Batı Anadolu ve Güney Marmara’daki tarihi ve doğal güzellikleri görmek amacıyla 12-16 Ekim tarihleri arasında turistik bir geziye katıldım. Bu gezide, Lidyalıların başkenti olan, Kral Yolu’nun başlangıç noktası ve dünyada ilk paranın basıldığı yer olan Sardes Antik Kenti, Zeus Tapınağı ile ünlü Aizonai Antik Kenti, “Anadolu’daki Avrupa” lakaplı Eskişehir ile 1326-1365 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan Bursa’yı gördük. Son olarak İznik’i ziyaret ettikten sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’na geçtik ve Bodrum’a geri uçtuk.
Gezip gördüklerimi tek bir makale ile anlatmaya kalksam çok uzun olacağından bölüm bölüm anlatacağım.
Sardes Antik Kenti
12 Ekim sabahı çok erken bir saatte tur otobüsüne bindik. Kahvaltı ve öğle yemeği molalarını içeren uzun bir yolculuktan sonra ilk durağımız olan Manisa ilindeki Sardes Antik Kenti’ne geldik. Kral Yolu’nun başlangıç olması ve ilk paranın basıldığı yer olması nedeniyle tarihi önemi büyük olan Sardes’te en eski yerleşimin Geç Bronz Dönemi’ne (M.Ö 1400) ait olduğu keşfedilmiştir. M.Ö 547 tarihinde Anadolu’nun Persler tarafından fethedilmesi ile Sardes, Perslerin önemli bir merkezi haline getirilmiştir. M.Ö 334 tarihinde Büyük İskender’in fethi sonrası şehir Artemis tapınağı, tiyatro ve diğer kamu yapıları ile Helenistik bir görüntü almıştır. M.S 1.-7. yüzyıllar arası dönem ise Sardes’in Roma hakimiyeti altında olduğu dönem olmuştur. Daha sonraları şehir küçülmüş ve 19. yüzyılda bir köy haline gelmiştir.
Sardes’te ilk arkeolojik kazı çalışmaları 1910-1914 yılları arasında ve 1922 yılında Amerikan Sart Kazı Cemiyeti adına, Princeton Üniversitesi’nin Profesörü olan Howard Crosby Butler tarafından yapılmıştır. 1958 yılında ise, Harvard Üniversitesi Profesörü George Hafmann tarafından kurulmuş olan Sart Amerikan Hafriyat Heyeti, kazı çalışmalarına günümüzde de devam etmektedir.
Artemis Tapınağı
Antik kent alanında Artemis Tapınağı’nın kalıntıları göze çarpmaktadır. Artemis Tapınağı’nın inşası 800 yıl sürmesine rağmen, asla tamamlanamamıştır. Tapınağın tamamlanmış olan sütunları, yapının doğusundaki yüksek kaideler üzerinde yer almaktadır. Tapınağın güneydoğusundaki moloz taş ve tuğla yapı, Artemis kültürünün terkedilmesinden sonra 4. yüzyıldan başlayarak 600’lü yılların başına kadar kilise olarak kullanılmıştır. Kilisenin klasik tapınak içine inşa edilmiş olması, Hristiyanlığın 4. yüzyılda yaygınlaştığını belirtmektedir. Arkeolojik yerleşkenin yakınında ise 1911 yılında Howard Crosby Butler tarafından alana getirilen ve 1914 yılına kadar arkeolojik blokların kaldırılmasında kullanılan İngiliz yapımı vinç, bir “endüstriyel miras” olarak göze çarpmakta.
Hamam-gimnazyum kompleksi
Aynı bölgede bir de hamam-gimnazyum kompleksi bulunmakta. Burada doğu-batı doğrultusunda uzanan bir Roma caddesinin kuzey yanı boyunca tuvalet, restoran, boya dükkânı gibi amaçlarla kullanılmış binaların kalıntıları sıralanmakta. Caddenin güney yanında ise İran’daki Susa şehrine uzanan 2400 kilometrelik Kral Yolu’nun başlangıç noktası olan iki sütun yer almaktadır. Gene buradaki sinagog 1962 yılında keşfedilmiştir. Geç Antik Dönem’in en büyüğü olan ve M.S. 7. yüzyılda terkedilmiş olan sinagogdan geriye bir kare plan üzerinde sıralanmış sütunlar ve bunların tam ortasındaki etkileyici vazo yer almaktadır. Yakında ise hamamın anıtsal sütunlu ön cephesi ve bunun arkasında hamam havuzlarından biri yer almaktadır.
***
Kula’nın dar sokakları
Tekrar otobüse bindik ve ilk gecemizi geçireceğimiz Uşak yolunda iken Kula’da mola verdik. Burada Kula’nın tarihi merkezinde bir yürüyüş yaptık. Kula’nın sokakları o kadar dar ki, birçoğuna otomobil girememekte. Bu yüzden Kula sokaklarında yoğun bir motosiklet trafiği var, hatta dükkân sahipleri mallarını sepetli motosikletlerle taşımakta. Sokakların her iki yanında ise rengarenk cumbalı ahşap evler sıralanmakta. Bu evlerin bazıları Türk mimarisi iken diğerleri Rum mimarisi. Türk mimarisi evlerde kapıdan geçtikten sonra bir avlu yer alıyor, ondan sonra salona giriliyor. Rum mimarisinde ise kapı doğrudan salona açılmakta. Kimi sokaklar öyle dar ki, karşılıklı evlerin cumbaları birbirine dokunacak kadar yakın durumda. Öyle ki, insanlar bu cumbalardan birbirlerine karşılıklı yemek ikram etmekte. Bir çay-kahve molası için tarihi Beyler Evi’ne uğradık. 18. yüzyıl mimari özelliklerini taşıyan ve saçaklı bir çatıya sahip Beyler Evi Hülya Avşar, Meral Orhansoy ve Kenan Kalav’ın oynamış olduğu, 1984 çıkışlı “Tutku” adlı filmine de ev sahipliği yapmıştır.
Uşak
Uşak’taki otelde geceledikten sonra ertesi sabah ilk olarak Uşak Müzesi’ni ziyaret ettik. Bu müzede Uşak’ın Paleolitik Çağ’dan Cumhuriyet Dönemi’ne kadar olan tarihi anlatılmakta. Müzede sergilenen eserlerin en önemli olanları, 1960’lı yıllarda Uşak’ın Güre Köyü ile Manisa’nın Kırkağaç İlçesi’nde kaçak kazılar sonucu bulunan ve büyük bölümü gümüş olmak üzere altın, bronz ve pişmiş toprak kaplardan oluşan 450’nin üzerinde tarihî eserdir. Bu eserlerin bir bölümü 1966-1968 yılları arasında jandarmanın el koyması sonucu Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır ancak çoğu ABD’ye kaçırılmış ve New York’taki Metropoliten Sanat Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır. 1984’te düzenlenen bir sergide tanıtılan bu eserlerin Türkiye’ye geri getirilmesi için 1987 yılında T.C. Kültür Bakanlığı harekete geçmiş ve New York Eyalet Mahkemesi’nde dava açılmıştır. Davanın sonunda Metropoliten Sanat Müzesi ikna edilmiş ve Ekim 1993’te Türkiye’ye geri getirilen eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır. 14 Şubat 1996 tarihinde ise eserler Uşak’a nakledilmiştir. Bu eserlerin en önemlisi, M.Ö 6. yüzyıla ait kanatlı bir denizatı broşudur. Müzede bunların yanında Lidyalılar’ın giyim, kuşam, yeme, içme, müzik, eğlence gibi etkinliklerini anlatan balmumu heykeller sergilenmekte.