“Merhaba Macar toprağı,
üstündeki gündüzlere, gecelere,
üstündeki yapraklara
sevdalara, türkülere,
pencerelere
kanatlara, ellere, ayaklara merhaba.”
Nâzım Hikmet

Orta Avrupa şehirleri benim için mevsimlerden kış demektir. Bu şehirlerin arasında, güzellikte ve içtenlikte birinciliği Budapeşte alır. Nâzım’ın “Dünyanın en güzel iki kenti Budapeşte ve İstanbul’dur” sözüne yürekten katılırım.
Tabii Macaristan demek, öncelikle büyük müzik adamlarının memleketi demek. Dünyanın ilk pop starı diyebileceğimiz ikonik Franz Liszt, çok sevdiğim Bela Bartok ve hayranı olduğum, benim için Brahms’ın Macar Dansları’nı en ifadeli çalan piyanist György Cziffra…

Romantik Budapeşte
Müzik, sanat, tarih, mimarlık ve iyi yiyecek-içeceği şehrin her noktasında tadabileceğimiz bu kültür şehri, göz alabildiğince ve yüreğimizi ısıtacak kadar da romantiktir. Hele geceleri… Bir de yılbaşına doğru ise zaman ve Noel hazırlıkları başlamış ise…
Ufacık meydanlara kurulmuş, Hansel ve Gratel masalı gibi bisküviden, şekerlemeden ve çikolatadan yapılmış hissi veren kulübelerden gelen tarçın, vanilya kokuları… Buz gibi havada içimizi ısıtan sıcak şaraplar. Camdan, porselenden, dantelden yapılmış çeşit çeşit süsler. Nugalar, marzipanlar, kurabiyeler… Her şey albenili, her şey lezzetli ama şaşaadan uzak ve mütevazı.

Budin ve Peşte şehri Tuna Nehri ile ikiye ayrılıyor
1849’da açılan Széchenyi Zincir Köprü ile birbirine bağlanıyor. 1526’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilen ve 160 sene Türk idaresinde kalan şehri 1662 yılında ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde buradaki Osmanlı eserlerinden ayrıntılı olarak bahsediyor ancak ne yazık ki, pek çoğu günümüze ulaşmamış. Sokullu Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Mustafa Paşa Camii ve Türbesi, Mimar Sinan’ın eserleri.
Şehrin benim için en hoş yerini dar sokaklar, tarihî yapılar ve Tuna’yı tepeden gören eşsiz manzarası ile Buda Kalesi ve çevresi oluşturuyor.
Seyahatlerimde ve akşam yemeklerinde, beş yıldızlı zincir otelleri tercih etmem. Hem yerel yemekleri hem de yerel dokuyu seviyor olmamdan kaynaklanır sebebi; istisnası ise Hilton Budapeşte Oteli’dir. Buda Kalesi Mahallesi’nin kalbinde, 1895 ile 1902 seneleri arasında şehrin en panoramik görüntüsünü sağlamak için mimar Frigyes Schulek tarafından Orta Çağdan ilham alınarak inşa edilmiş, yedi kulesi ile çok romantik ve fotografik, Balıkçı Tabyası ile neredeyse iç içe olan bu otelin yemekleri, şarapları Macar lezzetlerinden oluşuyor. Geceleri ışıklandırılan Balıkçı Tabyası’nı seyrederek, piyano müziği eşliğinde yenilen, tarifleri Osmanlı mutfağından miras kalan kuru meyvelerle pişirilmiş etleri, gulaşları, ödüllü Macar şaraplarını yudumlamak mideleri fethediyor.
Yine aynı mahallede muhteşem Tuna manzarası ile çok hoş bir atmosfer sunan, masalarda aydınlatmanın şamdanlarla yapıldığı, müşterilerin kapıda kemanlar ve şampanya ile karşılandığı, nişler, kubbeler içinde yemek yenilen Halaszbastya Restaurant, Macar mutfağına çağdaş yorumlar getirerek unutulmaz bir yeme içme deneyimi yaşatıyor.


Otel Gallert
Noel zamanı bu bölgede mini mini ışıklarla dekore ediliyor her yer. Porselenler, dantel satılan dükkânlar, çay-kahve veya sıcak şarap içilecek kafeler var. Keskin soğukta, her şey sanki içimizi ısıtmak için hazırlanmış. Aynı bölgede küçük ve sevimli bir yiyecek içecek müzesini gezmiş, bazıları hareketli yapılmış, eski bira afişlerine hayran kalmıştım.
Buda Kalesi’nden aşağıya, Tuna Nehri kıyısına inersek benim dünyada en sevdiğim otellerden biri olan ve hemen hepimizin izleyip çok sevdiği Büyük Budapeşte Oteli’nin gerçek hayattaki hali diyebileceğim Otel Gallert’e varırız.
St. John Şövalyeleri’nin 12. yüzyılda şifalı sıcak sularında yıkandıkları, 1918 senesinde açılan Art Nouveau otelin eşsiz güzellikteki mimarisi yine bir başka zamanda kaybolma hikâyesi. O zamanki gösterişinden işletme olarak pek çok kaybetmiş olsa da, zarafetinden ödün vermemiş, iyi günler görmüş bu tarihî otelde defalarca kaldım. Adını 11. yüzyılda Macaristan’ın ilk Piskoposundan alan ve mimarlar Ármin Hegedűs, Artúr Sebestyén, Izidor Sterk tarafından tasarlanan otel, Özgürlük Köprüsü’ne ve 1897 senesinde açılan Büyük Pazar’a birkaç dakika yürüyüş mesafesinde.

Otelin termal kaplıcalarının güzelliği dillere destan, büyük efervesan havuz ve ağızlarından sıcacık sular akan aslan heykellerinin olduğu küçük havuzda çok uzun zaman geçirmek ve dinlenmek hem nostaljik hem de romantik bir keyif.
Otelden yürüyerek varılan Büyük Pazar, üç katlı tarihî bir bina ve burada yerel lezzetlerde yiyecekler, ünlü Tokaji şarapları gibi içecekler ve el sanatı ürünleri, hediyelik eşyalar bulmak mümkün. Ben buradan kristaller, cici porselenler, horoz ve çiçek motifli yastıklar aldım.

Vaci Caddesi ve Kahramanlar Meydanı
Yine yakınımızda meşhur alışveriş caddesi, 18. yüzyıldan beri şehrin ticari bölgesini oluşturan, araç trafiğine kapalı Vaci Caddesi, kafeleri ve restoranları ile keyifle vakit geçirilecek bir yer. Bu cadde Noel’de incelikli ve neşeli süsleniyor şehrin her yeri gibi. Güzel bir yürüyüşün ardından varılan meydanda ise masal tadında bir Noel pazarı yer alıyor. Hepsi el emeği yılbaşı süsleri, buz gibi havada dumanı tüten sıcak şarap kazanları, renk renk şekerlemeler ve şekerden daha tatlı melodiler yükseliyor buradan.
Meydanlardan bahsedince şehrin görkemli Kahramalar Meydanı’nı görmeliyiz. Macaristan’ın bağımsızlığı uğrunda hayatını kaybetmiş kahramanlar için yapılan meydanının inşasına 1896’da başlanmış. Macaristan’daki insan yerleşiminin 1000. yılını temsil eden Milenyum Anıtı’nın iki tarafında, iki kanat ve üzerlerinde Macar tarihinin önemli liderlerinin heykelleri var. Meydan, Güzel Sanatlar Müzesi ve Sanat Sarayı ile iç içe. Yine çok yakında büyük spa merkezi Szechenyi var.
Güzel Sanatlar Müzesi bizleri kolayca kendine hayran bırakıyor. 1900-1906 seneleri arasında neoklasik üslupla yapılmış müzede Mısır ve Antik Çağ koleksiyonu, 13. yüzyıldan 18. yüzyıla uzanan ve Titian, El Greco, Rembrandt, Brueghel, Goya gibi devlerin eserlerinin yer aldığı Ustalar Koleksiyonu, Rönesans ve Barok Dönem heykellerinin sergilendiği Eski Heykel Koleksiyonu, son derece kapsamlı bir gravür Koleksiyonu ile empresyonist ressamların eserleri yer alıyor. Ziyaretçisine nefis mi nefis saatler vaat ediyor.


Budapeşte güzel meydanlar şehri
Andrassy Bulvarı’nda Macar Ulusal Opera Binası, Trinity Meydanı’nda 1691’deki veba salgınından korunmak amacıyla yapılmış. Kutsal Üçlü Heykel ve Eski Belediye Binası’nın günümüzde Macar Şarap Evi olarak kullanılan mahzeni, ismini ünlü Macar şair Mihaly Vöröamarty’den alan sakin Vörösmaety Meydanı’nda leziz tatlılara ve kahvelere ev sahipliği yapan Kafe Gerbaud’su ve bütün bu meydanların ve meydanlara varan yolların, yılbaşına doğru ışıl ışıl parlayarak masal masal, tatlı tatlı göz kırpması…

Yahudi izleri
Şehirde dünyanın en büyük sinagoglarından biri, Dohany Sokağı Sinagogu yer alıyor. Dışı 1854-1859 seneleri arasında mimar Ludwig Förster tarafından ve iç kısmı Frigyes Feszl tarafından tasarlanmış. Sinagogun yanında Yahudi Müzesi, Kahramanlar Tapınağı ve arka bahçesindeki Yahudi Mezarlığı var.
2. Dünya Savaşı sırasında 1944 senesi Mart ayında Alman işgaline uğrayan Macaristan’da 400.000 Yahudi kamplara sürülmüş. Yahudilerin kurtarılması için büyük çaba sarf eden İsveçli diplomat Raoul Wallenberg’den adını alan Raoul Wallenberg Holokost’u Anma Parkı’nda Macaristan’ın en önemli çağdaş heykeltıraşı Imre Varga’nun yaptığı ve yapraklarında Holokost kurbanlarının isimlerinin olduğu salkım söğüt şeklindeki Holokost Anıtı önünde durunca, insanlık adına derin bir utanç hissi ile tepeden tırnağa kaplanıyoruz bir kere daha.

Gül Baba türbesi ve köprüler
Bir diğer dinî yapı 996 senesinden beri ayakta olan ve dünyanın en büyük manastırlarından biri olarak kabul edilen, Pannonhalma Manastırı. Hem Orta Çağdan kalma eserleri hem şarap üretimini hem manastır hayatını hissetmek için gezilmesi gerektiğini düşündüğüm bir mekân.
Elbette uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalan şehirde, Kanuni tarafından Budin’e gönderilen, iyiliği ve hoşgörüsü sayesinde halk tarafından hemen sevilen, Bektaşi dervişi Gül Baba türbesini ziyaret etmek, süslemelerini görmek ve ruha verdiği huzuru hissetmek bu seyahatin unutulmaz parçalarından biri. Bu türbe hem Türkler hem de Macarlar tarafından ziyaret ediliyor. İnsanın, geriye iyi bir isim bırakmasının önemini ve nasıl da ırk, din, dilden bağımsız bir değer olduğunu düşündürüyor.
Budapeşte’nin iki güzel köprüsünden geçmeden Budapeşte’den dönülmemeli. Bunlardan biri. Mimar William Tierny Clark tarafından 1849 senesinde yapılan ve şehrin simgeleri arasında yer alan Zincirli Köprü, diğeri ise 1896 senesinde Dünya Sergisi için Janos Faketehazy tarafından ve en yüksek sütununda Macarların mitolojik kuşu Turul’un heykellerinin yer aldığı Özgürlük Köprüsü.


Budapeşte’de benim en gözde mekânım ise 1890-1894 seneleri arasında yapılmış New York Sarayı’nın muhteşem kafe restoranı New York Kafe. İtalyan Barok üslubunda yapılmış bu mekânın freskleri, avizeleri, şamdanları, ferforjeleri, merdivenleri hepsi ayrı ayrı sanat eseri. Tatlıları, pastaları, kahveleri de öyle. Dünyanın en güzel kafesi sıralamasına giren New York Kafeyi bir görünce bir daha unutmak mümkün olmuyor. Sanat, zanaat, şıklık ve zarafetin adresi desem yine de anlatmış olamam. Muhakkak bir tatlı yenmeli, bol fotoğraf çekilmeli ve hayran olunmadan dönülmemeli. Yiyeceklerin sunumunun da çok zarif olduğunu belirtmeliyim.

Müzik
Noel Budapeşte’de köşe başlarında konserler, folklorik kıyafetleri ile dans edenler, binalara yansıtılan ışıklar ve ışık gösterileri, buz pateni pistleri, odun ateşinde pişen yerel tatlılar, çörekler, meyveli brendi palinka… Işıl ışıl, mis kokulu her yer…
Her mevsiminin güzel olduğuna inandığım, kadim tarihinin şehrin her taşına derinlemesine işlendiğini gördüğüm bu şehirde caz, klasik müzik, Çigan dinledim. Buda sokaklarından birinde, meşhur egribikaver şarabını yudumlarken, kemancının masama gelip çok sevdiğim Üsküdar’a Gider iken şarkısını çalışması ile şaşırdım, sevindim, hüzünlendim.
Yolumu Budapeşte’den tekrar geçirip, Macaristan’ın renkli ve cazibeli folklorik hayatını keşfetmek hayallerimi süsler. Ve Macaristan’dan daima kalbimde yine Nâzım’dan şu dizeler ile ayrılırım:
Hoşça kal.
Belki yine gelirim.
Belki ömür vefa etmez.
Ama bilirim, gün olacak, bilirim,
senden bize, bizden sana misafir gidilip gelinecek,
bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi.