Haber Fotoğrafı: Zeus Altarı, Kaz Dağları


Ilık bir Eylül sabahında, İzmir’den bir grup arkadaşla çıktığım bu yolculuğun ilk durağı Ayvalık - Cunda Adasıydı. Bugünkü adı Alibey olan, okulların açılmasıyla, tenhalaşan Cunda Adasının daracık, renkli sokaklarında nostaljik bir yürüyüşten sonra adımlarımız bizi Rahmi Koç Müzesine götürdü…


Rahmi M. Koç Müzesi, Cunda Adası
Rahmi M. Koç Müzesi - Taksiyarhis Kilisesi
Ayvalık ve Cunda Adasında birer tane Taksiyarhis Kilisesi bulunmakta. Ayvalık’ta bulunan kilise günümüzde “anıt müze” olarak kullanılmakta. Cunda Adasında bulunan kilise ise Rumlar tarafından 1873’te inşa edilmiş ve 2014 yılında restore edilerek Rahmi M. Koç Müzesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.


Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık


Dikdörtgen bir plan üzerinde yapılan bina, kubbeli, Bazilika tipinde Neoklasik Mimari tekniği ile yapılmıştır. Dışarıdan renkli ve iç açıcı görünümü, avluya açılan anıtsal kapısı ve sarı renkli sütun başları ile görülmeye değer bir güzellikte olan müzedeki koleksiyon, Rahmi M. Koç Müzesi İstanbul ve Ankara müzelerinin bir benzeri şeklinde oluşturulmuş. Sergide teneke oyuncaklarından buharlı modellere, bebek arabalarından zaman ölçüm aletlerine olmak üzere geniş bir yelpazeye yer verilmiş.


Sevim  ve Necdet Kent Kitaplığı
Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı
Adanın diğer önemli kültür durağı yine Rahmi M. Koç’un girişimiyle kazanılmış Sevim ve Necdet Kent Kitaplığını ziyaret ettik. Adanın tepesinde bulunan ve muhteşem bir manzaraya bakan bu eski manastır şapeli, 2007 yılında Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından restore edilerek, Emekli Büyükelçi Necdet Kent ve eşinin ismi verilmiştir. Necdet Kent, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Marsilya Başkonsolosu olarak görev yaptığı yıllarda, Fransa’da yaşayan Türk Yahudilerini Nazilerden kurtarmıştır. Türk Dışişleri tarafından, Türkiye Üstün Hizmet Madalyası ile, ayrıca Soykırım sırasında Yahudilerin kurtulmasına yardımcı olduğu için İsrail’in verdiği özel bir madalya ile ödüllendirilmiştir.

İda – Kaz Dağları’nın Mitolojideki yeri
Kazdağı, Antik dönemlerde “İda” olarak adlandırılmış ve pek çok önemli olaya ev sahipliği yapmıştır. İsmi Giritli denizciler tarafından, Girit’te Zeus’un doğduğu İda Dağı’na atıfta bulunmak için konulmuştur. Homeros İlyada’da, “Bol pınarlı, vahşi hayvanların anası” olarak İda Dağı’ndan sık sık bahsediyor.

Efsaneye göre, Hera, Afrodit ve Athena’nın katıldıkları Truva Savaş’ına yol açan o meşhur ilk güzellik yarışması burada yapılmış, Tanrılar Truva Savaşı’nı buradan izlemiş ve Afrodit ilk kez burada âşık olmuş. İda Dağı’nın mitolojideki önemini en güzel anlatan örneklerden biri, tüm tanrıların atası olan Zeus ve Olymposlu tanrıçaların en güçlüsü olan Hera’nın İda Dağı’nın zirvesinde yapılan bir törenle evlenmeleridir. Bu evlilik ve sebep olacağı kıskançlıklar, rekabetler mitolojideki birçok hikâyeye yön vermiştir.

Gezimizde Zeus’un Hera’ya âşık olduğu yere, Adatepe köyüne de uğradık. Adatepe Köyü’nün hemen yanı başında bulunan dev kaya kütlesi, Truva’yı gün yüzüne çıkartan Alman maceraperest Heinrich Schliemann ve arkeolog Judeich tarafından İda Zeus Altarı (sunağı) olarak tanımlanmıştır. “Hera, dosdoğru yürüdü Gargaran doruğuna. İda’nın en yüksek tepesiydi bu. Bulutları devşiren Zeus, onu gördü. Görür görmez aşk sardı düşünceli kafasını. Ve Hera, Zeus’un dokuz eşinin birincisi oldu” diye yazmış ünlü ozan Homeros İlyada Destanı’nda.

İda Dağı’nın Troya Savaşı’nda da önemli bir etkisi olmuştur. Tanrılar, bu büyük ve uzun savaşı İda Dağı’nın tepesinden izlerler. Fakat Hera ve Zeus savaşta farklı tarafları desteklemektedirler. Hera, Zeus’u kandırır ve Zeus’un dağın zirvesini bulutlarla kaplamasını sağlayarak savaşa müdahalede bulunmasını engeller.

Kaz Dağları Türk efsaneleri: Sarıkız ve Hasanboğuldu efsaneleri
Sarıkız efsanesi Türkmen köylülerine aittir fakat bu efsane İran’a dek yayılmıştır. Efsanenin farklı versiyonları bulunsa da hepsi bu dağın köyünde yaşayan sarı saçlı ve güzel bir kızın haksız iftiralar sebebiyle Sarıkız Tepesi’nde inzivaya çekilmesine dayanır. Sanılanın aksine, çok iyi bir insan olan Sarıkız burada kazları beslemeye başlar ve bir süre sonra hem ailesi hem de köylüler ona haksızlık etmiş olduklarını anlar. Onu ziyarete giden babası, kızından su ister ve Sarıkız bir çırpıda dağın tepesinden denize dek uzanarak babasına denizden avucuyla aldığı suyu verir. Böylece kızın ermiş olduğu anlaşılır. Sarıkızın mezarının olduğu tepeye Sarıkız Tepe, babasının bulunduğu tepeye Baba Tepe derler.

Kaz Dağları’na ait bir başka Türk efsanesi ise hüzünlü bir aşk hikâyesi olan Hasanboğuldu’dur. Pazarda yetiştirdikleri ürünleri satarken tanışıp birbirlerine âşık olan Hasan ve Emine, evlenmek ister. Ne yazık ki, Emine’nin ailesi bu evliliğe sıcak bakmaz ve Hasan’ın kızlarıyla evlenmeyi hak etmesi için zorlu bir görevi yerine getirmesi gerektiğini söylerler. Bu görev 40 kilo ağırlığındaki bir tuz çuvalını dağın tepesine taşımaktır, ancak narin bir yapısı olan Hasan bu görevi yerine getiremez, olduğu yere yığılıp kalır. Emine onu ararken boynundaki yazmanın gölette yüzdüğünü görür ve sevdiğinin boğulduğunu düşünerek hayatına son verir. Hasan’ın boğulduğu göl Hasanboğuldu adını alır ve böylece bu hüzünlü efsane günümüze kadar gelir.



Truva Antik Kenti
Truva Antik Kenti, İzmirli ozan Homeros’un İlyada ve Odyssia adlı destanlarının anayurdu olan ve Truva Savaşının gerçekleştiği, Kral Priam’ın kentidir. Troya Antik Kenti UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 1998 yılında girmiştir. M.Ö 3000 yılına kadar uzanan tarihî geçmişi ile dünyanın en ünlü arkeolojik alanlarından biri olan kent, Çanakkale il sınırları içinde yer almaktadır.

Eteklerinde Troya’nın kurulduğu Kaz Dağı, Troya Savaşı’nın da nedeni olan dünyanın ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir. Güzellik yarışmasına katılan güzeller Hera, Afrodit ve Athena’dır. Seçici görevini üstlenen Paris, kendisine Sparta kralının karısı Helena’yı vadeden Afrodit’i seçer. Paris’in Helena’yı kaçırması da savaşı başlatır.

Yakın bir tarihe kadar sadece Homeros’un hayal ürünü olduğu düşünülen Truva kenti, önce 1863’te Frank Calver’le başlayan, 1871’de Heinrich Schliemann adında bir Alman hazine avcısının Kral Priam’ın saklı hazinelerini bulmak amacıyla yaptığı bilinçsiz kazılarıyla ortaya çıkar. Kazılar 1893’te Wilhelm Dörpfeld ve 1988’te Arkeolog Carl W. Blegen ile devam eder. Schliemann 1873 yılında “Priamos Hazinesi” olarak isimlendirdiği toplam 8.833 parçadan oluşan hazineyi bulur ve Yunanistan’a kaçırır. Shchlimann’ın ölümünden İkinci Dünya Savaşına kadar Berlin Müzesinde sergilenen Troya Hazineleri savaş sonrasında kaybolur. 1993 yılından itibaren savaş ganimeti olarak Rusya’ya götürüldüğü açıklanır ve Moskova Puskin ile St. Petersburg Hermitage Müzelerinde sergilenmeye başlar.

Troya’da 1871 yılından itibaren yapılan kazılar, kentin tarihi boyunca defalarca kurulup yıkıldığını ortaya koymuştur. Dokuz kent katmanının yanında 42 yapı katı ortaya çıkarılmıştır. Daha sonraki yıllarda devam eden kazılar sonucu, tiyatro, hamamlar, çeşitli buluntular ile son derece gelişmiş bir kanalizasyon sistemi ve yapı temellerine de ulaşılmıştır.

Truva Müzesi
Hayranlıkla izlediğim bu muhteşem müzeyi bu yıl iki kez gezme imkânını buldum. 2013 yılında inşasına başlanılan, 90.000 m²’lik büyüklüğe sahip olan Troya Müzesi, teşhir, depolama, idari birimler, sosyal donatı mahalleri ile açık teşhir, peyzaj ve ziyaret alanlarından oluşmaktadır. Müzeye girişiniz bir rampa ile aşağı doğru inerek başlıyor. Rampanın duvarlarındaki nişlerde Troya’nın farklı katmanları büyük boy görsellerle sergileniyor. Ziyaretçiler müzeyi gezerken yedi başlığa bölünmüş bir hikâyeyi takip edebiliyorlar. Troas Bölgesi Arkeolojisi, Troya’nın Tunç Çağı, İlyada Destanı ve Troya Savaşı, Antik Dönemde Troas ve İlion, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemi, Arkeoloji Tarihçesi, Troya’nın İzleri.



Müzenin corten yani paslanmış metal kaplı bir yapıda olması, içinde sergilenen ürünlerle kendine has yaşanmışlık duygusunu yansıtmasını sağlıyor.

Avrupa Müze Forumu – EMF tarafından verilen ve en saygın müzecilik ödülleri arasında yer alan Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü’nün sahibi, 2020 yılında Troya Müzesi oldu. Müze’de, 52’si açık, 1.712’si de kapalı alanda olmak üzere toplamda 1.764 eser sergileniyor.

Kaz Dağları, havası oksijen zenginliği bakımından, Alpler’den sonra dünyanın ikincisi konumundadır. Türkiye’nin en büyüleyici, doğal güzelliklere sahip bölgelerinden biri olan Kaz Dağları, efsaneleriyle, zengin fauna ve florası, antik kentleriyle, müzeleri ve renove edilen köyleriyle, her sene bütün dünyadan ziyaretçi çekmektedir. Yolunuz bu yöreye düşerse, tertemiz doğada yürüyüşler yapıp ruhunuzu dinlendirebilir, büyük şehirlerin stresinden kurtulup, Adatepe, Tahtakuşlar, Yeşilköy gibi adeta cennet, sakin köylerinde kalıp doğanın tadını çıkarıp, organik ürünlerle beslenebilirsiniz.

Maalesef son yıllarda, Kaz Dağları ve Madra Dağı, siyanürlü altın konusuyla gündemde: Çevrede yürütülen maden arama faaliyetlerinin, çalışma yapılacak alanın bitki örtüsünde ve faunasında tahribat yapacağı, bölgede yaşayan hayvanların yer değiştirmesine neden olacağı düşünülüyor. Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu’nun “Kaz Dağları ve Madra Dağı’nda siyanürlü altına hayır” sloganıyla yürüttüğü faaliyetlerin başarılı olacağını ve Deniz Turizminin yanı sıra, Eko-Kültür, Termal ve Sağlık Turizmi olanakları ile “Dünya Kültür Mirası” olan bu yörenin korunacağını ümit edelim.