GEZİ - Nazmiye Önder

Fotoğraflar: Şahin Önder

Ushuaia, Patagonya seyahatlerinin vazgeçilmez bir durağı. Arjantin’in en güneyindeki şehir olan Ushuaia, kimilerine göre dünyanın en ucundaki şehir. Bu nedenle “dünyanın ucu” ya da “dünyanın sonu” ifadesini bu şehirde sık sık duyabiliyorsunuz. Ushuaia Limanı’nda yazan “Dünyanın sonu, her şeyin başlangıcı” sözü gezginlere pek çok şey anlatıyor. Antarktika turlarının ve pek çok gemi turlarının çıkış noktası olan Ushuaia, turistlerin merkez üssü olmuş günümüzde. Zaten oldukça küçük bir şehir olan Ushuaia, ihtiyaç duyulan her şeyin uzak noktalardan gelmesi nedeniyle pahalı.

Ateş Toprakları’nı görmek isteyenler ve Antarktika turlarına katılanlar için uğrak noktası… Genelde restoranlar, İspanyollardan kalma bir alışkanlıkla 15.00-19.00 arası kapalılar. Ushuaia oldukça turistik bir şehir olduğundan Hard Rock Cafe dahil pek çok seçenek bulunuyor. Limana paralel olan caddenin üzerinde keşfettiğimiz kafe “General Ramos”, meğer buranın en meşhur kafesiymiş. Yüksek tavanı ve orijinal dekorasyonu ile hemen dikkat çeken oldukça büyük ve ferah bir mekân. Ushuaia oldukça pahalı bir şehir, en pahalı olansa su. Zaman zaman şaraptan bile daha pahalı olduğuna şahit olduk. Her zaman rüzgârlı olan ve Atlas ve Pasifik okyanuslarının arasında Antarktika kıtasının karşısında, yaz ayları bile kış gibi geçen özel kente, aşağıdan yukarıya doğru manzarasına baktığım zaman, And Dağları’nın eteklerine kurulmuş şehir ayrı bir güzel geldi gözüme.


Yamanalar

Ateş Toprakları ve Yamanalar

Yamana dilinde “Doğu’ya bakan koy” anlamına gelen şehir, Macellan tarafından 1520 yılında keşfedilmiş. Dünyanın ucu veya dünyanın sonu olarak anılmakta. Arjantin eyaleti olan Tierra Del Fuego’nun (Ateş Toprakları) başkenti olup Beagle Kanalı’nın kıyısında yer alıyor. Macellan uzun mücadeleler verdikten ve dev dalgaları aştıktan sonra, Cape Horn’dan değil de tesadüfen bulduğu ve daha sonra kendi adını verdiği boğazdan geçerek Pasifik Okyanusu’na ulaşmış. Okyanusun ismi de bu yolculuk sırasında konmuş. Dev dalgalar ile mücadele ettikten sonra ulaştığı bu durgun sulara da “pasif” adını vermeyi uygun bulmuş. Macellan bu topraklara yaklaşırken gördüğü manzaranın, yerlilerin yaktıkları ateş ve bundan kaynaklanan duman olduğunu düşünerek bu bölgeye “Ateş Toprakları” ismini vermiş. Her ne kadar daha sonradan bunun coğrafya ve iklimden kaynaklanan ışık oyunları olduğu anlaşılsa da böyle anılmaya devam edilmiş.
Ushuaia bölgesinin eski sahipleri Yamanalar, kendi telaffuzları ile “Şamanalar” olarak çıkıyor karşımıza. Yamanalar bir kuş cinsine “Alakush” ismini vermiş. “Alakush” uçmayan ördek anlamına geliyormuş. Bu isimler Yamanaların Orta Asya’dan göçtüğünü anlatıyor sanki. Peru’da dinlediğim Orta Asya göçmenleri hikâyelerinden sonra buna hiç şaşırmadım. Kıtaların birleşik olduğu dönemde yürüyerek Orta Asya’dan göçenlerin Amerika kıtasına yerleştiğini biliyoruz. Yamanaların neden bu uç noktayı ve bu soğuk toprakları tercih ettiği bilinmez.

Yamanalar 19. yüzyılda İngilizlerin bölgeye gelişine kadar kendi yaşam tarzlarını sürdürmüşler. Darwin, Yamanaları insan ile hayvan arası bir varlık olarak nitelendirmiş. Yamanaların sonu da diğer yerliler gibi hazin olmuş. Canlandırmalarda neredeyse çıplaklar, denizaslanı derisinden yaptıkları kıyafetleri giyip ısınmak için denizaslanı yağını vücutlarına sürüyorlarmış. İngilizler bölgeye geldikten sonra Yamanalar kalın kıyafet giymeye zorlanmış. Ancak kıyafetler ıslandığında değiştirmeyi bilmediklerinden hastalanıp ölmeye başlamışlar. Açık, sazdan kulübelerde yaşayan halk, barakalarda yaşamaya zorlanmışlar. Açık havada yaşamaya alışkın olan insanlar, kapalı mekânlarda temizlik koşullarına alışık olmadığından bulaşıcı hastalıklar yayılmaya başlamış. Bir de Avrupa’dan gelen salgın hastalıklar bunların üstüne eklendiğinde 6.000 yıl bu topraklarda yaşayan Yamanaların sayısı, otuz yıl içinde binlerden yüzlere iniyor ve sonra da yok oluyor.


Eski Cezaevi Presidio

Eski bir cezaevi: Presidio
Şehirde en önemli yer, Presidio isimli yapı. 1920 yılında kurulan hapishane sayesinde, bölgede ilk yerleşimler başlamış. Mahkûmların geri dönülemez sürgün yeri olan ve hiç kimsenin kaçmayı başaramadığı bu hapishane, 1947 yılına kadar aktif bir şekilde kullanılmış. Sibirya’dan kaçmayı başarmış olan Simon Radowitzky bile buradan kaçamamış ve 21 yıl burada yatmış.

Ağır suçlular ile beraber politik suçluların kaldığı bu hapishanede, Ushuaia’nın soğuk havasından korunmak için koridora sobalar kurulmuş. Hücre kapıları gece kapatıldığından koridor sıcak kalmasına karşın hücreler çok soğuk oluyormuş. Sobalarda yakılacak odunları kesmek için, bugün Tierra del Fuego Milli Parkı olarak adlandırılan bölgeye ağaç kesmeye gitmek, mahkûmlar için en büyük ödül sayılıyormuş. Böylelikle hem hareket edip ısınıyorlar hem de öğlen yemek yeme şansına sahip oluyorlarmış.

Bugün şehrin turizm noktalarından biri olan Museo Maritimo del Presidio, her ne kadar Denizcilik Müzesi olarak anılsa da içeride gezebileceğiniz farklı pek çok bölüm bulunuyor. Müzenin giriş holü bugün kafeterya olarak kullanılıyor. Gezilecek beş değişik pavyon var; cezaevi müzesi, sanat galerisi, Antarktika Müzesi gibi ilgi çekici bölümleri mevcut.


Dünyanın ucundaki tren

Tierra del Fuego Millî Parkı ve
“Dünyanın Ucundaki Tren”
Ushuaia’da mutlaka gidilmesi gereken en önemli yer Tierra del Fuego Millî Parkı. Park 63.000 hektarlık bir alana yayılmış. Her tarafını bir günde gezmek mümkün değil. Bu nedenle, öncelikli görmek istediklerinizi belirlemeniz gerekiyor. Doğayı tanımak ve onunla baş başa kalmak için en güzel yerlerden biri. Bazı trekking grupları parkta kamp yaparak uzun yürüyüş turlarına katılabiliyor.

Biz öncelikle “Dünyanın Ucundaki Tren” ile küçük bir tur attık. 1900’lerin başında hapishanede yatan mahkûmların inşa ettiği 8 km’lik tren yolu... Mahkûmları ağaç kesmeye götüren tren, bugün turistik amaçlı kullanılıyor. Trene binmeden önce verilen tanıtım broşüründe, Türkçe açıklama bölümünü görünce hayli şaşırdık, üstelik broşürün giriş kısmında bize kendi dilimizde rehberlik hizmeti veremedikleri için özür diliyorlar!

Bu keyifli tren yolculuğunun ardından zaman zaman çok zorlu olmayan yürüyüş rotalarını takip ederek nefis göl manzaralarına ulaşıyoruz. Gölün bir tarafı orman, diğer tarafı zirvesi karla kaplı ihtişamlı dağlarla çevrili. Pan-American karayolunun bir parçası olan “Ruta Nacional 3” bu parkta sona eriyor. Parkta ayrıca gezilecek pek çok göl ve seyir terasları var. Faunası, florası çok zengin.

Dağ-bayır gezmekten yorulunca Parkın ortasında yer alan “Alakush” tesislerinde mola veriyoruz. Tesisin camında Alakush’un resmi de bulunuyor ve Türkçe anlamı ile ne kadar özdeş olduğunu anlıyorsunuz. Tesiste kafe-restoran gibi mekânların yanı sıra Yamanaları anlatan küçük bir müze de bulunuyor. Adını Yamanalardan alan bu tesiste mola verdiğinizde mutlaka bu küçük müzeyi gezmenizi öneririm.


“Dünyanın Ucundaki Postane”
Gezimizin sonunda gölün kenarındaki “Dünyanın Ucundaki Postane”ye uğruyoruz. Dilerseniz 30 Peso karşılığında pasaportunuza “El Fin Del Mundo” yani “Dünyanın Sonu” damgasını bastırabilirsiniz. Raflarda bulunan kartpostallardan birini seçip sevdiklerinize ve hatta kendinize dünyanın sonundan bir kart gönderebilirsiniz.

Görülecek Diğer Yerler
Ushuaia’nın simgesi olan deniz fenerini ziyaret etmeden dönemezsiniz. Jules Verne’nin ünlü romanı “Dünyanın Sonundaki Fener” kitabını okuyanlar burayı çok iyi bilirler. Ayrıca satın alınacak günlük turlar ile Beagle Kanalı, Martillo Adası’nı da gezmek mümkün. Martillo Adası’nda penguenleri ziyaret ederek keyifli bir gün geçirebilirsiniz.

Ushuaia’dan, beş gün sürecek bir yolculuk için bindiğimiz gemi ile ayrıldık. Gemi limandan demir aldığında şehri karşıdan görme şansımız olduğunda manzaranın ne kadar muhteşem olduğunu anladık. Her zaman başı dumanlı And Dağları’nın eteğinde kurulmuş küçük ama mağrur bir şehir. Umarım bir dahaki sefere yine buraya yolum düşer ve buradan Antarktika kıtasına yol almak için ayrılırım.