa geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
Ben kendi oyunlarımı izlerken o kadar heyecanlanıyorum ki, bu, oyunculuktan daha fazla adrenalin veriyor bana. Sahnede olma ihtiyacı hissetmiyorum, belki de olacak kadar iyi de değildim bilmiyorum. Özellikle Bam’la yaptığımız oyunlarda ben de seyirci ile her oyunu izliyorum ve seyirciye bir masal anlatıyormuş hissi çok büyük keyif veriyor.


Bir yandan yazar da yazdığı karakterlerin bir oyuncusu aslında değil mi?
Evet çok doğru. Yazarken bir şekilde bir oyun kuruyor ve ardından o oyunu konuşturmaya başlıyorsun. Yazmak tek başına yaşadığın bir şey ama karakterlerin ilk olarak konuşmaya başladığı yer kafan. Bu arada, benim oyunlarımda çok büyük çatışmalar da yoktur. Bildiğimiz anlamda dramatik çatışma bulamayız. Daha çok durumları gösteririm.

Bu tercihinizin altında ne yatıyor?
Çünkü oyunu hadi bir oyun yazayım ve bir çatışma yaratayım diye yazmıyorum. Benim kafamdaki bir fikir ve biçimden yola çıkıyor. Üç kadın yan yana oturup, bize kendilerinden bahsetsinler gibi… Sonra derinleşmeye çalışıyorum. Bu bana daha gerçekçi geliyor.

Neticede bir kadın hikâyesi ve nasıl tepkiler geldi bu hikâyeye?
Üç sezon oynadı bu oyun Bam’la... Yaklaşık da 130 temsil yaptı. Şimdi de yeni bir kadroyla Şehir Tiyatroları’nda devam ediyor. Evet, bu bir kadın hikâyesi ama bir anne kız kavgası yazarken de alt metinde benim annemle ya da babamla ettiğim bir meselenin yansıması oluyor. Bu kadınlar aynı zamanda benim, benim annem ya da arkadaşım. Bu temsillerle de alternatif sahne seyircisini kırıp daha büyük kitleye ulaşan bir oyun oldu. Zaten kitap ikinci sezonda çıktı ve Habitus Kitap’ın bu desteğiyle de hikâye oyunun da gidemediği yerlere ulaştı. İnsanlar genelde kendilerini bulduklarından bahsettiler ve bu beni çok mutlu etti. Yıllar içinde seyircinin hayatlarına dokunmuş olduğumu gördüm.


Sonra da Şehir Tiyatroları’nda oynamaya başladı değil mi?
Evet. Mehmet Ergen 2020 başında İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına Genel Sanat Yönetmeni olarak geçince, bu oyun da Şehir Tiyatroları bünyesine girmiş oldu ve Şehir Tiyatroları için de alternatif bir oyunun sahnelenmesi bir ilk oldu. Maalesef Mehmet Ergen yapmak istediği daha çok güzel şeyler olmasına rağmen görevden alındı. Ben ona teşekkür borçluyum. Hiç ulaşamayacağımız bir kitleye ulaştık, Fatih’te, Sultanbeyli’de oynadı oyun. Eski versiyonundan oldukça farklı, rejisiyle yepyeni bir oyun, Şehir Tiyatrosu izleyici için bu haliyle bile biraz stabil ve renksiz belki, tabi ki ben böyle düşünmüyorum, ama samimi bulduklarını söylüyorlar genelde izleyenler… güzel bir kitleyle buluştu orada da.

Bağımsız Tiyatrolar ve Şehir Tiyatroları arasındaki farkı nasıl açıklardınız?
Şehir Tiyatroları’nda daha fazla çalışan ve işinin profesyoneli daha çok insan olduğu için kostüm dâhil hiçbir şeyle uğraşmıyorsunuz ama ben biraz ruh hastası bir yönetmen olduğum için o aşamalara bile gidip geldim.

Son oyununuz Toz oldukça ses getirdi. Zerrin Tekindor’la nasıl bir araya geldiniz?
Aslında onlar beni seçti. Zerrin Tekindor ve Hira Tekindor bana ulaştılar. Hira, Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i izlemiş, Zerrin Tekindor da kitabı okumuş. Hira, Amerikalı bir yönetmenin oyununu yapmak istiyordu ve bana bu oyunu uyarlayabilir misin diye sordu. Ben de ona uyarlama yerine yeni bir şey yapmak istediğimi söyledim. Kafamda 60 dakikalık bir metroda yolculuk hikâyesi vardı. İstanbul’da Pendik’ten Hacıosman’a dek giden bir metroda, bir uçtan en uca giderken bu yolculukta bir kadının 1960’larda aile içi şiddetle yoğrulmuş çocukluğunu hatırlaması üstüne bir hikâyeydi bu. Zerrin Tekindor metni o kadar güzel yorumladı ki, bazı kelimeler var oyunda kullandığı, ben yazdım zannediyorum.

Nasıl bir çalışma süreciydi peki?
Aslında oyun pandemi öncesi çıkacaktı ama araya yasaklar girince ertelenmiş oldu maalesef. Hira çok temiz, titiz bir çalışma gerçekleştirdi. Okumalar yaptık ilk başta bol bol. Hira iki yıl boyunca her şeyi danıştı ve sordu, yazara çok saygılı, çok özel bir yönetmen. Ben provalara çok katılamadım. Zerrin Tekindor oyunu çıkardığında ise oyunu birkaç gömlek üste çıkardığını ve yazdığımın ötesinde bir çalışma neticesi görmüş oldum. Bu metinde de parçalı kurgu meselesi var benim oyunlarda… Ben Bam’da yaptığım rejilerde seyirciye daha iyi aksettirmeye çalışıyorum bu farklı karakter hikâyelerini, Toz’da da sahnede benzer bir şey var, ve bu haliyle sahnelenmiş olması beni çok mutlu etti.

Tüm oyunlarınızın çıkışında hiç aklınızdan çıkmayan bir eleştiri oldu mu?
Her oyunumda farklı bir şey duyuyorum ve hepsi kıymetli ama Toz’da hayatında şiddet meselesini yaşamış olanların ayrılık hissi bazı insanlar için çok tanıdık oluyor. Onlar bana gelip “Bu benim hikâyem, hayatımdan bir parça” ya da “Bu ayrılığı çok iyi anlıyorum” dediğinde, içimden “Ben de seni anlıyorum” diyorum. Bu benim için biz büyük bir kalabalığız ve ben kalplere dokunmuşum demek oluyor çünkü.

Bam ismi nereden geliyordu?
Oyunlarda da bam bir vurma efekti olarak geçer ama bunun isimle ilgisi yok aslında. Kurulduğunda Başak, Ayfer ve Melis vardı, onların ilk harflerinden oluşuyor. Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’de onlar oynuyordu. İkinci oyunda Deniz Karaoğlu oyuncu olarak vardı, üçüncü oyunda da Seda Türkmen aramıza katıldı.

Bir yazar olarak meseleniz nedir?
Benim meselem genelde var oluş, ve hayatla ilgili olan soruları seyirciye bir dünya yaratarak sormayı becerebildim. Seyircinin iyi anlamda hisleriyle oynamak, belki de salonun içinde kolektif bir duygu yaratmak benim asıl meselem. Yer yer de kolektif bir sessizlik inşa edebilmek hatta…

Pandemi sürecinde oyunların dijitalleşmeye başlamasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Biz pandemi boyunca oyun oynamadık ama Instagram’da “Evde” serisini yayınladık. Ben ve Emre Yüksel’in kaleme aldığı 8-9 oyunu buradan paylaştık. Bunlardan 2-3 tanesi de Boa Kısalar’da devam ediyor hatta. Pandemi başında bu tip işlere çok tepki geldi ama aslında yapılan her yenilik ve denemeyi ben tiyatrodan kopmamak için yapılıyor, diye görüyorum…

Tiyatronun yerine tabii ki geçmeyecek dijital dünya ama çok para harcanarak, çok güzel işler yaptı birçok insan, ve nasıl yapıldığına bakılarak yaklaşılması gerekiyordu bu meseleye. Özetle ben her tür denemenin tiyatronun kendisine katkısı olacağını düşünüyorum ve bu iyi birşey.

Gelecek projelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dört kardeşten oluşan bir kardeşlik hikâyesi yazmak istiyorum. Aile kavramının kardeşler arasında nasıl bir ayrımcılığa yol açtığını ele alacağım. Gerçi bir süre oyun yazmak istemeyebilirim de... Oyun dışında bir sinema projem var. Ama kesinleşmeden bahsetmek istemiyorum.

Gelelim asıl soruya… Ne olacak bağımsız tiyatroların sonu? Neler yapılmalı tiyatroların kapanmaması için?
Tıpkı yurtdışında olduğu gibi destek fonlarının artması gerekiyor. Çünkü şu an Moda Sahnesi’ne ya da Oyun Atölyesi’ne gelen elektrik faturaları normal değil. Moda Sahnesi bunu ödeyemiyor değil, neden ödemek zorunda bırakıldığının sorgulanması çok daha doğru. Seyirciye düşen görev ise: tiyatroyu sadece bir etkinlik olarak görmemeli. Çok para ödeyerek gittiği garanti oyunların dışında kendisine iyi oyun araştırması yapmalı ve bir liste oluşturup, bu listeyi de paylaşması gerekir diye düşünüyorum.

Peki, siz hangi kitapları ya da filmleri tavsiye edersiniz bize?
Ben şu ara, belki klişe bir söylem olacak ama, klasikleri tekrar okuyorum. Başucumda Balzac var mesela. Ayda birkaç kez de Kadıköy Sineması’na giderek Başka Sinema filmlerini takip etmeye çalışıyorum.

İlham aldığınız hocanız?
Tabii ki Şahika Tekand.

Bu keyifli söyleşi için teşekkürler…