Haber fotoğrafı: Üsküdar'dan Kız Kulesi

Bazı işlerimiz için 10 günlüğüne İstanbul’da idik ve ben de bundan istifa ederek Asya yakasının en tarihî iki semti olan Üsküdar ve Kuzguncuk’a yapılan bir yürüyüş turuna katıldım.

Turumuza, Üsküdar Meydanının tam ortasında yer alan Üsküdar III. Ahmet Çeşmesi ile başladık. Sultanahmet III. Ahmet Çeşmesi ile benzer özellikler taşıyan ve onun gibi Lale Devri eseri olan bu güzel çeşme, Sultan III. Ahmet’in talimatı ile 1728-1729 yılları arasında, Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Dört cepheli çeşmenin her cephesinde Bursa kemerli bir çeşme nişi bulunmaktadır.

Çeşmenin hemen yakınında, meydana hâkim olan Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi bulunmaktadır. Halk arasında İskele Camii olarak da bilinen bu muhteşem cami, 1548 yılında, Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için yaptırılmıştır. Caminin en etkileyici öğesi, yirmi köşeli yeşil bir kubbesi olan mermer şadırvandır.

Üsküdar’daki bir başka anıtsal cami ise 1708-1710 yılları arasında yapılmış olan Valide-i Cedid Külliyesi’dir. III. Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Valide Sultan adına yapılmış olan cami, Mimar Sinan’ın mimari üslubu altında biçimlenmiştir. Büyük bir dış avlunun ortasında yer alan cami, bir iç avluyla bütünleşmiştir ve doğu cephesine ahşap bir cumba biçiminde bir hünkâr dairesi eklenmiştir. Dış avlunun kuzey girişinde sıbyan mektebi ve altında mahya odası ile girişin doğusundaki dış cephede 7 adet dükkân bulunmaktadır.

Üsküdar’dan Kuzguncuk’a doğru sahil yolundan yürümeye başladık. Yolun sahil tarafında, 1923-1925 yıllarında inşa edilmiş etkileyici bir bina olan Nemlizade Tütün Deposu gözümüze çarptı. 1873-1942 yılları arasında yaşamış olan ve 1. Ulusal Mimarlık Akımı’nın (1908-1930) baş mimarlarından biri olan Vedat Tek tarafından yapılmış olan tütün deposu, çok güzel bir şekilde restore edilmiştir ve bir holdingin genel merkezi olarak kullanılmaktadır. Yolun diğer tarafında ise kırmızı tuğladan bacasıyla Beylik Un Değirmeni yer almaktadır. 1858 yılında yapılan ve endüstriyel miras olarak yüksek bir değere sahip olan yapının şu an sadece bacası ve duvarları ayaktadır. Değirmenin hemen yanında, 1798-1799 yılları arasında III. Selim döneminde yapılmış olan Hububat Ambarları yer almaktadır. Bir süreliğine Tekel Müzesi olarak kullanılan ambarlar şu an “İstanbul Devlet Tiyatrosu Tekel Sahneleri” olarak sanatseverlere hizmet etmektedir. Anadolu yakasının en büyük yeşil alanlarından olan Fethi Paşa Korusu’nun girişi de sahil yolu üzerindedir.


Ayios Panteleimon Kilisesi, Kuzguncuk

Kuzguncuk’a varınca bir saatlik bir yemek molası verdik ve daha sonra Kuzguncuk semtini gezmeye başladık. Semtin atar damarı olan İcadiye Caddesi, iki tarafındaki ağaçlarıyla yeşil bir tünel görünümündedir. Caddenin iki yanındaki kafe, restoran ve dükkânlar, buraya bir canlılık getirmektedir. Caddenin yan sokağı olan Perihan Abla Sokak, adını 1980’li yıllarda Kuzguncuk’ta çekilmiş olan Perihan Abla isimli TRT dizisinden almıştır. İcadiye Caddesi boyunca biraz daha yürüyünce karşımıza Ayios Panteleimon Kilisesi çıktı. Kuzguncuk’un en önemli anıtlarından biri olan kilise, 1831 tarihinde ibadete açılmıştır. 1872 yılında yanan kilise, 1890-1892 yılları arasında mimar Nikola Ziko tarafından yeniden inşa edilerek tekrar ibadete açılmıştır. Kilisenin çan kulesi, mimari olarak Dolmabahçe Saat Kulesi’ni andırmaktadır ve 1911 yılında Andon Hüdaverdioğlu tarafından yaptırılmıştır. Genellikle çan kuleleri kiliselere bitişiktir ancak Ayios Panteleimon’un çan kulesi kiliseden ayrı olarak yapılmıştır, bu özellik bana Floransa’nın ünlü katedralini çağrıştırmaktadır.

Kuzguncuk’un en özel yanı ise, hoşgörünün simgesi olarak sahil yolu boyunca yan yana duran cami, kilise ve sinagogdur. İcadiye Caddesi’nin başında bulunan Bet Yaakov Sinagogu’nun yapım tarihi 1878 olarak bilinse de Yahudilerin Kuzguncuk’a gelişi, İspanya’dan kovulduktan sonra Osmanlı topraklarına sığındıkları 1492 tarihine dayanmaktadır. Kuzguncuk, İspanya’dan kaçan Yahudilerin İstanbul’daki ilk yerleşim yerlerinden biridir. Sinagogun yaklaşık 50 metre ilerisinde ise kubbesi ile dikkat çeken 1835 tarihli Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi yer almaktadır. Kilisenin hemen yanı başında ise 1952 tarihli Kuzguncuk Camii’nin kubbesi, kiliseninki ile bir uyum içindedir. Öyle ki, caminin inşasına semtte yaşayan Hristiyan ve Yahudi vatandaşlar maddi ve manevi katkıda bulunmuşlardır.

Kuzguncuk’un bir başka özelliği ve güzelliği, şehrin ortasında insana yemyeşil doğa ve köy atmosferi yaşatan Kuzguncuk Bostanı’dır. Hızla betonlaşan İstanbul’da hala tarım yapılabilen ender yerlerden biridir Kuzguncuk Bostanı. Bostanın ilk tapusu Sultan Mehmet Reşat’a (V. Mehmet) ait iken son tapusu ise İspiro Şore isimli bir Rum’a aitti. Şore’nun oğlu İlya’dan dolayı bostan Kuzguncuklular arasında “İlya’nın Bostanı” olarak da bilinmektedir. Uzun yıllar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan ve yapılaşma tehdidi altında kalan bostan, 2014’ten beri Üsküdar Belediyesi tarafından yönetilmektedir. Kuzguncuk Bostanı, şehirden çıkmadan doğanın nimetlerinden yararlanma fırsatı sunmaktadır.

Üsküdar ile Kuzguncuk birbirlerine komşu olmakla beraber kültürel olarak çok farklıdırlar. Üsküdar’da tarihî doku camiler ve külliyelerden oluşurken Kuzguncuk’ta ise kilise, sinagog gibi Gayrimüslim ibadethaneler göze çarpmaktadır. Bu aslında, İstanbul’u İstanbul yapan değerlerden biri olan dinler arası ar uyumun en güzel simgelerinden biridir.