SÖYLEŞİ - Dr. Shirli Ender Büyükbay

Henüz 17 yaşındayken Barcelona’da İsak Andiç’le yolunun birleşmesiyle büyük bir ticaret yolculuğuna çıkıyor, birlikte marka oluşturuyorlar ve bugünlere getiriyorlar… Hayatının yarısından çoğunu bu “iş-evliliğine” adamış… 110’dan fazla ülkeye giderek dünya devi hazır giyim markasını dünyaya yaymış… Kendisi Mango’nun baş aktörlerinden, 70 yaşında, aktif ve dinamik bir dünya vatandaşı… İşte İsak Halfon…


Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Kuruluşundan bugünkü global marka oluşuna kadar Mango’nun kilit kişilerinden biri olmanın hikâyesi çok ilginç… Nasıl, nereden başladınız?
1970’te Barcelona’ya geldiğimde İsak Andiç ve ailesiyle tanıştım. Aynı yaşlarda olduğumuz için çok yakın arkadaş olduk. Liseyi bitirdikten sonra İsak işletme, bense kimya mühendisliği okumaya başladık. Bir ay sonra işletmenin ona göre olmadığını anladı, okuldan ayrıldı ve Türkiye’den gemiyle tekstil ürünleri getirip burada satmaya başladı. Bu al-sat işinin güzel olabileceğini düşünerek 1973’te Balmes Caddesinde üç katlı (bugünün küçük AVM’leri gibi) bir “mercadillo” içinde ufacık bir dükkân açtı. Sonrasında iki dükkân daha açtı. Bu arada ben de okulu bitirdim -kimyayı bırakıp turizm okuluna geçmiştim. Bir sene kadar araba kiralama şirketinde çalıştıktan sonra bir gün, bana “Gel beraber çalışalım bir şeyler yapalım” dedi. Dört küçük dükkân ve bir depo vardı, benden “tedarik zinciri” işlevini gören depoda durmamı ve ne iş olsa yapmamı istedi. Ben de kabul ettim. İşte böyle başladık.

İlk mağazayı da 1974’te La Ramblas caddesinde “Isak” ismiyle açtık. İlk defa, ufacık dükkânlardan farklı olarak, 200 metrekarelik normal bir mağazaydı bu. 1975-76’da Puerta Ferisa’da “Roxy”, ardından 1977’de Porta del Angel’de “Palmera” mağazalarını açtık. Stock isimli üretici fabrikadan bütün bir koleksiyonu alıp üç mağazamızda satıyorduk. Sonra Valencia’da mağaza açtık. O zamanlar multi-brand anlayışı yoktu, biz de toptan satış için Trafalgar caddesinde 500 metrekarelik bir mağazayla süpermarket usulü satışa başladık. Bu şekilde toptan mal sattığımız 3-4 müşterimiz oldu.


Peki, Mango’nun başlangıç hikâyesi… Nasıl, ne zaman?
Toptan satışların ardından Benetton gibi birkaç markanın da çıkmasıyla, biz de toptan satacağımıza, bir marka yaratalım dedik ve Mango doğdu. Bizden mal alan birkaç müşteri, aynı malı komşuya satıyoruz diye şikâyet ediyordu. Onun üzerine, şikâyet etmek yerine müşterilere Mango mağazası açmalarını önerdik; böylece kendi dükkânımızın yanında, yavaş yavaş franchise mağazaları açarak Mango yaygınlaşmaya başladı. Mango, ismiyle de başarılı bir marka oldu; hem anlamı ve okunuşu her dilde aynı olduğu için, hem de akılda kaldığı için…

Sizin Mango’daki rolünüz neydi?
Beraber yaratmış olduğumuz Mango’da öncesinde toptan alım satım işine bakıyordum. Sonra alım departmanını kurduk. Dünyanın çeşitli yerlerinden mal almaya başladık. Başta, Türkiye sonralarıysa Hong Kong ve dünya üretim fabrikalarından mal almaya gidiyordum. İlerleyen süreçte bu seyahatleri tasarım ekibiyle birlikte yapmaya başladık. Sonrasında, büyümeden sorumluydum, worldwide franchise işine bakıyordum.

38 senelik bir serüvenin ardından 2014’te Mango’dan ayrıldınız ve yeni maceralara atıldınız. Süreci paylaşır mısınız?
Ayrıldığımda çok kişi şaşırdı, “Buranın demirbaşısın, nasıl ayrılırsın?” dediler. Yaşam eğrisi gibi, her şeyin bir sonu var. Çok büyük ekiplerle, dünyanın her yerinden profesyonellerle çalışıyorduk. Zamanla bazı şeyleri ayrı düşünmeye ve görmeye başladık. Artık 64 yaşımdaydım ve fikir ayrılıklarımız giderek ilişkileri zorlayıcı hale dönüştürmeye başlamıştı. Her şeyden önce İsak ile derin ve değerli dostluğumuz vardı. İş yapmak yerine arkadaşlığımıza devam etmeyi tercih ettim.

Bir nevi evlilik sona erdi demek. Sonrasında…
Evet, 38 sene süren bir “mesleki evlilik” haliyle rutine ve profesyonel durağanlığa yol açar. Durağanlık ve fikir ayrılıkları beni bu yöne doğru itti. Bir müddet Suudi Arabistan’dan Alhokair ile genişlemeden sorumlu Genel Müdür olarak çalıştım. İki sene sonra ayrıldım. Artık danışmanlık yapıyorum, Türkiye’deki şirketlerle çalışıyorum. Bir de farklı sektörler ilgimi çekiyor; yeme içme sektörüne girdim, İngiliz bir şirketle çalışıyorum; Madrid’de bir yazılım firmasıyla çalışıyorum; Riga’da bir kozmetik firmasıyla bir proje üzerine çalışıyoruz. Oldukça heyecanlı ve dinamik gidiyor.


2020 yılı verilerine göre 96 lokasyonla dünyada Mango’nun en çok mağazası olduğu ülke Türkiye; hatta franchise mağazasının da en az olduğu… Bunun arka planında Türk kökleriniz ve Türkiye’yle olan duygusal bağınız olabilir mi?
Biz stratejik olarak tüm mağazalarımızı franchise ile açıyoruz. Türkiye’de de ilk mağazamızı franchise ile İstanbul Akmerkez’de açtık (1997), sonrasında devraldık. Kâr marjlarını yüksek tutmaya çalışıyorduk ama Türkiye’nin çok rekabetçi bir pazar olması bizi fiyatları düşürmeye itti. Hatta Ankara’da bir başka franchise dükkân daha açmıştık ve kâr marjlarını koruyamadığımızı görünce Ankara mağazasını da devraldık. Türkiye, mağazalarımızı kendimizin açtığı tek ülke. Satışlar iyi gidince de çok dükkân açtık. Ama tabii ki bunun, Türk oluşumuzla büyük ilgisi var. Türkiye ile bağımız her zaman çok sıcak…

İsrail’de de azımsanmayacak sayıda mağazanız var…
İsrail’de dükkânı açtığımız gün İsak Rabin’i öldürdüler (4 Kasım 1995). İlk dükkânları Hamaşbir zincir mağazalarıyla açtık. Aslında mağaza içinde değil de münferit açmamız lazımdı, çünkü satışlar beklediğimiz gibi gitmiyordu. Sonunda dükkânları aldık ve kendimiz yürüttük. İsak Andiç üç memlekete kendi bakmak istiyordu: Türkiye, İsrail ve Japonya. Ben de “buyrun” dedim.

İsrail’de para kazanmak zordur. Şimdi, güzel bir grupla -Fox grubuyla- çalışıyoruz… Daha doğrusu çalışıyorlar [gülüyor].

Profesyonel veya özel hayatınızda almakta en çok zorlandığınız karar neydi?
Mango’dan ayrılmaktı. Onca yıl sonra başka bir şirketle çalışmayı düşünmek bile zordu. Vermekte en çok zorlandığım karar diyebilirim. Mango benim için her şeydi; çok çalıştım ve benimmiş gibi sahiplendim. Fakat son zamanlarda çok baskı ve stres vardı, fikir ayrılıklarımız vardı. Bunları fırsata dönüştüremiyorduk. Bu da beni yoruyor ve canımı sıkıyordu. Tabii ki hiç de kolay olmadı, birçok gece uyumadım, kafamda tarttım biçtim…

Kararınızı vermek ne kadar sürenizi aldı?
Aşağı yukarı altı ay sürdü. Mango’nun kuruluşundan, ayrılmayı düşündüğüm günlere kadar tüm yaptıklarımızdan büyük keyif aldık. Ama son dönemde ne “oyun” ne de eğlence kalmıştı. Her şey zorlaştı. Kendini tekrar eden bir kısır döngü vardı. Mango içinde rolümü ve varlığımı sorgulama noktasına gelmiştim. Yani, şartlar ve ortam beni çıkmaya itti. Çok keyifli 38 yıllık çalışma hayatını ve harika bir dostluğu tadında bırakma arzusu, Mango’ya olan sıkı sıkıya bağlılığımın yanında ağır bastı.

Şu anda Mango’yu nasıl görüyorsunuz?
Ben ayrıldıktan sonra başta işler pek iyi gitmedi. Benim yerime gelen kişi de bir sene sonra ayrıldı. Şu anda Mango çok iyi gidiyor. Profesyoneller tarafından yönetiliyor, kurumsallaşmaya doğru ilerliyor. Yeni projeleriyle de daha dinamik ve kapsayıcı bence. Mesela son dönemde He by Mango açıldı, Mango Kids, online Mango Home açtı, şimdi de Teens by Mango... Bu atılımlarından dolayı İsak’ı çok takdir ediyorum. Zaman zaman bana danışır, ben de ona fikir veririm. Yeni projeleri üzerine hep konuşuruz. Yani, Mango’dan çıkmış olsam da gönülden daima içindeyim…

Bu yıllara ait en değerli bulduğunuz kazanım nedir?
Biz işi işte yaparken öğrendik. Ticareti el yordamıyla deneme yanılmayla yürüttük, her gün bir yenilik getirdik, anlık yenilikçi fikirler veya uygulamalar katarak MBA derslerinde “case study” niteliğinde vakalar yaşadık. Aslında biz yolculuk içinde ustalaştık; her gün yeni bir şey, fikir, yönetim biçimi öğreniyorduk ve hayata geçiriyorduk.

Franchise işine bakmanın sorumluluğunun yanında dünyayı görme, tanıma, farklı kültürlerden insanlarla etkileşim içine girme fırsatı yakaladım. Mango’yla bu yolculuğumda hayatımın her anlamında kendimi Master yapmış sayıyorum.

Ve tabii ki farklı kültürlerden insanlarla iş yapınca öğrenme süreci de bazen şaşırtıcı oluyor. Suudi bir müşterimle toplantım olacaktı. O gün hasta olduğum için görüşmeyi evden yapmak üzere evime davet ettim. Adam çok nazik bir beyefendiydi. Evime geldi, çocuklarımla tanıştırdım, karımla tanıştırdım. Eşimin yüzüne bile bakmadı, çok kaba buldum. Halbuki uzun zamandır tanıyordum ve anlamakta zorlanmıştım. Ayrılırken çocuklarıma hoşça kal dedi, ama eşime gene hiçbir şey söylemedi. Sonradan anladım ki, bana olan saygısından karımın yüzüne bakmamayı seçmişti. İlk başta şok edici derecede kaba gelse de, derinden bakınca ne kadar da saygılı bir davranış olduğunu anladım. Bu tip olayları yaşadıkça kültürel farklılıkları ve normları anlamayı, saygı duymayı öğrendim.

Son olarak gençlere tavsiye edeceğiniz nasıl bir mesajınız var?
Bence artık kural yok, her an her şey değişebiliyor, yeni şeyler çıkıyor. Gözlerini dört açmalı, etrafta olup bitenin farkında olmalılar. Oturup gözlemlemeli, yeni fikirlere algılarını açmalı, içinde barındıran potansiyeli görmeliler.

Büyük dönüşümden geçiyoruz. Bir gün gelebiliyor, oyunun kuralları tümüyle değişebiliyor, ezberler bozuluyor, bildiğimiz tüm yöntemler işlevsiz kalabiliyor. Mesela online perakende firması Shein ansızın çıktı ve hazır giyim sektöründeki tüm ezberleri bozdu. Eskiden GPS vardı, bugün akıllı telefonlardaki uygulamalar aynı işi görüyor; faks makinesi vardı, yok oldu. Bunların hiçbiri de çok eski zamanda kalmış değil. Sonuçta bildiğimiz, düşündüğümüz, öğrettiğimiz her şey çok kısa bir zaman sonra yanlış veya geçersiz olabiliyor.

* Bu söyleşinin tam metni önceden https://www.turkisrael.org.il’de yayınlanmıştır.